YAZARLAR

Yamayasa, akasya, gül, zakkum ve zıkkımın kökü

Yeni bir anayasaya ihtiyacımız var, elimizdeki anayasa ne kadar değiştirile, değiştirile bugüne gelmiş olsa da Türkiye toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan hâlâ uzak. AKP’nin yıllardır diline doladığı “yeni” anayasa ise Türkiye toplumunun ihtiyaçlarıyla değil, Erdoğan’ın yeniden seçilmesi etrafında şekillenen siyasal ihtiyaçlarla ete kemiğe büründürülüyor.

Cemal Süreya Kısa Türkiye Tarihi (Sıcak Nal, 1988) başlıklı şiirinde Türkiye anayasa tarihini, akasya, gül ve zakkum bitkileriyle teşbih eder: “Üç anayasa ortasında büyüdün:/ Biri akasya/ Biri gül/ Biri zakkum” der. Akasya olanı 1924 Anayasası; 1961 Anayasası’nı gül ile teşbih etmiş Süreya; 1982 Anayasası’nı ise zakkumla. Acaba yaşasaydı, “1921 Anayasası ruhu” ile hazırlanmış bir -söz temsili- “2025 Anayasası”nı neye benzetirdi? Teşbihte hata olmazmış belki de “zıkkım”a, hatta “zıkkımın kökü”ne.

Hadi bugün biraz şu anayasayı tartışalım. Bayram değil seyran değil The Reis son kalemizi -kulağımızın arkasını- niye öpmeye çalışıyor; 1921 ruhu da nereden çıktı; bu anayasa –“tartışmaları” demeye dilim varmıyor-  geyiklerinin esbâbımûcibesi nedir?

YENİ BİR ANAYASA’YA İHTİYAÇ VAR MI?

Şeksiz şüpehiz var!  Evet, yine tartışmaya gerek yok ki, 1982 yılında kabul edilen Anayasa’da ilk değişiklik 17 Mayıs 1987’de yapıldı. O günden 16 Nisan 2017’de yapılan Mühürsüz Referandum’la hayata geçirilenlere kadar, 20 Ekim 1982 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiğinde 177 Madde ve 16 Geçici Madde’den oluşan Anayasa’nın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmü ve Başlangıç metni değiştirilmiş durumda. Anayasa’nın 1982’den bu yana birçok kez değiştirilmiş olması, Türkiye’nin sivil, demokratik, özgürlükçü,  çokkültürlü, laik ve sosyal devlete dayanan bir anayasaya ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyor.

Yeni bir anayasaya ihtiyacımız var, elimizdeki anayasa ne kadar değiştirile, değiştirile bugüne gelmiş olsa da Türkiye toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan hâlâ uzak. AKP’nin yıllardır diline doladığı “yeni” anayasa ise Türkiye toplumunun ihtiyaçlarıyla değil, Erdoğan’ın yeniden seçilmesi etrafında şekillenen siyasal ihtiyaçlarla ete kemiğe büründürülüyor: Erdoğan yeni bir anayasa değil, rahat rahat iki kere daha seçilebileceği bir anayasal güvence peşinde ve bunun yolunun da “anayasa değişikliği”nde değil “anayasanın değişikliği”nde olduğunu gayet iyi biliyor.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VERSUS ANAYASANIN DEĞİŞİKLİĞİ

1982 Anayasası 177 maddeden oluşmakta, farzımuhal yeni bir anayasa değişikliğine gidilse ve bu anayasanın (ilk dört maddesinin değiştirilemeyeceği bile teklif edilemeyeceği için)  173 maddesi baştan aşağı değiştirilse de bu anayasa 2709 Sayılı Kanun ile 7 Kasım 1982 tarihinde kabul edilerek 9 Kasım 1982’de Resmi Gazete’de (17863 Mükerrer) yayınlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’dır.  Örneğimize devam edelim, yeni bir anayasa yapılsa ve bu yine farzımuhal 177 maddelik yeni anayasanın 176 maddesi bir önceki anayasa (1982) ile aynı olsa bile bu anayasa artık yepyeni bir anayasa, söz temsili 2025 Anayasası’dır. Erdoğan bu 2025 Anayasası’na göre (1982 Anayasası’ndan farklı olarak) iki kere daha seçilme hakkına sahip olacaktır; bu onun Anayasal hakkıdır. Tıpkı yaşayan eski cumhurbaşkanları Abdullah Gül ve Ahmet Necdet Sezer’in de bu “yeni(2025)” anayasaya göre iki kere daha cumhurbaşkanı seçilme hakları olacağı gibi.

