Ülkü Doğanay

TÜM YAZILARI
Kartların yeniden karılması mümkün İYİ Parti’nin masadan ayrılma kararını Kılıçdaroğlu’nun ve ittifakın önünü açabilecek bir hamle olarak da görmek mümkün. Kılıçdaroğlu’nun Akşener’e verdiği video yanıt bunun işaretlerini barındırıyor.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum Deprem, bu büyük felaket, bir kez daha biz sıradan insanların söz ve eylemiyle değerlenen “siyaset” olmadan bu enkazın altından çıkamayacağımızı gösteriyor. İktidarın tribünlerdeki “istifa” çağrısına bu kadar sert tepki göstermesi de, sokak protestolarını ayaklanma girişimi olarak değerlendirmesi de, sosyal medyayı susturması, yasaklaması da, üniversite kampüslerini deprem bahanesiyle boşaltması da bu “siyaset” korkusunun bir tezahürü. Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? Özenle ve profesyonelce hazırladıkları propaganda mesajlarında depremin şiddetini atom bombası ile karşılaştırmaları boşuna değil: “Eğer bir ülkeye 132 atom bombası atıldıysa, o ülke elbette savaş koşulları altındadır.” Savaş koşullarında ise seçim yapılmaz. “Asrın felaketini”, bugüne kadar her şeye rağmen seçimler zamanında yapılabildiği için hâlâ demokratik ülkeler liginde kabul edilen Türkiye’de elde kalan son hakları gasp etmek için bir fırsata çevirmek, başka kimin aklına gelebilirdi ki?
Muhalefet loading! Bir süredir, gücünü halktan, hep söyleyegeldiği gibi milli iradeden değil, “yapabiliyor olmak”tan alan bir yönetim modeliyle karşı karşıyayız ne de olsa. Buradaki asıl sorun, muhalefetin de bunu kanıksaması ve her seferinde iktidarı bir adım gerisinden takip etmesi. Kılıçdaroğlu’nun yeni yıl mesajında izleyenleri gülümseten “loading halkım loading” sözleri, sanki bütün yaşadıklarımızın ve bundan sonra yaşayacaklarımızın bir özeti. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? Muhalefetin iktidarın yargı üzerindeki gücünü kullanarak seçim öncesindeki ve sonrasındaki siyaset alanını dizayn etme kapasitesini abartma yoluyla sahneye koyduğu bu oyunu bozmak adına ne yapacağını bir an önce açıklığa kavuşturması gerekiyor. Umarım Türkiye tarihinde ilk kez aynı masanın etrafında bu kadar uzun süre oturmayı başaran “muhalefet”, bu sefer iktidarın ezberini bozacak siyasal araçların, her şeye rağmen ve hâlâ mümkün olduğunu fark eder. Muhalefet anayasa değişikliğine neden hayır demeli? İktidar, tıpkı AKP çevresinin kuruluş yıllarında sıkça atıf verdiği ve tarihteki ilk Anayasa olarak adlandırdığı “Medine Vesikası”ndaki gibi, her cemaatin kendi inançlarına göre, kendi hukuk düzeni altında yaşadığı, böylece bugünün evrensel hukuk ilkelerine göre suç teşkil eden her türlü istismarın cemaatlerin ve “kutsal aile”nin yüksek duvarları ardında saklı kaldığı, din temelli bir rejim inşasını bir seçim vaadi olarak sunmanın hazırlığını yapıyor. Meclis'teki şiddetten cemaatte istismara uzanan yol Bugün 6 yaşındaki çocuğun “gelinlik” giydirilerek stüdyoda çekilen fotoğrafı mozaiklenerek yayınlandı. Fotoğrafta, bir oyunun içinde olduğunu sanan çocuğun yüzü seçilemiyor. Ama gelinliği tamamlayan takı çantasını taşıdığı altı yaşındaki küçücük eli, herkesin bilip de kimsenin konuşmadığı gerçeği tüm yalınlığıyla gözümüzün önüne seriyor. Altılı Masa'nın anayasa değişikliği bizi buhrandan çıkarır mı? Anayasanın ya da yasal reformların gücünü küçümsemeden, sadece içinde yaşadığımız kabusa şöyle bir bakarak, iyi niyetle yapılan anayasal ya da yasal değişikliklerin neden kendi başına yeterli olmayacağını anlamak mümkün. Kabul etmediğimizi, itiraz ettiğimizi her fırsatta söylemek ve masanın etrafında oturanlardan hangisine oy verecek olursak olalım, muhalefeti değişime zorlamak da gerekiyor. Kader diyemezsin sen kendin ettin “Kader planı”ndan söz etmesi, tıpkı zamanında Soma için yaptığı “fıtrat” açıklamasında olduğu gibi, son derece dünyevi bir amaca hizmet ediyor. Seçim yaklaşırken, bir kez daha, kendi kaderini seçmenin “biz” ve “bizden olmayanlar” olarak ayrıştırılmasına bağlıyor. 