YAZARLAR

Yeni dünyaya eski yöntemlerle

Bugünlük sözü bağlamak istediğim yer, ileri teknolojili, demokrasisiz dünyaya geçilirken bildik eski usûllerin bolca kullanılacağı. İçte dışta rahatsız edici unsurların yok edilmesi, devletlerin, rejimlerin en güncel, büyük meselesi. Zira burada söz konusu olan yalnız birtakım düşmanlar ya da düşman bellenmiş azınlıklar falan değil. Nüfusun büyük kısmı alenen gereksiz hale geldi, günümüzün egemen düzeninde.

Muhterem okurlar, etrafımızda yaşanan, içinde yaşadığımız büyük dönüşüme dair yazıp çizmeliyiz, fakat layıkıyla yapamıyoruz. Zira bilincinde değiliz. Biz Kemal Bey’le Meral Hanım’la uğraşıyoruz. Nâçiz ve aciz köşeyazarınızın ve ne yazık ki sizlerin de ait olduğu ve artık çekinmeden “eski devirler” dememiz gereken bugünlerin dünyası, oysa, son buluyor. “Yapay zekâ” denen oluşumun hayatımızı ve dünyamızı neye benzetmekte olduğunun farkında değiliz. İnsan denen yaratığın, hele toplum denen insan topluluklarının varoluş ve yaşama koşullarını tamamen değiştirecek bir mâmûl-yaratık var karşımızda. Ve insan dediğimiz canlının en sorumsuz, en berbat örneklerinden şımarık milyarder oğlan çocukları, yapay zekâya -en yoksullar, yoksunlar, elektriksiz dağ köylerindekiler ve ormanların derinliklerindekiler dışında- dünyadaki bütün bireylerle birebir ilişki kurma şansını verdiler. İnsan türünün en berbat gruplarından bir başkası, başkalarına tahakkümü hayatın anlamı olarak gören diktatörler, zalimler, zorbalar ise ellerini ovuşturarak, hep denetim altında tutabilecekleri yanılsamasıyla, yapay zekânın emeklemeye başlamasını izliyor, ayağa kalkmasını bekliyorlar. Bu konuda öylesine şuursuz ve cahiliz ki, bazı meslektaşlarımız yapay zekâya fotoğrafıyla, kalemiyle var olmayan yazar yarattırıp bununla eğlenebileceklerini sandılar. Oysa ilk elde çoğunluğu işsiz kalacak meslek grupları arasında biz gazeteciler varız.

Bu konuda size “sunum” yapmaya çalışacağım. Veya artık piyasadaki yapay zekâ ajanlarından birine hazırlattırırım, bilemiyorum… Gecikirsem geç kalmış olmayacağım. Çünkü zaten şu anda bile çok geç.

Bambaşka bir dünyaya varıldı ve dünyanın egemenleriyle azıcık şuurlu sağcılar gidişattan son derece memnun, çünkü hayallerindeki düzen ilk defa gözle görülür elle tutulur sûrette ufukta belirmiş bulunuyor: Rahatsız edici unsurlardan arındırılmış, seçilmişler toplumu. Demokrasiden, eşitlik hülyası bile değil, yoksuluyla zenginiyle insanların eşit haklarının var olması gerektiği fikrinden tiksinen kim varsa -şüphesiz kendi başına ne geleceğinden habersiz- bayram ediyor. Böyle bir gidişe itiraz etmesi umulacak insanlık kesimiyse, bambaşka bir zamana ait ezberlerine sarılmış, değişimin hiçbir yönünü görmek istemiyor, fikri yok, önerisi yok, ayrıca gücü yok. Şuursuz iyi insanlar kalabalığı da telefonuyla oynuyor.

Yapay zekâlı ortamın en bariz ürünlerinden biri “gerçek nedir?”in cevapsız kalışıysa, bir başkası insanlar arası iletişimin, tartışmanın, görüş alışverişinin imkânsızlaşması. Şimdiden yaşıyoruz bunu. Muhatabımızın fizikî gerçeklikte var olup olmadığını bile bilemeyeceğimiz zamana dayandık. (Yapay zekâya köşeyazarı imal ettiren meslektaşlarımızı başlarını duvardan duvara vururken getiriyorum gözlerimin önüne.) Tartışma, farklı seçenekleri savunma, bunlar arasında seçme… ve bütün bu süreçleri insanın duygusal âlemiyle iç içe geçmiş mantık işlemleriyle, kâh yanılarak kâh tökezleyerek, ama her an, kendi yol açtığını kendinin giderebileceğini bir şekilde bilerek yürütmek, insan dediğimiz toplumsal-siyasî yaratığın bizim tanıdığımız varoluş tarzı. Yapay zekânın yöneteceği ortamda buna yer yok. Aslında bize de yer olmayabilir. Göreceğiz.

Demokrasi gibi bir siyasî rejime yer olmadığını ise biliyoruz. Üstelik bu gelişme ve dönüşüm, kapitalizmin tamamen dizginsiz, denetimsiz kaldığı, şirketlerin biz sıradan insanlara gözden çıkarılabilir olduğumuzu her an her şekilde hissettirdiği, çünkü gerçekte de sadece bir kısmımızla işini yürütebildiği bir insanlık durumunda gerçekleşiyor.

