YAZARLAR

Bi skandalınız eksikti!

Ülke yangın yerine dönmüş, en azından bunu fark etmiş olmanız güzel, zulümden kastınızı bilsek iyi olurdu, ama o kadarına da şükür, bu esnada Zoom konuşmayı uygun bulmuyormuşsunuz, buna da eyvallah, fakat allahaşkına, ne konuşmayı uygun buluyorsunuz? Birkaç başlık sıralayın, ne olursunuz. Nedir sizin uygun bulduğunuz mevzu? Yıldız adayı delikanlımızın Real’e transferi mi, voleybolcu kadınların yeni uluslararası başarısı mı?

Ekrem İmamoğlu ile bazı CHP ilerigelenlerinin Zoom toplantısının sızdırılması, öyle anlaşılıyor ki, binlerce insanın ömürlerinin gasp edilip hapiste çürütülmeye çalışılmasından, insan hakları mefhumunun sözlükten silinmesinden, adalet denen yaratığınsa SİHA’larla havadan bombalanarak imha edilmesinden, hukuksuzluğun enginlere, yoksulluğun dipsiz kuyulara doğru yayılmasından, siyasetin kanlı bir gasp ve tahakküm oyununa dönüşmesinden, “Kuzey Suriye’den çıkmayız” açıklamasından, herkese her fırsatta çektirilen ezâ cefâdan, nasıl sayayım hepsini, işte, hepsinden daha önemli bir hadise. Her fırsatta canına okunan herkes için. O halde buyuralım, buradan yiyelim.

İlk lokma şu olsun: Biz neden başkası (muhtemelen “onlar”) bizim üstümüzde tepinirken bizimle kavgaya böylesine meraklıyızdır? Daha doğrusu düşkünüzdür. Daha da isabetlisi, başka yol bilmeyiz. Esas hasım en azından yakın vadede yenilecek gibi değilse, siyasî grup, hareket, parti vs. her türlü teşekkülün varlık sürdürme pratiği, “bizimle” kavga esasına dayanır. Yakındaki düşman hem daha kolay erişilir -kol mesafesinde- hem daha yakından tanınır, dolayısıyla daha kolay incitilir hem de gerilettiğinizde alanını mecburen en yakındakine, yani size bırakır, yani ufak mufak basbayağı iktidar alanı açar.

Fakat bu gelenekli görenekli izahat daha çok “sol hareket” bünyesinde olup bitenleri veya ancak CHP’yi şu veya bu nedenle takip etme bahtsızlığına uğramış insanların davranışını açıklamaya yarar. Bahtsızlığa uğramışlar, birkaç gruptan müteşekkildir: -düzen içi, düzen dışı, yavşak muteriz yahut radikal muhalif, hepsi- siyasîler bu bahtsızlığı, muhayyel “biz”in sınırlarını zihinlerde genişletip kendilerini daha bir önemsetmek maksadıyla bizzat yaratmış, gazeteciler bu dedikodusu bereketli alanın cazibesine kapılmış ya da meslek durumundan mecbur kalmış, seyircilerse meraktan veya alışkanlıktan kendini alamamışlardır.

CHP için karakteristik ve geleneksel -ve bıktırıcı- olan, “parti içi mücadele” denen şeyin bu partinin âlemindeki âdetâ yegâne hayat belirtisi sayılması.

Tabiî iki seçim arasında Ümit Özdağ gibi birine bakanlıklar bahşeden yazılı anlaşmalar, MİT başkanlığı takdimini içeren sözlü vaatler gibi orijinal buluşları, yirmi yıllık sağ iktidarı devirmeye aday “güçlendirilmiş demokrat” partinin ikinci turdaki tek vaadinin mültecileri gönderme olması gibi acayiplikleri saymazsak.