41 işçinin canına mal olan ihmalin üzerine gitmek yerine toplumu “biz” ve “bizimle, bizim inancımızla dalga geçenler” olarak ikiye bölüyor.  Gol mü oldu? Uzun süredir kamuoyunun gündemini belirleme konusunda sıkıntı yaşayan AKP’nin, tam da sansür yasasının konuşulması gereken günlerde, nur topu gibi bir başörtüsü ve anayasa değişikliği gündemi oldu. Gol oldu. AKP’nin 2023 seçim kampanyası bize ne vadediyor? Müzik, eğlence, tatil hevesinin süflilik olarak damgalanması ile okumuş yazmış insanlara, doktorlara, bilim insanlarına, sanatçılara, müzisyenlere duyulan öfkenin böylesine körüklenmesi arasındaki bağ, tam da bu vaadin seçim öncesinde bir kampanya malzemesi olarak nasıl işlevselleştirileceği ile ilgili. Tam seçim atmosferi Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını tek başına ve kendinden beklenenin çok üzerinde bir performansla yürütüyor. Hemen yanında “ben başbakan olacağım” diyen Meral Akşener. HDP’nin de içinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı'nın desteği olmadan, en azından birincisinin hedeflerine ulaşması hemen hemen imkânsız görünüyor. Çok soru, çoklu denklemler, ikircikli bir hava… Tam seçim atmosferi. Hele şu kış bir geçsin. Bahar hep gelir. AKP’nin 2023 yılı seçim kampanyası: Marjinal siyaseti merkeze taşımak Sizin gibi, benim gibi her insanı ortak düşmanınız olarak tanımlayan bir yola gidiyor. Sadece LGBTİ+’lara değil, kadınlara, kadın bedenine de düşman bir yıkım siyasetini, din ve yerlilik kisvesiyle pazarlamaya çalışıyor. Bize yaptığı en büyük kötülük bu marjinal siyaseti merkeze taşıması. Herkesten şüphe edin, herkesi bir tehdit olarak görün, her taşın altında bir bit yeniği arayın ki, sığınacak güvenli liman bulmak için hiçbir şeyin değişmemesine razı gelin istiyor. Bir duvarın gölgesinde soluklanmak Gazete Duvar, sadece yazılarımı yazdığım bir mecra değil, gönülden bağlandığım, kendimi parçası hissettiğim bir yer oldu. Yazmanın benim için her zaman sağaltıcı bir yanı olmuştur. İçimi kemirip duran meselelerin, anlaşmazlıkların, anlamaya, açıklamaya çalıştığım garipliklerin yükünü ilk gençlik yıllarımdan bu yana hep yazarak attım. Belki siz okurlara yansıtmadım ama Duvar’daki yazılarımın içimdeki fırtınaları dindirmeme çok katkısı oldu. Sahi iyi miyiz? Oysa bugünlerde muhalefetin yapması gereken “sahi iyi misiniz?” sorusunu iktidara değil de bizlere yöneltmesi. Güçlendirilmiş, iyileştirilmiş hatta mükemmelleştirilmiş parlamenter sistemin nasıl olması gerektiği üzerine uzun uzun toplanıp sayfalar dolusu raporlar hazırlayan partiler kağıt üzerinde uzlaştıkları bu “en iyi” sistemi hep birlikte inşa ettiklerinde, biz yurttaşlar iyi olacak mıyız? İktidarın ‘Kürt sorunu meselesi’: Hiçbir şey olmasa da bir şey olacak Cumhurbaşkanı’nın yeni yasama yılının açılışında Kürt sorununa işaret ederek “yok öyle bir meselemiz” çıkışı, muhalefetin birlikte hareket ederek elde ettiği “söyleme çağırma” üstünlüğüne ivedi bir yanıt verme zorunluluğundan geliyor. Yalanla Mücadele Bakanlığı Bize balkondan bakanlar ve zedelenen yurttaşlık onurumuz Belki çok da çabalamaya gerek yok. Bizlerin, yani o balkonda sıraya dizilmek için birbirini itip kakmak yerine meydanlarda birbirlerine sarılanların anlayabileceği işler değil bunlar... İktidar da muhalefet de video seyrinde… Muhalefetin Sedat Peker’in ortaya döktüğü ilişkiler ve aktardığı olaylar karşısında çıkardığı sesin cılızlığı, bize meşru bir talep olarak dahi “temiz siyaset”in ne denli uzak olduğunu gösteriyor. Hadi yine iyisiniz! Neyse ki dün, Sayın Cumhurbaşkanı bir yıldır dükkanlarını doğru düzgün açamayan küçük esnafa müjdeyi verdi: Eğer hâlâ hayatta ve ayaktaysalar, 3 bin ya da 5 bin lira destekle ödüllendirilecekler... Otoriter yönetimlerden pandemiyi fırsata çevirme dersleri