YAZARLAR

Süs, gösterilen şeydir

Servete, lükse dair kültürel bir bakıştır bu. Sahip olmak yetmiyor, hatta sahip olmak tek başına bir anlam dahi ifade etmiyor. Mutlaka birilerinin, ama neye sahip olduğunuzu anlayacak birilerinin, sahip olduklarınızı görüp “Vay be!” demesi lâzım.

Kara para aklamak, vergi kanununa muhalefet ve suç amaçlı örgüt kurmak suçlarıyla yargılanan Dilan ve Engin Polat çiftini, televizyon dizisi gibi, ilgiyle takip ediyoruz. Haklarında çıkan her yeni haberi merakla beklenen “yeni bölüm” gibi izliyor, bir sonrakini de heyecanla bekliyoruz.

Üstelik, çok tutan diziler gibi, muadilleri de çıktı: Özlem Öz, Şule Kayatürk, Aymira Koçaklı, Nevra Bilem vs... Bilindiği üzere, onlar da birer “sosyal medya fenomeni” ve genellikle “güzellik sektörü”ndeler. Takip edebildiğimiz kadar onları da izliyoruz.

Dün de, eski eşi Mehmet Bilir’e ait işyerlerini kurşunlattığı suçlamasıyla gözaltına alınan (yine bir) sosyal medya fenomeni ve (yine bir) güzellik merkezi sahibi Ece Ronay’ın Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nda ifade işlemlerinin tamamlanıp adliyeye sevk edildiği haberlerini okuduk.

Hepsi birbirine benzer simalar, ortak yönleri çok. Sosyal medya paylaşımları, mesela... Hepsinde Kuran-ı Kerim’ler, dualar, ilahiler, Türk bayrakları, umre pozları... Ama en dikkat çekici olanı, hepsinin de servet ve şatafat içinde yüzmesi. Lüks araçlar, havuzlu villalar, marka kıyafetler, mücevherler, altınlar, deste deste Euro’lar, dolar’lar...

Haftalardır bunları konuşuyoruz, polisiye yönüyle, hukuki yönüyle, ekonomik, medyatik, politik yönüyle her bakımdan konuşuyoruz.

Bütün bunlar bir tarafa... İnsan bu görüntülere baktığında çok daha temel bir soruyla karşı karşıya kalıyor. Soru şu: Bir insan nasıl oluyor da böyle bir şey yapabiliyor? Utanmazlığından yılmaksızın, nasıl oluyor da gösteriyor da gösteriyor? Bir insan bu utanmazlığı, bu görgüsüzlüğü neden yapar? Daha doğrusu, bir insan bunu kendine niçin yapar?

AKP rejiminin yarattığı ortam, ekonomik, politik, ideolojik yozlaşma, çürüme, kokuşma vs.... Elbette ve şüphesiz hepsi doğru. Ama bu kendinden yılmayan utanmazlık bunlarla açıklanamaz, başka bir sebebi var bunun. Sanırım, işin kültürel boyutu diyebiliriz biz buna.

Mithat Cemal Kuntay’ın muhteşem romanı “Üç İstanbul”dan bir örnekle açıklamaya çalışayım derdimi.

Romanın kahramanlarından Raşel, “büyük bir devlet sefarethanesinde” tertip edilen baloya davet edilmiştir ve bu sebeple çok mutludur. Zira nihayet ziynetini kendi sıradan çevresi dışında birilerine gösterebilecektir. Çünkü : “Süs, gösterilen şeydir; fakat anlayanlara gösterilen şey! Kâğıtçı karısının, camcı kızının gördüğü elmasın nakit paradan ne farkı vardı? Elması, sefir, müsteşar, sefaret kâtibi anlardı.” Raşel, bu yüzden balo salonunda olduğu için sevincinden bayılacak gibiydi. “Bu salondaki bütün insanlar onun elmaslarına, ipeklerine lâzım olan kalabalıktı. Burada onun incileri anlaşılıyordu.”