AKP’nin “yeni anayasa” iştiyakı da buradan kaynaklanıyor. Mevzu, yeni bir anayasa değil mevcut Anayasa’yı kanırtarak ve muhalefetin de bu karara ses çıkartmamasını fırsat bilerek üçüncü defa seçilmiş olan Erdoğan’ın önünde, yeniden seçilebilmek için fazla bir yolun kalmamış olmasıdır: Hatırlayalım; 2017’deki Mühürsüz Referandum 1982 Anayasası’nın kendi içerisinde yapılan bir değişiklikti ve bu daha önce iki defa (2014 ve 2018) Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Erdoğan’a bir kez daha seçilme hakkı vermiyordu. YSK ise 2017 Referandumu’nda bir sistem değişikliğine gidildiği ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildiği için Erdoğan’ın 2014’teki Cumhurbaşkanlığını görmezden geldi. Dolayısıyla YSK’nin yorumuna göre Erdoğan CBHS çerçevesinde 2018’de ilk (aslında ikinci) 2023’te de ikinci (aslında üçüncü) defa seçilmiş oldu.

Erdoğan’ın önünde seçimlerin yenilenmesine karar verme silahı hâlâ durmakta. Anayasa’nın 116. Maddesi “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” demesine rağmen belli ki Erdoğan, ekonomik krizin toplumu derinden etkilediği, yerel seçimlerde CHP’ye karşı ciddi bir yenilginin yaşadığı bir politik iklimde bu yolu kullanmayı riskli buluyor.

Yeni bir anayasanın kabulüyle birlikte Erdoğan 2028’de de 2033’te de Cumhurbaşkanı seçilmenin hayalini kuruyor; neden olmasın belki 2033’den olmadı bir yıl önce seçimlerin yenilenmesine karar vererek, misal 2032’de tekrar seçime gidip 2037’ye kadar cumhurbaşkanı kalmayı da deneyebilir. “Hadi canım sen de!” demeyin. Ne kadar süre cumhurbaşkanı kalacağını bilemem ama Erdoğan’ın kendini iktidara mahkûm ettiğini, ölene kadar iktidarda kalmanın yollarını aradığını ve Reistokrasi’nin tam da bu anlama geldiğini belki bin kez yazdım.

Bianet’de Ayça Söylemez’in sorularını yanıtlayan Ali Bilge, ta 2021 yılındaki röportajda benzer noktaların altını çizmiş; şöyle diyor Hoca: “Yeni Anayasa ile sorumluluğun sıfırlanması da amaçlanıyor. Sürekli keyfi adaletsizlik örnekleriyle karşı karşıya kalıyoruz, süre bitince bu adaletsizliklerin karşısına çıkmasından çekinen iktidar, çareyi süreyi uzatmakta bulabilir. Yeni Anayasa’yla esas hedeflenen de süre uzatımı[dır.]”

Ben de dilim döndüğünce Erdoğan’ın neden kendini iktidara mahkûm ettiğini ve ne yapıp edip iktidarda kalmanın yollarını arayacağını, Gazete Duvar’da 18 Nisan 2022’de yayınlanan Millî Şeflik'ten 'Reistokrasi'ye ve 30 Mayıs 2022’de yayınlanan Erdoğan Kendini İktidara Mahkûm Ederken başlıklı yazılarda izah etmeye çalışmıştım. Benzer şekilde Erdoğan’ın iktidara kendini mahkûm edişinin aynı zamanda AKP iktidarından AKP’nin iktidarına doğru bir gidişin taşlarını da döşemekte olduğunu da yazmaya çalışmıştım.

Ali Bilge, Mila Versteeg, Timothy Horley, Anne Meng, Mauricio Guim, Marilyn Guirguis’in kaleme aldıkları The Law And Politics of  Presidential Term Limit Evasion (Başkanlık Süresi Sınırlamasından Kaçınmanın Hukuk ve Siyaseti) başlıklı makaleye referansla dünya genelinde otokratik liderlerin kendi görev sürelerinin sınırlarını zorlayabilmek için ne tür yöntemler geliştirdiklerini de özetliyor. Ali Bilge’nin işaret ettiği makaleye baktığımızda Erdoğan yönetiminin bu amaçla “her tuşa basmaktan” geri durmadığını da görebiliyoruz.

EYY 1921 ANAYASASI RUHU!!