CHP’nin “dışına” yönelik yaptığı, bir devlet hizmeti. Nasıl MHP aynı hizmeti daha radikal ve patırtılı surette sağ kanattan yapıyorsa, CHP de devletin sol kanadı. Canım o da sol mu? Kusura bakılmasın, mevzuata göre bu kadar olabiliyor. İki kolunu yana açmış, dirseklerinden aşağısını kırıp öne uzatmış bir adam getirin gözünüzün önüne; büyük bir koli taşıyormuş gibi duran. Devlet olsun bu. İki kolun öne -bize- uzanan kısımları da CHP ile MHP, işte. Tabiî ikisinde de, ama işgal edilen alanın birtakım mecburiyetleri nedeniyle daha çok CHP’de, zaman zaman kolun dirsekten nereye bağlı olduğunu, es geçen, ihmal eden, yeterince önemsemeyen, hesaba katmayan, doğru bulmayan vesair birileri çıkabiliyor. Kesip atıyorlar veyahut yolunu bulup hizaya getiriyorlar. AKP denklemi bozdu, “kanat manat yok, hepsi bizim!” demeye kalktı, MHP’yi yanına katıverdiler, göz kulak olsun diye. CHP’ye anca devlet koalisyonunda “dışarıdan destek” konumu kaldı. Bazı komplikasyonlar doğuyor, yanılsamalara yolaçıyor.

Dışa yönelik devlet hizmetinin içeride getirileri var. Ana muhalefet milletvekilliği, basbayağı kıyak iş. Ana olmayıp üstelik senden daha muhalif hattâ mazallah sahici muhalif olanların horlanmasına, dışlanmasına, hürriyetlerinin gasp edilmesine, bazen ortadan kaldırılmasına bile iştirak edebiliyor, buna karşılık bu eylemin beş dakika öncesinde ne kadar ana ve ne kadar muhalefetsen o kadar ana ve o kadar muhalefet kalabiliyorsun. Zaman zaman çıkıyor, iktidarı yerden yere vurabiliyorsun, havan oluyor. Üstelik yerden yere vurma motiflerini genellikle iktidarın yeterince milliyetçilik, militaristlik, ayrımcılık yapmadığı ithamlarıyla bezeyebileceğin, gerçekte tam aksini yapman gereken mevzular arasından seçiyorsun. Mütemadiyen aslında devlete sesleniyorsun: “Senin asıl adamların bizleriz!” Muhalefet tasavvurun bundan ibaret. Hukuktu, yargıydı, adaletti, insan hakları ve haysiyetiydi, bunlarla gerçekten zerre kadar ilgin yok. Ayrıca bütün o ütülü takımlarınla, gülmeyen yüzünle, ezberlediğin için seçtiğin diyemeyeceğimiz kelimelerinle, dizginleri çoktandır başkalarının elindeki devletin sahibi rolünü sahiden ciddîye aldığını gösterir jestlerin-mimiklerinle, ne yapsan üstünden atamadığın, kusura bakma, dilimizdeki şahane terimlerden biridir, mıhs… halinle, zerre kadar da kıymeti harbiyen yok. Tek işlevin, civarında haklı hukuklu, adaletli, özgürlüklü bir gelecek için heveslenen, bunu eyleme döken insanlar çıkarsa bunların enerjisini emmek, soğurmak. Onları kendine katmak, başka çareleri olmadığı izlenimini yaratarak -ve maalesef çoğu zaman gerçeğini inşa ederek- peşine takmak, kendilerini tanıyamaz hale getirmek.

Evet, ne diyorduk? Meğer İmamoğlu’yla birileri toplanıp “değişim” planları yapmış, birileri de casusluk etmiş, kaydedip yayınlamış. Büyük skandal! Şu hayatsöndüren seçimine -biliyorum, eşekanırtan yokuşu gibi oldu; lâkin fena mı oldu?- giderken, bula bula ırkçı-ayrımcı motiflere sarılınması, Ümit Özdağ gibi biriyle bakanlık pazarlıkları -dediği doğruysa yazılı anlaşmaları- yapılması, skandal değil, İmamoğlu’nun Zoom toplantısıyla kulis yapması skandal ha? Af edersiniz, niye?

Durun! Açıklayabilirim! Çünkü dedikodusu bol muhabbetlere kapı açan, ulaşılabilir somut kişilere saldırı keyfi vaat eden, parti içinde böyle mücadele olunca parti dışına -ki memleketimiz oluyor- yönelik de faydalı işler yapılacağı, hattâ onyılların hülyası, “nihayet” harekete geçileceği beklentilerini canlandıran -can çıkar huy çıkmaz- işler bunlar. Mültecileri tek mesele kılan seçim propagandasını kurcalamaya kalktığınızda ise, Suriye üzerinden dönüp dolaşıp Kürtler konusuna bile toslayabilirsiniz. Alengirli, netameli durumlar…

Fakat CHP sözkonusuysa esas güdü bu bile olmayabilir. Kolay av peşindeki meslektaşlarımızın da günahı bol; “CHP kulisi” hep bereketli tarla.