Servete, lükse dair kültürel bir bakıştır bu. Sahip olmak yetmiyor, hatta sahip olmak tek başına bir anlam dahi ifade etmiyor. Mutlaka birilerinin, ama neye sahip olduğunuzu anlayacak birilerinin, sahip olduklarınızı görüp “Vay be!” demesi lâzım.

Polatgillerin sosyal medya paylaşımlarını, yani oradaki kendinden yılmayan utanmazlığı da böyle açıklayabiliriz sanırım. Sosyal medya, kara para aklayan fenomenler için biraz Raşel’in gittiği o balo salonudur. Sefarethanede tertip edilen balo Raşel’in ziyneti için ideal bir “kamusal alan”dı; bugün sosyal medya da Polatgillerin neyi var neyi yoksa gösterebilecekleri ideal kamusal alandır.

Doğrusu, hepimiz için böyledir. Ama onlarda üzerine kalp çizilmiş kahve fincanı ya da günbatımına doğru uzatılmış bir kadehten fazlası olduğu için, arsızlıkları da fazla oluyor.

Bu bir “Doğululuk” belirtisi belki de.

Dün T24’te Füsun Sarp Nebil, bu bakımdan ilginç bir bilgi veriyordu. Fenomenlerin kara para aklamadaki rollerinin dünyada 2017'den itibaren konuşulmaya başladığını ama 2019'dan itibaren daha güçlü bir konu haline geldiğini söylüyordu Füsun Hanım... Ve sıkı durun... “İnternetteki haberlere bakılırsa” diyordu, “şu ana kadar kara para aklama konusunda ilişkili düşünülen tüm fenomenler Ortadoğu'dan.”

Evet, “konuşulmaya” ve “güçlü bir konu olmaya” başladığından beri kara para aklama suçuyla ilişkilendirilen tüm fenomenler Ortadoğu'dan!

Fenomenler Ortadoğu’dan ama (bilindiği üzere) kara para uluslararası suç örgütlerinden.

Yıllık miktarı, ortalama 715 milyar ile 1,87 trilyon Euro arasında olduğu tahmin edilen uluslararası bir kara para var ortada. Bu paranın legalleşebilmesi için, o parayı üreten uluslararası mafyanın, Füsun Hanım’ın deyimiyle, “faydalı aptallar”a (useful idiots) ihtiyaçları oluyor. Ortadoğulu fenomenler, bu ihtiyacı gideriyor.

Ortadoğu’nun soyguna dayalı ekonomisi, kulluğa dayalı siyaseti kadar, süs göstermenin bir Doğulu tavrı olmasıyla da alâkalı bu; “kullanışlı aptallar”ın niçin hep Orta Doğu’dan çıkmış olduğunu da bir ucundan açıklıyor.

Polatgillerimiz de o cenahtan. Onlar da yıllık miktarı 1,87 trilyon Euro’yu bulan uluslararası kara paranın tertemiz aklayıcı Orta Doğuluları.

Magazinleştirerek genel toplumsal çürümeden uzaklaştırılmaya çalışılan bir vaka ama aslında Polatgiller geniş tabanlı bir deneyime dayanıyor; yoksul Türk halkının servet ve lüks deneyimine. Mevcut koşullarda yoksul Türk halkının her bir neferi, ait olduğu büyük toplulukla birlik ve beraberliğini (bir sendikada, bir meslek örgütünde, bir sivil toplum kuruluşu ya da bir hak mücadelesinde değil) servete özendirilen bu tür medyatik gösterilerde deneyimleyebiliyor.

O yüzden o paylaşımlar ve medyatik kültürün benzer bütün ürünleri, hepimizi soyguna dayalı ekonomi, kulluğa dayalı siyaset kadar ilgilendirmeli, çünkü onun açığa çıkma, onun ortaya koyulma biçimleridir bunlar.

Polatgillerin lüks ve şatafat gösterisi, saçmalık boyutundaki içerikleri yüzünden gerçekliğin temsilcisi olmaktan sıyrılmış değillerdir. Bilakis, ne kadar saçma, ne kadar grotesk ise toplumsal sistemin işleyişindeki gizemi o denli açık seçik ortaya koymaktalar.