YAZARLAR

İsrail’in muhtemel projesi

İsrail, Hamas’ın eylemini “Allah’ın lütfu” saydı ve aslında uzun zamandır aklında yatanı uygulamaya koydu. İmkân yaratılabildiği kadarıyla soykırımı da içeren süpürme harekâtı, tam teşkilatlı etnik temizlik bu.

Sandık ki, Hamas’ın İsrail’de giriştiği sivil katliamı üzerine İsrail devletini yöneten faşist ekip, “öyle olmaz, böyle olur” düsturuyla intikam harekâtına başladı. İlk birkaç gününde sistematik bombalama ve yerle bir etme operasyonu, olabildiğince fazla Filistinli öldürmeyi, böylece İsrail içinde intikam hırsıyla çarpan yürekleri soğutmayı hedeflemiş görünüyordu. Ancak İsrailli birtakım yöneticilerin Filistin halkını insandan saymadıklarını uluorta ilan edişleri düpedüz soykırım çağrıştırıyordu. Nitekim az sonra anlaşıldı ki, intikam sadece yüzeydeki ince tabaka.

Üstelik harekât, Hamas’ın eylemi üzerine tepkiyle verilmiş, dozu kaçmış kararların ürünü de değil. Benim gibi, sıcak gelişmeler oldukça yakından izlemeye gayret eden, somut olguları didikleyen aktarıcıların hissettiği şeyin, bölgeyi sürekli izleyen, uzman kimselerin -şimdilik pek açıkça konuşulmayan- tesbitleriyle uyumlu olduğunu görüyoruz: İsrail, Hamas’ın eylemini “Allah’ın lütfu” saydı ve aslında uzun zamandır aklında yatanı uygulamaya koydu. İmkân yaratılabildiği kadarıyla soykırımı da içeren süpürme harekâtı, tam teşkilatlı etnik temizlik bu.

Bunun nereyesini, nasılını konuşmadan, projenin Gazze ile sınırlı olmadığını, uysal-işbirlikçi Filistinlilerin yönetiminde olduğu için güya varlığına katlanılan delik deşik Batı Şeria’yı da kapsadığını ortaya koymalıyız. İsrail güçlerine veya civardaki kimseye herhangi bir saldırı olmaksızın, Batı Şeria’da 7 Ekim’den bu yana öldürülen Filistinli sayısı önceki gün itibarıyla 110’u aşmıştı. Bunların bazıları, ortada herhangi bir olay da yokken, tarlada şurada burada vurulan insanlar. Bir kısmı, evleri, köyleri basılıp öldürülenler. (“Göstericiler”, “protestocular” da var haliyle.) Failler, “yerleşimci” adı altında sahaya sürülmüş paramiliter faşistler ve silahlı sömürgeciler. Batı Şeria’da boşaltılan köyler, yakılan yıkılan evler, göçe zorlanan aileler, Gazze’nin kanı, tozu dumanı arasında güç bela haber olabiliyor. Yani şu anda İsrail aynı zamanda fiilen bir ilhak harekâtı sürdürüyor. (İsterseniz fetih diyelim de buradaki şuursuzlara ayna tutmuş olalım.)

Nâçizâne, meselenin idrak edilmediğini ya da mevzu can acıttığı için başların çevrildiğini sanıyorum. Uluslararası düzeyde, çoğu yorumlarda, İsrail harekâtının siyasî-diplomatik zayıflığına işaret olarak, hedefinin bilinmezliği gösteriliyor. Hamas ezildikten sonra Gazze’yi kimin yöneteceğine dair İsrail’in herhangi bir projesinin olmayışı sorun ediliyor. Nâçizâne, böyle bir projeye zaten gerek olmayacağını, çünkü “Hamas’ı yok etmek”ten kastın, bu örgütün yönetici ve kafa militanlarını sivil halkın arasından “ayıklamak”la uzaktan yakından alâkası olmadığını düşünüyorum. Gazze yerle bir edilecek, ölen ölecek, Hamas kalmayacak, sonra orada görece mâkûl şartlar altında yeni bir toplumsal hayat mı örgütlenecek!?..

Hadiselerin şu anda görünen muhemel seyir hattını değiştirecek, beklenmedik, köklü bir müdahale meydana gelmezse böyle bir şey görmeyeceğiz. Güney Gazze’ye sıkıştırılmış iki milyon insanın -İsrail’in elkoyacağı- kuzeye geçmesine izin verilmeyecek, “dünyanın en büyük açık cezaevi” diye bilinen yer, alanı yarısından azına indirilmiş haliyle, “en büyük toplama kampı”na dönüştürülecek. Açlık, sefalet ve hastalıkların pençesinde iki milyon insanın yavaş yavaş eriyerek yok olduğu, -çeşitli “katkı”larla bu sürecin hızlandırılabileceği- bu ufak toprak parçasına elkoymayı İsrailli faşistler bir süreliğine erteleyebilirler; oradan kimsenin burnunu dışarı uzatamamasını garantiledikten sonra. Bu süreyi de sayıları giderek azalan Filistinlileri alsınlar diye komşu devletlere rüşvet teklif ederek kısaltmaya çalışabilirler.

