YAZARLAR

Gazlamacılar, taklacılar ve hakikat

Ankara şu anda İsrail devletinin fiilen başlamış soykırım girişiminin durdurulmasında rol oynayabilecek konumda. İktidarın, fiilen temsilî sıfat da taşıyan bülteni Yeni Şafak külliyen Yahudileri “lanetlenmiş” ilan eder, eski başbakan ve dışişleri bakanının partisi katliam seferine çıkmış militanları “yiğitler” diye selamlarken bu iş zor. Sahiden Gazze halkının esirgenmesi için icap eden çabayı bu tahrikkâr hamasetten uzak duran birilerinin göstermesi şart değil mi?

(Bu yazı İsrail'in hastane bombardımanından önce yazılmıştır) Sansasyonel strateji dehası Ahmet Davutoğlu’nun partisi, Hamas’ın İsrail köylerine saldırı görüntülerini içeren bir reklam videosu yayınladı. (Başka isim vermek zor.) Düpedüz, motorlu paraşütlerle sınırın öte yanına inen silahlı militanların görüntüleri eşliğinde Davutoğlu, “Mescid-i Aksa için ayağa kalkan kardeşlerimize selam olsun!” diye haykırıyor. Gerçi bana sorarsanız esas Davutoğlu azıcık ileride, yine kendisi dışında hiçbirimizin bir şeyleri anlayamayacağımızı iddia ederken, bilahare, Filistinlilerin ölüm kalım mücadelesini “kutsal yeri koruma” gayretine indirgerken sahneye geliyor. Ama sanırım kendisinin kişisel marifetleri pek az kimseyi ilgilendirecek ve insanlar aslen “eski Türk başbakanı ve dışişleri bakanının Hamas’ın saldırısını destekleyen partisi” konusunu çarpıcı bulacaklardır. Tabiî Ahmet Bey ve partisinden haberdar olanları kastediyorum ki, bu henüz herhangi bir istatistikte “diğer” kategorisinde yer aldığı için görünmeyen kalemlerden.

Hayat Bilgisi eğitiminin ilk yıllarında “Yahudi düşmanlığı”nı zihninin merkezî yerine yerleştirmiş Türk İslâmcısının, başka pek çok nedenle de iki tarafına perde çekilen gözleri, ateş eden kahramanı seçiyor, fakat atılan kurşunun kime isabet ettiğiyle ilgilenmiyor. Türkiye’de -birkaç dürüst ve vicdanlı insanı kenara koyarsak-, son yıllarda gitgide daha fazla faşistlikle içiçe geçmekte olan İslâmcı ideoloji böyle hallerde bir şahlanma havasına giriyor. Kendini doğrulanmış saydığı sonuçlar çıkaramayacağı durum zaten yok esasen. Şimdiki doğrulanmanın dayanağı, vaktiyle orada işi solcular götürüyor diye pek ilgilenmediği, son zamanda da iktidarın politikalarına göre gündemindeki yerini alta-üste kaydırdığı Filistin meselesinden: İsrail devletinin zalimliği. Buradan hareketle içindeki “Yahudi düşmanlığı”nı temize çıkaracak, bununla da kalmayıp herkese dayatacak, aklı sıra. Hâlihazırda tam da kendilerininkine çok benzer kafada faşistler ve faşistimsiler tarafından yönetilen İsrail devletinin zulmü, kibri, kendinden başkasını insandan saymazlığı -ve şu anda tam teşekküllü bir etnik temizlik ve soykırıma girişmeye çalışması-, faşistleşen Türk-İslâmcı’da, ezilene şefkatten çok ezene yönelik haset duygusu yaratıyor, anlayabildiğim kadarıyla.

Fakat devlet yönetme konumunda bulunulduğunda kazın ayağı meselesi gündeme geliyor ve İsrail ile ticarî ilişkiler, dünya politikasındaki dengeler, Ortadoğu’daki denklemler falan işe karışıyor, böylece katliama giden Hamas’çıların görüntüleri alkışlanamıyor, bizzat propaganda malzemesi olarak kullanılamıyor. Aksine, herhangi birimiz hoşa gitmeyecek şekilde parmağımızı oynattığımızda o parmağın üzerine iniveren satır, gazeteye sarılıp çekmeceye konuyor, yerini itidal çağrıları alıyor, laftan ibaret “sert çıkış”lar şunu bunu gözetmek zorunda kalıyor. İşte, doğan boşlukta, Davutoğlu gibi aslanlar, görüldüğü üzre, bayrağın yere düşmesine izin vermiyor, yüzlerce sivili öldürmüş militanları “Yiğitlere selam olsun!” haykırışlarıyla selamlıyor.

Fakat gerçekte Davutoğlu için ölçü verici olan, partisini İzzeddin el-Kassam Tugayları’yla aynı çizgiye oturtan bu şuursuzca hamasetten çok -yukarıda da andım-, kızı İsrail saldırısında öldürülmüş Filistinli babaya sarıldığı, beraber ağladıkları eski görüntülerin üzerine söylediği: “Bunu yaşamayan, Gazze’de işlenen cinayetleri anlayamaz!” Başbakanlığı memleketin en kanlı, kirli dönemlerinden birine denk gelmiş siyasetçi için ne muazzam pişkinlik… Haydi oradan!

