Ümit Kıvanç

yazar@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Yeter Hanım… Kaybettiği kızları hakkında konuşurken sergilediği olgunluk ve zerafet, toplumumuzda öyle kolay bulunur şey değildir. İçi ne kadar acırsa acısın, evlatlarına duyduğu sevgiyi acılaştırmamayı, tebessümüyle sarmalamayı başarmıştı Yeter Hanım.
Ne sandığı ulan! Kavgasızlık politika olabilir. Radikal ve tepkili seçmene sevimsiz görünecek uzlaşma adımları atılabilir. Ancak emniyet müdürünün milletvekiline “muhatabım değilsin” diyebilmesi, her şeyin iktidar ortağı partinin kurduğu “ne sandığı ulan!” zemini üzerinde cereyan edişi… Gördük ki, bir faşist partinin düşünüş dünyası pek öyle çok boyutlu olamıyor. Aziz milletimizin mesajından çıktık, “Ne sandığı ulan!”a geliverdik. Ahiret korkusu KHK’yla iptal Şu ya da bu vesileyle memleket nüfusunun şu ya da bu kesimini ortadan kaldırmaya yönelik türlü kanlı tezgâhlardan geçip bugünlere geldiklerinden, duygudaşlıkları elbette benzer işleri becerenlerledir. Onlar için İsrail’le ticareti kesmeme belki de yegâne açık sözlü davranış sayılabilir.
Hanimiş siyasetim! Bütün bu partiler martiler siyaset yapmak için kurulmuş örgütlerdi hani. Türkiye düzen siyasetinin -hâlâ- en önemli müessesesi olan seçimler etrafında siyasî partiler hangi siyasî meseleler üzerinden tartışıyor, kapışıyor, hangi siyasîler hangi siyasetler için bizden oy istiyor? “Efendim, bu yerel seçim!” Yok yahu! Sahi mi? 'Vicdan Mahkemesi' çağrısı İsrail’in yürüttüğü soykırım ve etnik temizlik harekâtının geniş bir uluslararası propaganda-manipülasyon kampanyasının eşliği olmaksızın başarıya ulaşamayacağı gözönüne alınırsa, karşı hareket için, direnme için ille tank top tüfek gerekmediği ortada. Vicdan Mahkemesi, “reel siyaset karşısında vicdan inşası” için, “sözü ele geçirmenin” mazbut fakat etkili bir aracı haline gelebilir. Pislikler Baskı altında birşeylerden vazgeçmek, birşeyleri öyle değil böyle yapmak veya hiç yapmamak, insan haysiyetinin bir kenarda, ezile büzüle de olsa korunmasına fırsat verir. Pisliğe gönüllü iştirak bambaşka şey. Peki, enayice görünse de sormak isterim: Her türlü pisliğin böyle çabucak benimsenmesi nedendir? Düşman Taksim’e giremez! Şimdilik, etrafı terörize etmek, katılmayı her seferinde biraz büyük cesaret isteyen riskli girişim haline getirmek, katılmayanı katılana düşman edecek manzaralar yaratmak yeterli görülüyor. Yavaş yavaş, yaklaşırken herkesin tedirginlik duyacağı, oradan geçmeyeyim, şuraya çıkmayayım diyeceği bir tarih haline getiriyorlar 8 Mart’ı. Oysa o da bayram olabilir pekâlâ. Değerler yok edilirken İktidar sahiplerinin tehlike olarak sınıflandırdığı şeyler, azıcık geriye yaslanılıp, ezbersiz, komplekssiz, rahatça ve genişçe bakılırsa kolaylıkla tesbit edilebilir ki, gerçekte bugün yeryüzü muktedirlerinin elbirliğiyle ortadan kaldırmaya çalıştığı insanlık değerleridir. Siyanür değil galiba, bizi öldürecek olan “Şirket Kanadalı”, “patron emperyalist” motifleri üstünde tepindikçe, sadece zehirli yığın altında kalan emekçilerin değil bütün madencilerin, bütün inşaat ve tarım işçilerinin mahvına esas sebep olan düzeni ve özel olarak bizim ülkemizde onun en sağlam temel direği milliyetçiliği pekiştirip amacın tam tersi için çalışıldığını fark etmiyor muyuz? 'Artık'ın doğum tarihi Hukuk devletine benzemeye çalışan bir organizasyonun hüküm sürdüğü topraklarda yaşamıyoruz artık. Artık!? Ne “artık”ı ya?! Lağıma düşmüş, pisliğin içinde yüzen mendile kuş pisleyince “artık kirlendi ama!” deyip de inanmayacak kadar aklımız fikrimiz vardır herhalde. Uçurum kenarına doğru… İsrail’in kurulmasına varan süreçte evsiz barksız kalan Filistinli mültecilere yardım için BM bünyesinde kurulan, devletlerin bağışlarıyla iş gören UNRWA, İsrail istihbaratının yaydığı bilgilerle “terör yuvası” ilan edilmek üzere. Parçalanmış Filistinli toplumu genel olarak UNRWA’nın desteği olmadan hayatını sürdürebilecek durumda değil. 