Esas sebep şu: CHP’de siyaset yapılan yer, CHP. CHP’nin dışındaki, devlet siyaseti. “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” âlemi orası. Suruç’ta katledilen gençler, Cumartesi Anneleri, hiçbir suç işlemediği halde hapiste çürütülen insanlar yok o siyaset sahasında. Millî saydığımız birşeyleri “yabancılar” hele Batılılar ve hele Araplar satın alırsa muhalefet şahlanıyor, inşaat işçileri her gün birer-ikişer, tarım işçileri her hafta beşer onar öldürülürken bu seçkin muhalefet millî işadamına dönüp bozuk atmıyor. Resmî muhalefet, muhalefet adına siyaset yapmıyor. Mış gibi yapıyor. Çünkü bu da resmî muhalefetin aslî işlevlerinden.

Buna karşılık, parti içinde yapılan edilen konusunda hız sınırlaması yok. Başa geçmek isteyen olursa ona ne yapmak istediği soruluyor, o da ‘başa geçmek istiyorum’ diyemediği için değişimdi filandı birtakım laflar geveliyor, berikiler ‘aa, olur mu, başta biri varken başa geçilir mi, ayıp değil mi?’ diyorlar, o da ‘o zaman ben de Zoom’da toplarım milleti’ diyor, berikiler ‘bakın, Zoom’da toplanmışlar!’ diye haykıra haykıra kapılara vurarak mahalleyi turluyor. Ee?

CHP’nin, haydi becerebildiğimiz kadar nazik olalım, geleneksel-kurumsal diyelim, simâlarından, parti sözcüsü ve genel başkan yardımcısı biri şöyle söylemiş: “Ülke yangın yerine dönmüşken, millet zam, zulüm altında inlerken, zoom konuşmayı uygun bulmayız.” Şunu da eklemiş: “Partimizin kongreler süreci hızla ilerlerken, partimizin geleneklerine uymayan, hiyerarşisini dikkate almayan, etik olmayan toplantıları da uygun bulmayız.”

Uygun bulmamış, ama konuşuyor. Türk siyasetçisi, münasiptir. Bir şey demeyelim. Fakat, allahaşkına, şunu da sormadan geçemeyiz: Peki, anladık, ülke yangın yerine dönmüş, en azından bunu fark etmiş olmanız güzel, zulümden kastınızı bilsek iyi olurdu, ama o kadarına da şükür, bu esnada Zoom konuşmayı uygun bulmuyormuşsunuz, buna da eyvallah, fakat allahaşkına, ne konuşmayı uygun buluyorsunuz? Birkaç başlık sıralayın, ne olursunuz. Nedir sizin uygun bulduğunuz mevzu? Yıldız adayı delikanlımızın Real’e transferi mi, voleybolcu kadınların yeni uluslararası başarısı mı?

Birisi de çıksın, “partimiz şu konuda şu politikayı benimseyegeldi, artık şöyle yapmalıyız” desin. Yok! Kongreler süreci hızla ilerliyormuş! Acaba nereye ilerliyorlar? Yahu o vagonlar lunapark oyuncağı, hep aynı yerde dönüyor. Geleneklere uymayan neden uymuyor? Hangi geleneğe uymuyor? Sizin partiniz, Deniz Baykal’ın yıllar yılı olağanüstü kongreye -herhalde yine “hızla”- sürüklediği, kendiyle oynamaktan başka oyun bilmeyen bir resmî hizmet kuruluşu. Bünyenize katılıp sahiden birşeyleri değiştirmek isteyen herkesin ruhunu kurutan, öğüten, etikle alâkasını en son “Anayasa’ya aykırı ama evet” ile kesmiş bir naylon hiyerarşi heykeli. Bir tek bu konuda haklı, bay sözcü: Hiyerarşiyi dikkate almamak partiyi toptan yok saymak demek. Zira parti zaten bizatihi o hiyerarşi. Partiyi partiye, başkanını lidere benzetmemizi sağlayan bu. Yoksa, adı parti olan bu devlet kuruluşunu sahici siyasî parti yerine koyan iyi niyetli, fedakâr binlerce insan değil bu güya-partiliğin içini dolduran. Onlar içeri girebilseler zaten bu iç başka türlü dolardı. Seçim kaybetme haleti ruhiyesi milyonlarca insan tarafından itiraf edilemeyen bir kandırılmışlık hissiyle dolmazdı.