Seçkinlik yanılsamasından beslenen Türk-İslâmcı kibrinin fevkindeki benmerkezcilik bir yana, o cenahın gerçeklikle ilişkisini koparan huy işte bu. Yahu siz kızı katledilmiş çaresiz babaya sarılışınızı bile propaganda malzemesi yapabilen birisiniz, bütün olarak Filistinlilerin kaderiyle sizden çok daha samimi ve çok daha fazla ilgili, fakat dünyaya bakışı sizinkine benzemeyen milyonla insana ne cüretle “anlayamazsınız” diyebiliyorsunuz? Fakat, artık öğrendik, Davutoğlu söz konusu olduğunda cüret müret, öyle sınırlar, hadler yok. Anlaşılan, partisinde de yok.

Öte yanda, sivillere yönelik şiddetin boyutları ve şekli yüzünden irkilmiş, sarsılmış, bunu içten içe reddeden Müslümanların vicdan muhasebesini durdurmaya uğraşanlar var. Hamas saldırısını desteklemese de işin çapını küçültmeye çalışanlar. İsrail Ordusu’nun -tıpkı “dünyayı idare eden yedi aile” palavralarındaki gibi- “protokol”leri olduğu, “asker esir düşeceğine ölsün” hükmü barındıran bu metinler uyarınca, Hamas’çılar bastıkları köylerde sivilleri esir almasınlar diye onları bizzat İsrail ordusunun öldürdüğü yollu akıl almaz lakırdıları yaymaya çabalayan, aklı başında bildiğimiz insanlar var. Yani inanmamızı bekledikleri şu: İnternet gazlamaları konusunda en şüpheci, en tecrübeli olanlarımız dahil hepimiz, şimdiye kadar edinebildiğimiz bilgiler ve izlediğimiz görüntülerden, neyin ne olduğunu hiç anlayamamışız, meğer İsrail ordusu “asker esir düşmesin” yazılı gizli protokoller gereği yüzlerce sivili bizzat öldürmüş!? İslâmcı olsaydım herhalde şu anda o katliamları bizden birilerinin yapmamış olmasını, her şeyi İsrail istihbaratının uydurmuş olmasını ben de isterdim. Heyhat…

Oysa onları katliamcı olarak görmemek için bunca takla atmak yerine, savaşçı-ırkçı hezeyanın doruklarda olduğu, faşistlerin bizzat evladı ölen veya kaçırılan ana babalara saldırmasına kadar vardığı İsrail’in içerisinden intikamcı şehvete itiraz eden cesur insanlarla aynı safa geçmek hiç zor değil. İnsanların ve insanlığın geleceği konusunda azıcık sorumlu davranarak ve doğuştan zerk edilmiş zehirli önyargılar yerine vicdanının sesini dinleyerek davranabilir insan. İnanın, zor değil. Hattâ bir defa böyle davranınca alışkanlık yapar, vazgeçemezsiniz. Nitekim şu anda, dünyanın her yerinde gırtlak gırtlağa getirilmeye çalışılan insanları -çünkü pompalanan gaz yalnız İsrail ve Filistin’de yaşayanları zehirlemiyor- bu cendereden kurtarabilecek şey, Müslüman veya Yahudi kimliğiyle birlikte hareket edebilecek olanlar.

İsrail dışında birçok Yahudi, özellikle ABD’de, yaratıcı eylemlerle ateşkes sağlamaya, İsrail’i kalkıştığı işten döndürmeye çabalıyor, Yahudi aydınlar olan bitende İsrail devletinin süregiden sorumluluğuna dikkat çekmeye uğraşıyorlar... Yeryüzünün çeşitli yerlerinde, tabiî özellikle ifade özgürlüğünün bulunduğu Batı ülkelerinde birçok Müslüman aydın, elbette bir yandan İsrail’in onlarca yıllık eziyet pratiğini meselenin temeline oturtmayı ihmal etmeksizin, Yahudi düşmanlığından uzak, katliamcı, savaşçı, intikamcı olmayan çözümler için didiniyor. Akademisyenler, gazeteciler işlerinden atılmayı, sıradan insanlar yakın çevrelerinden dışlanmayı göze alıp barış için, halkların en azından birbirlerine zarar vermeden bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorlar.