'Dünya nereye gidiyor?' bahsine giriş Hukuksuzluk da bir tür virüs salgını. Köşeye sıkıştırıp tecrit edemiyorsunuz. Birden kural haline geliveriyor. Ülke sınırlarına elektrikli teller, duvarlar çekilirken, içeride de haklar kısılıyor, keyfî güç kullanımının sınırları genişliyor, yurttaşın iktidar sahipleri karşısındaki konumu değişiyor, zayıflıyor. Yasaklı alana adım atıldı CHP genel başkanı Özel önce, “hop, bir dakika!” dedi. Askerlerin can vermesine yolaçan hadise hakkında Meclis’e bilgi verilmesini istedi. AKP sözcüsünün beylik numaralarla giriştiği suçlama faaliyetini de Özel, tam da muhalefete kapalı alana girme niyetini ilan ederek karşıladı; “terörle savaşan orduyu desteklemek başka, hükümetin hatalarını eleştirmek başka” dedi. Dört yanım… ne zulası? Bizim gibi idraksızlar, birkaç kişiyi topluca dövme (birini tribünden aşağı atma) hadisesinde kimsenin herhangi bir maçı durdurmamış, bugün infiale kapılanların, bırakın ağzını açmayı, dönüp de bakmamış olduğunu ister istemez hatırlıyor ve, “Ne olunca ne oluyor, ne olunca o olmuyor?” sorusunu sormadan edemiyoruz. 'İnsanlık' çözülürken İnsanlığın karşısına ilk defa -sözlük anlamıyla- ete kemiğe bürünmüş tehdit olarak dikilen meseleye geliyoruz: “Gereksiz nüfus”. Dünya nüfusunun üçte biriyle dörtte biri arasındaki kısmı şu anda modern zamanların hem tanrısı hem dini ekonomi açısından gereksiz. Ve bu dünyada yer bulunamayan gruplar giderek artacak. Filistinlilere revâ görülen muameleye onların üzerinde yapılan bir deney gözüyle de bakabiliriz. Neresi iyiydi? Meral Akşener, Tayyip Erdoğan ve AKP üst kadrosunun devlet ve MHP ile koalisyon kurarak iktidar sürdürme hesaplarına takılmasa, MHP’nin lideri olmayı başarsaydı, kendisinden -şartlarımızda olabildiği kadarıyla- hukuklu, adaletli parlamenter rejimin “yeni merkez sağ”ı olması beklenebilecek miydi? Türlü dümenle engellenip dışarıda kalmasa, şu anda MHP’nin neresinde ne yapıyor olacaktı? MHP’yi merkez sağ mı yapacaktı? Gazze’deki, soykırım mı değil mi? İsrail’in Gazze pratiği için belki girişim veya başlangıç demek henüz daha doğru olabilir, ama bu kelimelerin yanına iliştirileceği kavram şüphesiz soykırım. On binlercesini öldürdükten sonra İsrail kalan Filistinlileri sürmeyi ve Gazze’yi ilhak etmeyi başarırsa, birileri sağ kaldı diye yapılanın soykırım olmadığına hükmetmeyeceğiz. Küresel hukuksuzluk tehlikesi Dünya tarihinde ilk kez, küresel muhalefet var. Bugünün farkı, küresel muhaliflerin haberleşebiliyor, fikriyat-hissiyat paylaşabiliyor -dolayısıyla plan program, eylem de paylaşabilecek- oluşu. İsrail’in katliam harekâtına karşı gösterilen kitlesel tepkiler, uluslararası ortak muhalefet zemininin ve ortak değerlerin doğrudan siyasî alana kolaylıkla yayılabildiğini gösteriyor. 'Sina’ya sürelim, dönemesinler' İsrail’in “İstihbarat Bakanlığı” adını taşıyan, daha çok think-tank gibi çalışan kurumunca hazırlanmış bir rapor sözkonusu. Rapor Gazze halkına ne yapılacağı hakkında “en elverişli seçenek budur” diye ortaya sürülen “Sina Çölü’ne tehcir”in açıkça devletin üst düzeyinde konuşulduğunu gösteriyor. Bana sorarsanız, daha fazlasını da gösteriyor. İsrail’in muhtemel projesi İsrail, Hamas’ın eylemini “Allah’ın lütfu” saydı ve aslında uzun zamandır aklında yatanı uygulamaya koydu. İmkân yaratılabildiği kadarıyla soykırımı da içeren süpürme harekâtı, tam teşkilatlı etnik temizlik bu. İnsanlığa karşı suçlar Etkili, güçlü uluslararası mekanizmalar olmazsa, günü gününe