YAZARLAR

Mesele İstanbul Sözleşmesi değil, siz hâlâ anlamadınız mı?

Kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanını önlemek için çıkarılan bir torba kanunun içine, iktidara derneklerin başına kayyum atama yetkisi veren bir madde mi eklenmiş? Anayasa Mahkemesi’ne götürelim. İktidar sosyal medyayı tümüyle kontrol altına almak için yasa mı çıkarmış? Adres belli: Anayasa Mahkemesi. Birer demokratik kitle örgütü olan baroları bölüp gücünü zayıflatacak çoklu baro yasası mı çıkarılıyor? CHP Anayasa Mahkemesi’ne gider.

CHP üst üste toplantılar yapıp kararını vermiş. Karar bir gece ansızın yayınlandığından, CHP de olağanüstü toplanmış mecburen. İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı tarafından feshedilmesini Danıştay’a götürecekmiş. Kadın örgütlerine de çağrı yapıp davaya taraf olmalarını isteyecekmiş. Zira fesih kararı hukuksuzmuş. Cumhurbaşkanı TBMM’nin onayından geçen bir Uluslararası Sözleşmeyi kendi imzasıyla feshedemezmiş. Yüzbinlerce kişinin hayatını karartan OHAL kararnamelerinden alışageldiğimiz şekliyle bir gece ansızın Resmî Gazete’de yayınlanan fesih kararı karşısında gün boyu toplantılar yaptığını açıklayan Anamuhalefet Partisi bir kez daha konumunun gerektirdiği vakara uygun biçimde gereğini yapmış. Sabahtan beri hop oturup hop kalkıyordum. Kadın platformlarından acil toplantı çağrıları geliyordu. İllere göre eylem saatleri açıklanıyordu bir yandan. Sosyal medyadan olup biteni takip etmeye çalışıyordum. Bir ara bakarım diye telefonuma indirdiğim Clubhouse’a bile girdim. Girdiğim odada yurtdışından katılan konuşmacılar çoğunluktaydı. Kadınların sokağa çıkmasının ne denli önemli olduğunu, bunun artık bir dönüm noktası, varlık yokluk meselesi olduğunu söylüyorlardı. Güzel, güç veren, motive eden cümlelerle… “Elimde olsa hemen uçağa binip gelirdim, ben de katılırdım, zaten ben Türkiye’deyken ne çok mücadele ettim…” diye eklemeyi de unutmuyorlardı. İşte biz Türkiye’dekiler hemen üzerimize düşeni yapmalı, hak kazanımlarımızın böyle bir kişinin dudağından çıkan iki cümleyle heba edilmesine izin vermemeliydik. Vermeyeceğiz elbette. O ayrı… Clubhouse’dan çıkıp EŞİK’in toplantısına girdim. Kadın örgütlerinin ve platformun üyesi 300’den fazla kadın, İstanbul Sözleşmesi’nin koruduğu haklar için mücadele etme kararlılığını dile getirip mücadele stratejileri üzerine konuşmaya başlamıştı bile.

Ne diyordum? CHP her zamanki gibi duruma el koymuş. Karar hukuksuz olduğuna göre, Danıştay da bu hukuksuz kararı iptal edince, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi hükümsüz kalacağına göre, bu mesele de böylece başarılı biçimde nihayete erecektir diye düşünüp derin bir oh çekmiştim ki, birden şeytan dürttü. Diyelim, Danıştay’da gözü kara bir hâkim, emekli edilmeyi, kızağa çekilmeyi, görevden alınmayı ya da tenzil-i rütbeye uğramayı göze alarak CHP’nin itirazına “Doğrudur, TBMM’de onaylanarak kabul edilen uluslararası sözleşmeler TBMM tarafından feshedilir, bu sebeple Cumhurbaşkanı’nın Resmî Gazete’de yayınlanan kararı yok hükmündedir” dedi. Olmaz mı, olur. Bu durumda kendi partisinden gelen itirazlara dahi kulak tıkayarak sözleşmeyi feshettiğini cümle aleme ilan eden irade “Tamam o zaman” mı diyecek? Yoksa kendi başına karar alma yetisini ve vicdanının sesini çoktan kaybetmiş Meclis'teki çoğunluğuna verdiği talimatla bir kez daha geri dönülmez biçimde Sözleşme’nin feshini mi oylatacak?