Dünya çapında, halkların savaşsız bir arada yaşayabilmesinden yana çalışan sol dinamiğin, güçlü, kitlesel siyasî hareketlere dönüşemeyecek ölçüde zayıf kalması, şüphesiz, faşistlerin yanı sıra, her türlü gazlamacılara ve taklacılara fazladan hareket alanı açıyor. Dürüstlüğünden şüphe edilmeyecek, uluslararası düzlemde etkili, insan hakları ve barış için sarf ettiği emekle itibar kazanmış solcu, demokrat siyasetçiler olabilseydi dünya siyasetinde. Yahudi Soykırımı’nı tanıyışını tarihe geçen meşhur diz çökme jestiyle bütün dünyaya ilan eden ve böylece en başta kendi ulusunun üzerindeki kapkara lekeyi azıcık küçülten Willy Brandt gibi biri, meselâ, şu anda olsaydı…

Güncel gerçeklikle ilişkisini ya tamamen koparmış ya da siyaset sandığı benmerkezci “duruş” merceğinden geçirerek çarpıtan günümüz solu ne yazık ki olan biteni etkileyecek konumda değil. İsrail devletinin -bıraksalar gözünü kırpmadan girişeceği belli- soykırım harekâtını en azından şu ana kadar geciktiren gücün ABD diplomasisi olması, bu harekât sınırlandırılabilecekse İsrail’i buna yalnız Washington’ın ikna edebileceği gibi fiilî-güncel şartlar, geleneksel sol tahayyül dünyasını zorladığı için kaale alınamıyor. Bunun yerine, her şeyin zaten emperyalizmin kabahati olduğu ezberi tekrarlanıyor. Hele Gazze halkının toptan katledilmesi ve/veya sürülmesi girişimi eğer durdurulabilecek ve görece mâkûl-insanî çözüm bulunabilecekse bunun -haklı olarak nefret ettiğimiz- o katil Suudi prensi ve başka Ortadoğu düzenbazlarının katılımıyla becerilebilecek oluşu, bütün bu unsurları baştan dışlayan ezberi daha da geçersiz kılıyor. Nihayet, emperyalistler ve işbirlikçileri takımını tamamen dışlayarak “Filistin halkının yanındayız” şiarıyla savaş açma yeğlenecekse bunun “gerici”-“yobaz” İran diktatörlüğü ve Hamas gibilerle aynı safa geçme anlamına gelecek oluşu, klasik besteyi armonisiz, ritmsiz, güfteyi anlamsız bırakıyor; sahneden iniyoruz.

İsrail’in, kuruluşundan başlayarak onlarca yıla uzanan icraatı içerisinde, önce silahlı örgüt(ler), sonra bizzat devlet olarak yürüttüğü pratik, apaçık ırkçı karakterde. Bunun inkâr edilecek yanı yok. Peki, Avrupa’nın batısında doğusunda, ortasında, Rusya’da… yaşadığı her yerde, tamamen ırkçı-yobazca saiklerle saldırıya uğramış, Ortadoğu’da, on binlercesi doğup büyüdüğü, ürettiği, değer kattığı ülkelerden sürülmüş bir halkın güven içinde yaşayacağı yere ihtiyacı olduğu tartışılabilir mi? Vaktiyle emperyalist büyük devletlerin katkısıyla, kalıcı düşmanlıklar yaratacak tarzda giderilmeye kalkılmış oluşu ya da bugün bu halkın siyasetçilerinin -içeriden onca muhalefete rağmen- apartheid rejimi kurmuş, soykırıma kalkmış oluşu, ihtiyacın sahiciliğini ortadan kaldırmıyor ki. Bunca karmaşık sorun sloganla mı çözülecek?

Irkçı-benmerkezci İslâmcı, “Bana ne, yok olsunlar!” diyecektir. Bizim iktidarın ana akım basın kılığındaki propaganda organı zaten nasıl “lanetlendiklerini” avazı çıktığı kadar bağırarak anlatmaya kalktı. Davutoğlu partisinin “yiğitlere selam olsun” videosuyla uyumludur.

Ankara şu anda İsrail devletinin fiilen başlamış soykırım girişiminin durdurulmasında rol oynayabilecek konumda. İktidarın, fiilen temsilî sıfat da taşıyan bülteni Yeni Şafak külliyen Yahudileri “lanetlenmiş” ilan eder, eski başbakan ve dışişleri bakanının partisi katliam seferine çıkmış militanları “yiğitler” diye selamlarken bu iş zor. Sahiden Gazze halkının esirgenmesi için icap eden çabayı bu tahrikkâr hamasetten uzak duran birilerinin göstermesi şart değil mi?

Fakat derdi sahiden Gazze’deki insanların katledilmemesi, acı çekmemesi olan kaç kişi var ki?

(ÖZÜR NOTU: Geçen yazımda yanlış bilgi aktardım. Yaşadığımız trajedinin gölgede kalan çok üzücü ayrıntılarından biri, İsrail’de bahçelerde, tarlalarda çalışan beş bin Taylandlı tarım işçisinin başına gelenler. Hamas’çılarca gelişigüzel taranan, barakaları ateşe verilen Taylandlı tarım işçilerinden birinin kafasının kesildiğini yazmıştım; güvendiğim bir kaynaktan aktararak. Bu doğrulanmadı. Ancak Taylandlı işçilerin yirmi birinin can verdiği biliniyor. Muhtemelen on dördü de kaçırıldı. Cesedi henüz bulunmamış kişiler olabileceğinden, Taylandlıların çoğunun pasaportları ateşe verilen barakalarda yandığı için kimlik tesbitleri eksiksiz yapılamadığından sayı kesin değil.)