izlediğimiz, izlerken yana yakıla feryat ettiğimiz şu güncel soykırım, meselâ, nasıl önlenecek? Şu anda dünya, gerek bölgesel gerek küresel çerçevede gücü yetenin gücünün yettiğine her şeyi yapabildiği bir hukuksuzluk, kuralsızlık rejimine doğru sürükleniyor. Gazlamacılar, taklacılar ve hakikat Ankara şu anda İsrail devletinin fiilen başlamış soykırım girişiminin durdurulmasında rol oynayabilecek konumda. İktidarın, fiilen temsilî sıfat da taşıyan bülteni Yeni Şafak külliyen Yahudileri “lanetlenmiş” ilan eder, eski başbakan ve dışişleri bakanının partisi katliam seferine çıkmış militanları “yiğitler” diye selamlarken bu iş zor. Sahiden Gazze halkının esirgenmesi için icap eden çabayı bu tahrikkâr hamasetten uzak duran birilerinin göstermesi şart değil mi? Sinek uçuşunda bile… Kendi sorunlarımızı ele alırken de hep aynı faydacılığı, gönüllü-maksatlı görmez-duymazlığı tercih ediyoruz. Öyle ki, yeğlenebilen bönlük diye bir şey icat etmişiz sanki. Daha acısı, hunharca öldürülen insanlar için gerçek üzüntü duyabiliyor muyuz, pek şüpheli. İlâhi bakanlık, ilâhi festival yönetmeni! Askeriyenin tek tip’inden güya sivil faşizan-bağnaz tek tip’e geçiş her alanda her şeyi daha seviyesizleştirdi, daralttı, ömrümüzden yiyor, kültürümüzden yiyor. Belki diyeceksiniz ki: Ne kültürümüz vardı da!.. Var işte. Turizm ile ikisinin bakanlığı bile var. Bildiğimiz insanlığın sonuna doğru… Edindiği her türlü bilgiyle yapay zekânın yapabilecekleri hakkında kimse kesin konuşamıyor. Faaliyetinin bütününü kimse kontrol edemeyebilir. Kendini kopyalama, kapatılmasını önleme imkânı bile var. Her şeyi daha vahim kılan şu ki, bu teknolojik dönüşüm, neoliberal saldırı döneminde gerçekleşiyor. Unutmadık da, yanlış mı hatırlıyoruz acaba? TİP’in tercih ettiği fotoğraf, o gün birilerinin öldürüldüğünü, birilerinin tecavüze uğradığını kendiliğinden asla çağrıştırmıyor. Bir çeşit “geçti… geçti…” fotoğrafı. Azgın kalabalık yok, pogromdan, etnik temizlikten hoşnut şehir ahalisi yok. Ağzında sigarası, ceketi, düzgün kılığı, taralı saçlarıyla durmuş bize bakan ve mizanseni film karesine döndüren adam var. Yanlış seçim, deyip geçebilirdik. Geçemiyoruz. 6-7 Eylül’ün ne eksiği var? 6-7 Eylül bir fetih harekâtıydı. Teşkilatı Mahsusa’nın devamı olan, devletin bu işlere bakan kısmı adına bir general, çoğunuz biliyorsunuz artık, “muhteşem organizasyondu” diyecekti sonradan. Gazeteciye. Alenen. “Bunlar yaptı” diye utanmadan sıkılmadan “komünistleri” mahkemeye çıkardıktan sonra. Yeni dünyaya eski yöntemlerle Bugünlük sözü bağlamak istediğim yer, ileri teknolojili, demokrasisiz dünyaya geçilirken bildik eski usûllerin bolca kullanılacağı. İçte dışta rahatsız edici unsurların yok edilmesi, devletlerin, rejimlerin en güncel, büyük meselesi. Zira burada söz konusu olan yalnız birtakım düşmanlar ya da düşman bellenmiş azınlıklar falan değil. Nüfusun büyük kısmı alenen gereksiz hale geldi, günümüzün egemen düzeninde. Boğularak öldü Niyeyse toplama kamplarına hep başkalarının tıkılacağını varsayıyoruz. Tıpkı niyeyse hep başkalarının çocuklarının tarlada sıcaktan bayılacağından, serinlemek isterken su kanalına düşüp boğulacağından emin oluşumuz gibi. Bu şuursuzluk, utanmasızlık iksiriyle güçlendiriliyor. Bi skandalınız eksikti! Ülke yangın yerine dönmüş, en azından bunu fark etmiş olmanız güzel, zulümden kastınızı bilsek iyi olurdu, ama o kadarına da şükür, bu esnada Zoom konuşmayı uygun bulmuyormuşsunuz, buna da eyvallah, fakat allahaşkına, ne konuşmayı uygun buluyorsunuz? Birkaç başlık sıralayın, ne olursunuz. Nedir sizin uygun bulduğunuz mevzu? Yıldız adayı delikanlımızın Real’e transferi mi, voleybolcu kadınların yeni uluslararası başarısı mı?