Göksel Aymaz

gaymaz@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Türkiye, artık kendi sınıfsal gerçekliğiyle baş başa Denizler, Türkiye’de tarihsel hareketlenme adına kendilerine gelinceye dek ne kadar birikmiş başarı varsa onunla çevrelenmişti. O birikmiş başarının miktarı da malûm! Yani, Denizler başarısız olduysa, onların yerinde kim olsa başarısız olurdu. Ama onlar yine de insanın böyle bir durumda böyle bir konuda ulaşabileceği zirveyi temsil ettiler.
'Hatıralar dün olmayı bırakacak şekilde anlatılabilirler' Türkiye’de işçi sınıfı kültürü, daha ziyade bu sınıfın taleplerini kendi stratejik hesapları ve taktiksel politikaları içinde gören sol ve sosyalist entelektüeller tarafından yaratılmıştır. Türkiye’de işçi sınıfı kültürü, baskın olarak, sınıfın kendisinin yarattığı değil, kendisi için yaratılmış bir kültürdür. Skolastik siyaset “Kılıçdaroğlu gitti, CHP birinci parti oldu” demek yanıltıcı olur. CHP sandıktan birinci parti olarak çıktı ama o sandığa mührün CHP’ye vurulduğu oyları atan 17 milyon 345 bin 738 seçmenin cümlesi CHP’li olmadı.
Kılıçdaroğlu’nun payı Kılıçdaroğlu, CHP’yi bugüne dek kategorik olarak reddetmiş olan farklı kesimlerle diyalog ve uzlaşı arayışlarıyla, “adalet yürüyüşü”yle; “helalleşme”yle; miliyetçi, muhafazakâr partilerle aynı masaya oturmasıyla bugünkü başarı için tarihsel alan açmıştır. Yani 2023’deki başarısızlık tek başına Kemal Kılıçdaroğlu yüzünden değildi. Ama 2024’deki başarıda Kemal Kılıçdaroğlu’nun büyük payı vardır. Hiç olmadı 'Kızıl Goncalar' izleriz Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’na kadar 'kaçışın dehaları' İsviçre Alplerine sığındı. Ama Alplerde olup bitenin bir önemi yoktu. Tarih, Berlin’de, Paris’te, Londra’da yapıldı. Bu şehirlerde -demek ki- daha 'dikkate değer' insanlar vardı ki kaçanların romantik ütopyalarına rağmen 1914 yılında orduları harekete geçirebildiler. Şimdi Urla’da olup bitenin de bir önemi yok, olmayacak. Tarih, sanki İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da yapılıyor gibi. Belâ 14 Mayıs milletvekili seçiminde, yüzde 60 oranında Cumhur İttifakı’na oy vermiş Erzincan. Bu da, şüphesiz, kızılacak bir şey değildir. Ama hüzün duyulacak bir şeydir; çünkü “yoksul insanın, iyi olan her şeyden yoksun olduğu”nu gösteriyor işte. Hep bir kumru sesi Atilla Birkiye’nin “Ev Günleri: Kumrularla Birlikte” adlı güncesi pandemi günlerini kapsıyor, o günleri anlatıyor. Evler çoğumuza boğucu gelmişti ama dışarının da, her zamanki gibi, iç açıcı hali yoktu; salgın, kapitalizmin tüm eşitsizliklerini iyiden iyiye açığa çıkartmıştı. “Ev Günleri” işte bu “cehenneme dönmüş” günleri anlatıyor. Ama “Kumrularla Birlikte” anlatıyor. Süs, gösterilen şeydir Servete, lükse dair kültürel bir bakıştır bu. Sahip olmak yetmiyor, hatta sahip olmak tek başına bir anlam dahi ifade etmiyor. Mutlaka birilerinin, ama neye sahip olduğunuzu anlayacak birilerinin, sahip olduklarınızı görüp “Vay be!” demesi lâzım.  