YAZARLAR

Boğularak öldü

Niyeyse toplama kamplarına hep başkalarının tıkılacağını varsayıyoruz. Tıpkı niyeyse hep başkalarının çocuklarının tarlada sıcaktan bayılacağından, serinlemek isterken su kanalına düşüp boğulacağından emin oluşumuz gibi. Bu şuursuzluk, utanmasızlık iksiriyle güçlendiriliyor.

Dil oyunu oynayalım. Dille oynayalım. “İşi olmayan çavuşlar…” misâli, durduk yerde dilimizin orasını burasını elleyen işsiz güçsüz izansız tayfası gibi takılmayalım. Kurcaladığımız kelimenin içine dışına dikkatle bakalım. Kelimeleri oradan alıp evirir çevirir yerine bırakırken nazik davranalım. Bu aşamada yeterince nazik olalım, çünkü içeriklere dayandığımızda nezaketi koruyamayabiliriz.

Aşağıdaki cümleden çeşitli kelimeleri seçerek tamlamalar, öbekler yaratınız:

14 yaşındaki Suriyeli tarım işçisi öldü.

Meselâ:

14 yaşındaki işçi öldü.

Ya da sadece:

14 yaşındaki işçi.

Veya, isterseniz:

14 yaşındaki Suriyeli öldü.

Ya da sadece:

Suriyeli öldü.

Kabul edin ki, sıkı oyun. Her aşamasında, olanca basitliğin içerisinde, ya rab!, ne hazineler yatıyor!..

Daha bereketli hale de getirebiliriz oyunumuzu. Ait olduğu hadisenin gerçekliğinden uzaklaşmaksızın cümlemize ayrıntılar katarak:

14 yaşındaki Suriyeli tarım işçisi boğularak öldü.

Hayat amacını, ezebileceği, parçalayıp yutabileceği veya yutmadan mundar edebileceği, kendinden zayıf canlılar bulup saldırma olarak belirlemiş makbul insan grubundan birileri sevinç ve kıskançlıkla zıplayabilir, “Aa, ne hoş! Kim boğmuş?” diye. Buna meydan vermemek için mecburen ayrıntının da ayrıntısına giriyoruz: Su kanalına düşüp boğulmuş, 14 yaşındaki işçi. Yani Suriyeli işçi. Suriyeli olduğu için sırf işçi diyemiyoruz. Gerçi genel olarak bizim işçilere de üzülünmüyor, ama Suriyeli olduğu belirtilince bu “üzülmeseniz de olur” etiketi yerine geçiyor. Hattâ “üzülmeyin, gerek yok” mesajı olarak da alınabilir. Hem işçi hem Suriyeli’yse zaten üzülen doğrudan toplum dışı…

Çocuğun 14 yaşında Seyhan’ın bunaltıcı sıcağında salatalık tarlasında çalışıyor oluşunu mevzu yapmaksa yakışık almıyor. Kapitalizmin, serbest piyasanın, hepsinin ilahı ekonomi tanrısının asabını bozmama mecburiyeti nedeniyle.

Samimi olarak sormak isterim, muhterem okur: Şu paragrafta en çok yüreğinize dokunan şey nedir?

14 yaşındaki Suriyeli mevsimlik tarım işçisi Sozdar Beko, Adana Seyhan’da çalıştığı salatalık tarlasında sıcaktan bunaldı, elini yüzünü yıkamaya gitti. Ve sulama kanalına düşüp boğuldu.

Hepimiz biliriz değil mi, o kışkırtmaya kapılma anlarını? Allahın sıcağında tarlada çalışmış olmasak bile. Yüzüne suyu birkaç defa çarptıktan sonra ıslak ellerini başında gezdirirken öyle ferahlık duyarsın ki, ellerini suya daldırıp daldırıp tekrar başında dolaştırırsın. Sonra kolunu dirseğine kadar suya sokarken bulursun kendini. Dahasını bilemez, sudan ayrılmak da istemezsin. Tarlaya, sıcağın altına dönmeyeceksen basar gidersin nihayet. O çocuklar gidemez; seçeneksizler. Sulama kanalı denen kalleş dost genellikle içine kayarsan geri çıkamayacağın şekilde inşa edilmiştir, doğru dürüst yüzme de bilmiyorsan, en az “tarım işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu…” ifadesi kadar klasik ve bizzat klasikliğiyle vicdansızlığımızın nişânesi haberlerden birinin konusu olursun: “14 yaşındaki Suriyeli…

Biliyor musunuz, onun yanına katılacak Yusuf var bir de. Üstelik, onun hakkındaki haberle oynanacak dil oyunu da en az beriki kadar bereketli. Niye mi? Bekleyin.

İlk cümlemiz neredeyse aynı:

15 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi öldü.