Milyonlarca çocuk, genç, yaşlı ve kadın, “bir kriz geldiğinde yönetimin gözünde tek kelimeyle var olmadıklarını bildikleri” için erkenden yollara dökülen Hindistanlı göçmen işçiler gibi yalnızız... Birlikte susmamak AKP’nin siyasal iletişim bakımından üst üste vahim hatalar yaptığı günlerden geçiyoruz. İktidarın performans siyasetinde figüranı oynamak Performans siyaseti, her seferinde daha fazlasını ve aslında sorunlara çözüm olmayı değil, bizzat bu sorunların sürüp gitmesini ve baş edilmesi gereken yeni sorunların ortaya çıkmasınını gerektiriyor. Mesele İstanbul Sözleşmesi değil, siz hâlâ anlamadınız mı? Kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanını önlemek için çıkarılan bir torba kanunun içine, iktidara derneklerin başına kayyum atama yetkisi veren bir madde mi eklenmiş? Anayasa Mahkemesi’ne götürelim. İktidar sosyal medyayı tümüyle kontrol altına almak için yasa mı çıkarmış? Adres belli: Anayasa Mahkemesi. Birer demokratik kitle örgütü olan baroları bölüp gücünü zayıflatacak çoklu baro yasası mı çıkarılıyor? CHP Anayasa Mahkemesi’ne gider. Kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler ve tüm dikenler Kendi değerlerine, görüşlerine, yapıp ettiklerine muhalif olan herkesi “marjinaller”, “sapkınlar”, “başı ezilmesi gereken yılanlar”, “teröristler” olarak damgalayan bir iktidarın “dikenler” olarak adlandırdığı her kimse, daha en başından onların haklarını tanımayacağını, apaçık bir vaat olarak tüm dünyanın gözleri önüne serdiğine tanık oluyoruz. Bu vaade, kendi vasatının güvenli bölgesini tanımlamak adına ihtiyacı var. Yaşlı erkek siyasetin kadınlar ve gençlerle imtihanı Her gün, her akşam, her kanalda, her mecrada konuşan “yaşlı erkek siyaseti”, gençlere ve biz kadınlara ne olduğumuzu ve ne olmamız gerektiğini söyleyip duruyor. Gençleri analarına, anaları ise kocalarına emanet eden nutuklar atarken, her yerde ve elbette sandıkta da, sadece ve sadece onların bizim adımıza düşünen aklına itaat etmemizi istiyorlar. Gökten üç müjde düştü: Biri sana, biri bana, biri Bulu’ya... Gerçekleşmesi ne denli imkânsız, pazarladığı hayal ne kadar büyükse, müjdenin yeni rejimin sürdürülebilirliği bakımından katkısı o denli önemli görünüyor. Çünkü çağdaş dünyada eşi benzeri, bir örneği olmayan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bu “yeni rejim”i yapılabilir, makul ve gerekli olanla açıklamak, ilişkilendirmek ne mümkün ne de anlamlı. Marjinal bir çoğunluk Eylemi sürdüren öğrencileri sapkınlıkla, marjinallikle suçlayan, açıkça insan haklarına aykırı bir dille nefret söylemi üreten iktidar sözcüleri, ne öğrencilerin ve hocaların eylemlerinin ne de dile getirdikleri taleplerinin neden marjinal olduğunu açıklayabilmiş değil. Asıl marjinal olan, LGBTİ+ haklarını insan hakları olarak ele almayı “sapkınlık”; öğrencilerin üniversitelerin demokratik usullerle yönetilmesini istemesini “terörle iltisaklılık” gören zihniyetin kendisi... Orantısız kuvvet, muktedir mağduriyet Bir öğrenci çalışması üzerinden bir bardak suda koparılmaya çalışılan bu fırtına, iktidarın her kriz anında olduğu gibi bu sefer de, hiçbir inandırıcılığı olmasa dahi “camiye ayakkabıyla girdiler, bira içtiler”, “Taksim’de feministler ezan okunurken slogan attılar”, “minareden Çav Bella çaldılar”, “başörtülü bacılarımıza saldırdılar” senaryolarının yarattığı duygu birliğine umarsızca ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Batıcılar, fetöcüler ve ‘seni mahkemeye verir miyiz evlat’çılar Bakın kamu bankası “koskoca Serdar Ortaç”ın ödeyemediği kredi borçlarını “seni mahkemeye verir miyiz evlat” diyerek bir çırpıda erteleyivermiş. Üniversite hastanelerinin elinde aşı olacak sağlık çalışanlarına ek olarak bir de aşı olacak torpilliler listesi varmış. Sosyal yardım almak için AKP’ye üye olmak, halka ucuz ekmek satmak için ise CHP’li belediye olmamak şartmış. Mış…. mış…. mış…