“İşe yaramayan”ı ayıklama seçeneğini kültürünün kumanda merkezinde barındıran denetimsiz kapitalizmin elinde, insanlığın hali vakti yerinde, tahsilli, -yani aslında, tiksinsek de itiraf etmeliyiz ki:- belirleyici kesimini oyun oynayarak, eğlenerek, mutlulukla katılmaya sürükleyebildiği bir yeni ortam vaadi var: Rahatsız edici unsurlardan arınmış, steril mutluluk âlemi. Gelişmiş ülkelerin etrafına, bizimki gibi yerlerde makbûl yaşama alanının çevresine sınırlar çekilecek.

Distopik tasvirlerle, zaten kendi şartlarımızın kararttığı hayatlarımızı daha da karartmak değil niyetim. Ancak muazzam şuursuzluk içindeyiz, bilelim. Bugünlük sözü bağlamak istediğim yer, ileri teknolojili, demokrasisiz dünyaya geçilirken bildik eski usûllerin bolca kullanılacağı.

Özellikle devlet gücünün yoğunlaşması ve kullanımı konusunda bir tür geri gidiş yaşanacak. Bizde ortadan kaldırılmasının şüphesiz özgün yerli koşulları bulunan güçler ayrılığı mekanizması, küresel eğilime de uygun olarak, birçok yerde yok edilecek. On yıllardır insanların demokratikleşme, yasal güvencelere kavuşma mücadeleleri verdiği çoğu ülkede muktedirler direksiyonu bu yöne kırdı bile. Yasallık kavramının birden her yerde yok edilivermesini beklemek imkânsız görünse de, dünyanın en geniş ve derin demokrasisi ABD’de toplumun yarısının demokrasinin hemen her şeyini hiçe saymaya on-yirmi yıl içinde geçivermesi bize aksini düşündürüyor. Bunun gibi, yirmi-otuz yıl önce faşistlerin elli-yüz kişi toplayabildikleri mitingleri muazzam polis koruması altında zar zor yapabildikleri bazı Batı ülkelerinde şu anda basbayağı faşizan partilerin iktidarlara yürümeleri de ölçü verici. Sebebi, esas olarak göçmenler: Rahatsız edici unsurların yaklaşması!

İçte dışta rahatsız edici unsurların yok edilmesi, devletlerin, rejimlerin en güncel, büyük meselesi. Zira burada söz konusu olan yalnız birtakım düşmanlar ya da düşman bellenmiş azınlıklar falan değil. Nüfusun büyük kısmı alenen gereksiz hale geldi, günümüzün egemen düzeninde. Ancak evvelâ devlet rejimlerinin yeni dünyaya uydurulması gerekiyor. Göçmenleri yüzer hapishaneye tıkan İngiltere, sınırlarına yüzlerce kilometre jiletli tel çeken Orta Avrupa devletleri, göçmen teknesini göz göre göre batırıp 750 kişi öldüren Yunanistan Sahil Güvenlik’i gibi örnekler giderek artsa da, Avrupa Birliği, göçmenleri insandan saymama yönünde yasal adım atsa da, Batı şimdilik daha çok, kirli işleri para vererek Üçüncü Dünyalılara yaptırmaya, kendini yasallığa saygılı vs. tutmaya çalışıyor. Vladimir Putin de, yeni dünyaya geçişte eski dünya yöntemlerinin kaçınılmaz olduğunu esas alan “Doğulu” çizgiyi temsil ediyor. Umberto Eco’nun ruhu şâdolsun, bir tür yeni feodalizm ihtimalinden söz ediyordu. Bunu tür tür yeni çarlıklar, padişahlıklar vs. diye genişletmek mümkün. Dünyanın büyük bölümü böyle yönetiliyor, böyle yaşıyor.

Yapay zekâ, şımarık zengin oğlan çocuklarının elinde denetimsiz gözü dönmüş kapitalizmin insanlığın büyük kısmını gereksiz kılıp eleyecek gidişatı, herkes için geçerli yasaların ihlali, demokrasiyi imkânsız kılacak toplumsal kültür… Fakat gelinen noktada bilgisayarlar ve elektronik donanım yetmiyor, düpedüz jiletli tel gerekiyor, kilometrelerce. Huzuru kaçıracak olanların kolunu bacağını paralamak için. Trol ordularının dünyanın her tarafına elini kolunu uzatmasını sağlayan devlet şirketleri yetmiyor. Mahkûmları salıp paralı asker yapmak, çoğu zaman takılmasa da devlete devlet denmesi için en azından halen zarurî yasal mekanizmadan kaçmayı sağlayan özel ordu kurmak gerekiyor. Muhalifleri yüksek apartmanlardan attırmak, zehirletmek, sokak ortasında vurdurtmak, uçağını düşürüp adamlarıyla beraber öldürtmek gerekiyor. Prigojin krala kafa tutan feodal beydi, cezalandırıldı. Lâkin bir vakit sanal saldırı kıtasının başındaki adamdı da. İleri teknolojiyle kaba kuvvete dayalı devlet çözümlerinin terkibinde hassas davranamadı. Çizgiyi aştı. Veya birilerine fazla güvendi. Her hâlükârda devletin topluma karşı hukukî yükümlülükten ve denetimden arındırıldığı durumda devlet içi kuvvet mücadelesi de dizginsiz kalabiliyor.

İnsan uzun yıllar yaşayıp çok gazetecilik yapınca her haber bir başkasını çağırıyor zihnine: Orgeneral Eşref Bitlis de uçak kazasında ölmüştü. Allahın belası yıl 1993’ün Şubat’ında. Uğur Mumcu’nun otomobiline Ankara’nın ortasında bomba düzeneği kurulup öldürülmesinden az sonra, Sivas Madımak katliamından birkaç ay önce.