Böyle bir aşırı gerilim halinin sürdürülemeyeceğini düşünenler, bugüne kadarki sürece şöyle bir göz atabilirler. Filistinlilerin gerçekte onyıllardır “imkânı yok, böyle sürmez” şartlarında yaşadığını “dünya” pek bilmiyor. (Belgesel Sinemacılar Birliği’nin 1001 Belgesel Uluslararası Film Festivali için Filistin’den gönderilen filmleri izlediğimizde -güya meseleye yakın kişiler olarak dahi- ne hallere düştüğümüzü hatırlıyorum.)

Böyle bir acımasızca senaryonun gerçekleşmesi şüphesiz yalnız İsrail’in keyfine bağlı değil. Kendi içinden yükselecek itirazları, belki giderek daha açıkça yarı-resmîleşecek, rejimin daha sistemli kullanılan unsurları konumuna gelecek kendi SS’leriyle bastırabilse bile -ki bu İsrail’i ayakta tutan manevî-moral gücün büyük hasar alması anlamına gelecektir-, Filistinlilerin yok edilmesi projesini destekçiler ve işbirlikçiler olmaksızın yürütmesi mümkün olmaz. Çoluk çocuk dinlemeden yok etme harekâtının insafsızlığının, hele bu dehşete eşlik eden soykırımcı söylemin bütün dünyada yarattığı tepkinin artarak süreceği, çoğu yerde giderek açık düşmanlığa evrilebileceği gözönüne alındığında, destekçilerin işinin giderek zorlaşacağı öngörülebilir. Ancak İsrailli devlet yöneticilerini ve siyasetçileri her istediği alınan şımarık çocuk konumuna alıştırdılar; bütün süreç mantıkla yürütülebilecek midir, şüpheli.

Arap devletlerinin, kendi halklarının yoğun duygusal tepkilerine, itirazlarına rağmen Filistinlilerin -bu defa topyekûn- imhası projesine ne kadar destek verebileceği belirsiz. Burada elbette ahlâktan, insanlıktan sözetmiyoruz. Üçüncü Dünya devletlerini yönetenlerin çoğu bu bakımlardan emperyalistlerden beter. Fakat İsrail’in faşist yöneticilerinin de son derece tehlikeli şekilde meseleyi çektiği yer, yani yaşananları ezelî-ebedî Yahudi-Müslüman savaşının parçası kılma gayreti, Arap devletlerinin -zenginlik kaynaklarını bırakıp Londra’daki konaklarına kaçamayacak olan- yöneticilerinin elini kolunu bağlayabilir.

Öte yandan faşistliğin böylesine uhrevîleştirilmesi Netanyahu ve kafadarlarının ayağına dolanabilir. Dünyanın her tarafındaki Yahudileri ateşe attıklarının ya farkında değiller ya da bizzat bunu amaçlıyorlar. (Dağıstan’da İslâmcı-ırkçı bir grup, Tel Aviv’den gelen uçaktakileri linç etme amacıyla havalimanı bastı.) Faşistler sözkonusuysa akıl-mantık her zaman doğru cevabı getirmiyor.

Filistin halkının kaderinin, kendini Allah gözünde seçilmiş sayma sapkınlığıyla mâlûl Müslüman Kardeşler tipi ideolojilerle, Hamas gibi, başkalarıyla beraber yaşayamayacak örgütlerle içiçe geçmesi, sadece İsrailli dinci faşistlerin değil Filistin’in bütün düşmanlarının işini kolaylaştırıyor. Filistinlilerden kurtulma projeleri, birbirlerinden nefret eden birçok muktedirin gözlerini parlatıyor. Evet, Suudi Arabistan bugün İsrail’le normalleşme adımı atamaz, ama “şu Filistinlilerden bi kurtulsak!” arzusu da bu ahlâksız muktedirlerin hiçbirinin gönlünden kolay kolay silinmez.

İsrail’in hâlihazırdaki yöneticilerinin planlarının burada yansıtmaya çalıştığımdan daha dar çerçeveli, daha sınırlı olduğunu düşünmeyi meşru kılacak hiçbir sebep görünmüyor. ABD zor durumda kalacak olmasa saniye sektirmeksizin münasip bir soykırım planını uygulamaya koyarlardı. Buna karşı görünür tek sağlam engel, mâruz kaldığı korkunç dehşete rağmen ruhunu kinle sıvamayan, ırkçılaşmayan, insanlık gayretini terk etmeyen İsrailliler başta, şu anda ateşkes ve barış için dünyanın birçok yerinde ayağa kalkmış Yahudilerin haysiyeti ve direnci.

Güçlü enternasyonalist sol yaşasaydı…