Popüler olan politik, gündelik olan da tarihseldir Tayfun Hoca, gündelik hayatımız içerisinde her yönden üzerimize yağan olay, olgu ve deneyimler sağanağını manidar bir eksen etrafında toparlar, her birini bir bütünlük içerisinde yerli yerine oturtur. Birbirinden kopuk ve ilgisiz duran hayat parçacıkları, onun düzenlemesinden sonra yeni bir ışık altında anlaşılır olur. Miting! Filistin’le dayanışma mitinginin nasıl bir içerik ve nasıl bir biçimle, daha doğrusu nasıl bir “biçimlendirilmiş içerik” ile yapılacağını tahmin etmek zor değil; Erdoğan, hamaset yüklü sert bir konuşma yapacak, kitle de bunu destekleyen sloganlar atacak. Yer yer dinci milliyetçi, yer yer militarist coşkunluğun had safhada yaşanmasının kaçınılmaz olduğu bu miting bir tek şeye yarayacak: Egemen ideolojinin tadını çıkarmaya. 'Geççek'ti geçmedi... Fazıl Say, o yüzden mi böyle dedi? Hep birlikte izleyeceğiz, bakalım kültür şimdi ne yapacak? Nihayetinde, “Geççek”di geçmedi. “Sen beni sezemezsin, dilimi ezemezsin” demişti en gözde temsilcilerinden biri, dediğiyle kaldı. “Kızılcık Şerbeti” oldu esti kültür... Gülşen oldu yağdı... Tweet’e post’a büründü Şahan diye göründü... Olmadı. Lumpen, maço, âdi katil bir tanrımsı Filmlerindeki attığını vuran, vurduğunu deviren serdengeçti tip, Yılmaz Güney’in kendi gerçekliğidir, filmlerine kendi yaşamından taşıp gelmiştir. Canlandırdığı herhangi bir karakter gerçek kişiliğinin de izahıdır: Romantik, dik başlı, silahşor, devrimci, âşık… Hepsi ona uyar. Bunlardan herhangi biri diğeriyle çelişiyor filan da değildir. Solcu sanatçılar gerici sanat mı yapar? Bu ülkede solcuların Peyami Safa’ya, Cahit Zarifoğlu’ya hakkını verdiği kadar, sağcılar Sabahattin Ali’ye, Ülkü Tamer’e hakkını vermiş olabilir mi? Bir zamanlar Bayburtlu Zihni hakkında yazan orgenerallerimiz varmış Enver abi böyle güzel güzel sorunca, onlar da işte böyle, insanın ezberinde tutmak istediği, aforizmaya yaklaşan “kanatlı sözler” söylüyorlar... Büyülüyorlar, etkiliyorlar, sarhoş ediyorlar... Şair çünkü onlar. 'Dönek Kautski'.. 'Hain Troçki'.. Ama, 'Oylar İmamoğlu’na'! Sosyalizmi CHP’nin tüzük tartışmalarına katlanarak mı hak edeceğiz? Sosyalizm, Ekrem İmamoğlu’na, Eren Erdem’e, Faik Öztrak’a katlanacak olanların hak ettiği bir bayram hediyesi midir? İmamoğlu bir nedir? Ekrem İmamoğlu, kişiliğine yaslanan çok kişisel bir politika yürütüyor. Bu yüzden bir kapalı kutu, içinden ne çıkacağı belli değil; laik modern bir Erdoğan mı, yoksa Ecevit gibi ortanın sağındaki CHP’ye karşı bir CHP’li mi? Erdoğan’ın seçmeni, Kepler’in tavuğu Zannedilenin aksine, yoksullar ekonomik çıkarlarına göre oy kullanıyorlar; "nesnel çıkarlar"ını bir "gerçek" olarak Erdoğan’ın iktidarında görüyorlar. Su dolu bardaktaki kaşığı kırık görme türünden bir "gerçek” bu. Ümidi kesme yurdundan Toprağını, ormanını korumaya çalışan kadınların fotoğrafı karşısında bizi heyecana kapılmaktan alıkoyan nedir? Şu bizim güçlü kırılganlığımız Günün modasına uyup “Seçim Kemal Kılıçdaroğlu yüzünden kaybedildi” deniyor ama doğru değil. Kemal Kılıçdaroğlu'nun “kazanacak aday” olmadığı, “kazanılacak bir seçimi kaybettiği” iddiası, seçimin burada bahsi geçen sosyolojisiyle örtüşmüyor. O taraftan kim aday olsa ancak bu kadarını başarabilirdi. Bir siyasal fetiş Oğan, tam bir "siyasal meta" olarak sürüyor kendini pazarlığa. Marx’ın "meta" analizine göre, metalar kendilerini üreten emeğin onlara bahşettikleri varoluşu gizler ve pazardaki değerlerini sadece kendilerine borçlularmış gibi davranırlar ya, işte Oğan da konumunun içerdiği avantajları kendi zimmetine geçirmiş durumda; Oğan’ın da böyle bir "fetiş karakteri" var. Dezenformasyona karşı hırbık otu Onca dezenformasyondan sonra böyle bir “temizleme” operasyonu