Bu gibi durumlarda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Merkezi’nde, işte o toplantılar hangi odalarda yapılıyorsa o odalardan birinde duran bir dosya dolabının üst rafında, üzerindeki toz tabakası parmak izleriyle bozulmuş bir klasör canlanıyor gözümün önünde. Klasör kalın değilse de içinde barındırdığı matbuatın ağırlığına uygun biçimde, koyu renk suni deri ile kaplı olmalı… Duruma göre, yeri geldikçe o klasör açılıyor: Her geçen gün cenderesini daha da sıkarak kadınlara, LGBTİ+'lara, gençlere, Kürtlere, demokratlara, kısaca demokratik bir ülkede eşit ve özgür bir yaşam hayali kuran ve bunun için mücadele eden herkese nefes alacak alan bırakmama konusunda durmaksızın yeni icatlar geliştiren iktidarın şapkasından çıkan her türlü sürprize uygun düşecek birkaç yaprak çıkarılıyor. Ah mesela, kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanını önlemek için çıkarılan bir torba kanunun içine, iktidara derneklerin başına kayyum atama yetkisi veren bir madde mi eklenmiş? Anayasa Mahkemesi’ne götürelim. İktidar sosyal medyayı tümüyle kontrol altına almak için yasa mı çıkarmış? Adres belli: Anayasa Mahkemesi. Birer demokratik kitle örgütü olan baroları bölüp gücünü zayıflatacak çoklu baro yasası mı çıkarılıyor? CHP Anayasa Mahkemesi’ne gider. Şahsa özel infaz yasası düzenlemesiyle organize suç örgütü lideri serbest mi bırakılıyor? CHP Anayasa Mahkemesi’ne götürür. Türkiye’de rejimi değiştiren 16 Nisan referandumunda mühürsüz oylar YSK’nin son dakika kararıyla geçerli mi sayıldı? CHP Danıştay’a götürür.

Anamuhalefet Partisi böylesine etkili yollarla hukuk mücadelesi vermeye devam ederken ne mi oluyor peki? Geçtiğimiz günlerde CHP’nin etkili muhalefet adına başlıca yol olarak benimsediği Anayasa Mahkemesi’nde boşalan sandalyeye, Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Başsavcısı iken HSK tarafından Yargıtay’a seçilen İrfan Fidan atanıyor. Ancak atama kararında Cumhurbaşkanı’nın imzası olsa da, yaptıkları oylamayla Gezi Davası, Osman Kavala Davası, Barış için Akademisyenler Davası, MİT Tırları Davası gibi Anayasa Mahkemesi’nin önüne de giden siyaseten kritik davaların iddianamesini yazan İrfan Fidan’ı, burada tek bir dosyanın kapağını açmadan AYM’ye seçenler de Yargıtay üyeleri. İşte bu Yargıtay üyeleri, ibret-i alemlik bir kararla, ömrünü hak mücadelesine adamış, belli bir görüşün, ideolojinin, inancın, yaşam tarzının mensuplarının değil, haksızlığa uğrayan herkesin sesi olmak için neredeyse tek başına çabalayan Ömer Faruk Gergerlioğlu’na bir retweet sebebiyle verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasını görülmemiş bir hızla onaylıyor. Onaylanan karar TBMM’ye gönderiliyor ve Meclis Genel Kurulu’nda alelacele okunarak Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürülürken belki o sıralar Anayasa Mahkemesi’ne yeni bir itiraz başvurusu hazırlığında olan CHP’li vekillerin çoğu Genel Kurul’da bulunarak Gergerlioğlu’na destek olmaktan imtina ediyorlar. Sonrasında Genel Kurul salonunu boşaltmayarak kararı protesto ettiğinde de, Meclis’i terk etmeyerek direnişini sürdürdüğünde de ve nihayet dün sabah, namaz kılmak için abdest almak istediğinde, üzerinde pijamaları ve ayağında terliğiyle gözaltına alınırken de CHP’li vekiller Gergerlioğlu’nu yalnız bırakıyorlar.

Yıllardır yaşanan apaçık hak ihlalleri ve demokrasinin göz göre göre katledilmesi karşısında, CHP Milletvekili Enis Berberlioğlu’nun MİT Tırları Davası’nda 25 yıl ceza alarak tutuklanması üzerine başlattığı, ancak Silivri’den Edirne’ye uzanamayan Adalet Yürüyüşü’nü saymazsak, etkili muhalefet adına yaptığı başlıca iş salı günleri Meclis grubunda konuşup, gerek gördükçe mahkemeye gitmek olan bir Anamuhalefet Partisi ile baş başayız. Şimdi bu partiden İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak adına yeni bir şey yapmasını beklemek elbette nafile. İstanbul Sözleşmesi’ne kadınlar, LGBTİ+’lar, laik, demokratik, insan haklarına saygılı, eşitlikçi bir ülkede insanca yaşamak isteyen bizler sahip çıkarız beyler, siz merak etmeyin. Ama mesele İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak ya da Sözleşme’de kalmak değil. Mesele topyekûn bir demokrasi meselesi. İnsan hakları meselesi. Anayasayı savunma, Meclis'i savunma meselesi. Türkiye’nin dünyanın medeni kısmıyla ilişkilerinin bundan sonra nasıl olacağı meselesi. Mesele, bugün HDP’nin ve Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun başına gelenler, yarın size de yapıldığında hakkınızı korumak için Genel Kurul salonunda kimlerin olacağı meselesi. Siz hâlâ anlamadınız mı?

 

Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.