Erdoğan yeni anayasa tartışmalarını 1921 Anayasası’na referansla yürütüyor: 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yayınlanan Vizyon Belgesi’nde bile 1921 Anayasası’na referans verilerek yeni bir anayasa tartışması ortaya konuyordu: “Milletimizin güven duyacağı, demokrasi, refah, güç ve gelecek beklentilerini karşılayacak bir anayasa, olmazsa olmazdır. Milletin güven duygusuna hitap eden, güvence veren bir anayasa mimarisi şarttır. İnanıyoruz ve biliyoruz ki milletimiz 95 yıl önce [1921 Anayasası kastedilmekte] başardığını bugün de başarmaya kadim toplum sözleşmesi üzerine geleceğin demokratik Türkiye’sini daha da güçlendirmeye azimlidir, kararlıdır.”

AKP'nin 2021 yılında "Türkiye’nin yeni anayasaya ihtiyacı var” sözleriyle kamuoyuna duyurduğu anayasa çağrısına MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de o zaman tam destek vermişti. Dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül 1921 Anayasası’nı işaret ederek, "Bugün 1921 Anayasası'nın ruhuyla, cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken yeni bir toplumsal sözleşmeyi yine Gazi Meclisimizin iradesiyle, milletimizin iradesiyle yeni anayasayla taçlanacağına olan inancımız tamdır"demişti.

Gül şu şekilde devam ediyordu açıklamalarına: “İşte ilk Anayasamız, bu toprakların tapusunun kimde olduğunu gösteren bir mühürdür ve bu mührün sahibi de aziz milletimizin ta kendisidir. Tam da Gaziantep'e Gazilik unvanının verildiği kanunun çıktığı günden birkaç gün önce, 10 gün öncesinde bu Anayasa, bu ulvi çatı altında kabul edilmiştir… 1921 Anayasası, Türkiye'de yaşayan herkesin, her düşüncenin, her inancın, her anlayışın yansıdığı bir toplumsal sözleşme metnidir. Yine aynı anlayışla, 100 yıl sonra aynı ruhla bunun yine gerçekleşeceğine, 83 milyonu kuşatan, insan onurunu koruyan, hak ve özgürlükleri teminat altına alan yeni Anayasa'nın yapılacağına olan inancımız tamdır."

Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, CHP ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada "Güçlü parlamento, güçlü yerel demokrasi öneriyoruz. Tam da bu yerel ilkelerin yer aldığı 1921 Anayasası ilham kaynağı olarak değerlendirilebilir" demiş, ardından AKP'li Adalet Bakanı Gül, "Cumhuriyeti 1921 Anayasası ruhuyla taçlandıracağız" ifadesini kullanmıştı.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 2 Nisan’da (2024) düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı milletvekilleri iftar yemeğinde yaptığı konuşmada “1921 Anayasası’nda olduğu gibi katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkânı bu Meclis’te vardır. Bu bir fantezi değildir. Türkiye’nin demokratik standartlarının yükseltilmesi için bir zorunluluktur” ifadelerini kullanmıştı.

1921 ANAYASASI RUHU: BİR TAŞLA BİRKAÇ KUŞ VURMA KURNAZLIĞI

20 Ocak 1921’den, 19 Nisan 1924’e, yaklaşık üç buçuk yıl yürürlükte kalan; yürürlükte kaldığı süre zarfında 1876  Kanun-ı Esasî’sinin  hükümlerinin de korunduğu bir geçiş anayasası, 1921 Anayasası. 1921 Anayasası’nın yürürlükte olduğu dönem, Türkiye’nin, Cihan Harbi sonrası Milli Mücadele dönemini de, Cumhuriyet’in ilk yılını da kapsayan gerçekten olağan üstü, gerçekten çalkantılı bir dönemi; bir köşe yazısına sığdırılamayacak bu dönemi uzun uzun yazmak isterdim.

AKP’nin bu Anayasa’yı referans almasının 1921 Anayasası’nın tarihsel önemi vb. ile hiçbir alakası yok.  2024 yılında, 23 maddelik bir geçiş dönemi anayasasının referans alınmasının tek nedeni, bu anayasanın farklı toplumsal kesimlere şirin görünebilecek bazı maddeleridir. AKP, farklı toplumsal kesimlerin ilgisini çekeceğini düşündüğü  bu özelliğiyle yeni anayasanın temeline 1921’i yerleştirerek, tarikatçılardan, Kürtlere, Atatürkçülere farklı kesimlerin desteğini devşirmeyi amaçlamaktadır. Yeni anayasanın ruhunu teşkil edeceği söylenen 1921 Anayasası’nın bu yönünü başka bir yazıya bırakalım, AKP 1921 Anayasası’nda var olan bazı maddeler yardımıyla nasıl yeni anayasaya destek bulmayı planlamakta onu da gelecek haftalarda ele almaya gayret edeyim.

Keyifli günler...


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.