bizim için elzem görünüyor. Çağımızın saygın düşünürleri medyatik bilgilenmeyi “dışkı kültürü” olarak tanımladığına göre, beyindeki deformasyonun bağırsaklarla bir ilgisi olmalı. Denizler “Deniz olmak”, Deniz Gezmiş’in ta kendisi olmak demek değildir. Yaşanmaya değer tek varoluş tarzı, kendini bulmak, kendini tanımak, kendini ortaya koymaktır. Denizlerin yaptığı da tam olarak buydu. Büyük bir alevdi Deniz Gezmiş -aksi mümkün değil; küçük bir alevden bu kadar uzağa böyle bir ışık gelmez-. Söndürüldü, kendi kendine tükenmedi. Dindar amca, Halûk Levent, Elif Şafak vs... Gerçekliğin bütününe hakim bir konumda durmak yerine bu şekilde bütünün bir uğrağında donup kalmanın, ve sonuçta o şucu, bu bucu gibi artık hiçbir şekilde politikayı belirlemeyen, yalnızca bir takım toplumsal antipatiler yaratan kolaycı kategorilerle konuşmanın, konuşana kendi muhalifliğini yaşatma hazzı dışında, maalesef hiçbir anlamı yok. Working class hero Ünlü bir televizyoncu, ünlü bir şef, ünlü bir oyuncu... Doğrusu sosyalist bir işçi partisinde görmeye alışık olmadığımız simalar bunlar. Ama “ne işleri var” diyeceğimiz bir tuhaflık da yok ortada. Sitnikov Türkiye’nin güncel politikası neredeyse hep boş işlerle meşguldür ama Muharrem İnce’nin bu rutine kattığı yeni bir şey var. Bunun nasıl bir şey olduğunu Turgenyev’in "Babalar ve Oğullar"daki özentili bir serbestliği olan, son derece pişkin Sitnikov karakteriyle açıklamak mümkün. Kürt Şarlo Yirmi iki yıl önceki “Kürt Şarlo” yakıştırması, insanların beğeniyle izledikleri biriyle gerçek anlamda tanışmalarının önüne geçen bir ifadeydi. “Kürt Şarlo” demek, Yılmaz Erdoğan’ı popüler kültür pazarındaki benzerlerinden ayrı kılanın ne olduğunu ele vermiyor, en fazla, pazardaki satışını kuvvetlendiriyordu. Buna asıl şimdi ihtiyacı var. Erkan Baş Erkan Baş, medyadan önce siyasal alanda etkinleşti, orada yol aldı, orada ilerledi. Öncelikle, bir “muhalif tip” taklidi yapmadı, muhalif tipi anlamlandırdı; muhalefet etmenin ne demek olduğunu gösterdi. Dikkat çekmesinin, öne çıkmasının, giderek ünlenmesinin temel sebebi bu. Medyayla nasıl bir ilişki kurması gerektiğini gayet iyi biliyor. İşi “setin profesyonelleri”ne bırakmıyor; medya tarafından kullanılmıyor, medyayı kullanıyor. Desinler için! Akşener’in “masadan kalkışı”, “teorik olarak kavranamayacak kadar irrasyonel” bir hamleydi. Bu akıldışılığı anlamak için akıl dolambacında kaybolmanın gereği yoktu. Erdoğan iktidarında hiç memnun olmadığımız bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyayı değiştirme iradesi, sadece o dünyaya direnmeyi değil, aynı zamanda kendimizin o dünyaya katılmaya teşne taraflarına direnebilmeyi de içerir. Toplumsal antipatiler yaratan kolaycı kategorilerle konuşmak bize dayatılan gerçekliğe direnmek filan olmuyor. Askıda politika Covid-19 pandemisi bir şeyi görünür kılmıştı, şimdi deprem iyice netleştirdi: Ölüm-kalım meselelerinde bile toplumun kutuplaşmış ya da çatışan kesimlerinin birleşmesi, ortaklaşa bir tepki vermesi çok zor. Bunu sağlayacak bir politikaya ihtiyaç var. Sosyolojik olarak mümkün olan politik olarak arzulanıyor mu? Toplumsal sorunlarla politik tavırlardaki değişimin hızı nadiren ritmiktir; sosyolojik durumun politik sonuç vermesi zaman alabilir. Toplumsal bir ihtiyaç, politik tavrı arzulanan yönde değiştirmeye yetmiyor çünkü.