Buradan yukarıdakilerin benzerlerini derhal türetebiliriz:

15 yaşındaki işçi öldü.

15 yaşındaki işçi.

Vesaire…

Yüreğe en çok dokunanı bulmaca oyunu da istiyor musunuz? Paragrafın tamamını yani? Buyurun:

15 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Yusuf Polat, Giresun’da bahçede fındık toplarken aşırı sıcak nedeniyle serinlemek için girdiği Harşit Çayı’nda boğularak hayatını kaybetti. Yusuf çalışmak için ailesiyle beraber Batman’dan gelmişti.

Türetmeye devam etmek ister misiniz:

15 yaşındaki Batmanlı tarım işçisi öldü.

15 yaşındaki Batmanlı işçi.

15 yaşındaki Batmanlı.

Batmanlı işçi Giresun’da boğularak öldü.

Vesaire.

Niye tarlada, bahçede çalışıyor bu 14-15 yaşındaki çocuklar? Suriyeli çocuk niye Adana’da tarlada, Batmanlı çocuk niye Giresun’da fındık bahçesinde? Efendim? Duyamadım. Şunları sahiden düşünerek ve hissederek sorup, hakiki cevabını almadan hayata devam etmesek hayat nasıl da güzelleşirdi.

Dil oyununu iki takım halinde karşılıklı da oynayabiliriz. Takım almak için kolay bir yol seçelim. Sıcaktan bunalmaya çare ararken -pek muhtemeldir ki türlü eziyetle meşakkatle dolu- kısacık hayatları son bulan şu çocukların “tarım işçisi” yapılmalarındaki mecburiyeti öldür allah kabullenemeyen, içine sindiremeyen üç-beş kişi bizim takım olsun. Suriyeli-Batmanlı ölmüş diye sevinenler, kendi öldüremedi diye üzülenler, hislerini o kadar ileri götürmeye cesaret edemeyen, yine de sözkonusu kümelerden birer eleman azalmasından herhangi bir hoşnutsuzluk duymayanlar, yani yüz binlerce kişiyse karşı takım.

Yahu, sahiden nasıl oluyor? Sormalı değil miyiz kendimize: Nasıl oluyor da, “14 yaşındaki tarım işçisi” ayakkabı, trafik lambası veya dizinin yeni bölümü gibi sıradan, olağan, haydi adlı adınca söyleyelim, normal şey sayılıyor? Aslında sıcaktan bunalıp serinlemek için el yüz yıkarken sulama kanalına düşüp boğulan çocuk haberinden Suriyeli kelimesini seçecek olanların çokluğu hakkında da sorabilirim, “nasıl oluyor?”u. Fakat soramıyorum. Zira ortalık yerde sorulmaz öyle.

Ve burada tekrar tekrar karalar bağlamalıyız, “ailesiyle beraber çalışmaya” gelip minibüsün, kamyonetin, traktör römorkunun devrilmesi “sonucu” can veren çocukların zaten umursanmayışıyla onların Batmanlılığını kendine vicdan yükünden kurtulma aracı yapmanın tahripkâr uyumunu gözledikçe. Hele su kanalına düşüp dünyadan eksilen çocuk, şu ya da bu şekilde yerleşik dünyanın eksilmesini dilediği, jilet tellerle önünü kestiği, çöle sürdüğü, denizde boğduğu, yüzer hapishanelere tıktığı talihsizler milletinden olunca, dünyaca hep beraber Nazi pazubentlerini takmış muhayyel Hitler’lerin peşinden marş söyleyerek kaz adımlarıyla yürüyormuşuz gibi…

Sahi, bu çocuklar tarlalarda, su kanallarında öldükçe başka birşeyler de ölmüyor mu sizce de?

Niyeyse toplama kamplarına hep başkalarının tıkılacağını varsayıyoruz. Tıpkı niyeyse hep başkalarının çocuklarının tarlada sıcaktan bayılacağından, serinlemek isterken su kanalına düşüp boğulacağından emin oluşumuz gibi. Bu şuursuzluk, utanmasızlık iksiriyle güçlendiriliyor. Ayrıcalık duygusu, başkasının yoksunluğundan kendine yaşam güvenceleri çıkarmayı normalleştiren orta sınıf ahlâksızlığı, zaten içerdiği amorf ırkçılığa gerçek gündelik hayattan nefret nesneleri devşirdikçe hayat görüşü mertebesine yükseliyor.

Sozdar, Yusuf, bizi affetmeyin, haklısınız. Size hayrımız dokunamadı, anca arkanızdan ağlıyoruz. Belki henüz ölmemişlerinize faydamız dokunur. Keşke gözyaşımız yaşayanlarınızı serinletebilse de yaklaşmasanız o allahın belası su kanallarına falan. Evet, biz sizi seviyoruz. Onlarsa ırkçı, faşist.