YAZARLAR

İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefet için her yol aynı kavşağa mı çıkıyor?

Muhalefetin iktidarın yargı üzerindeki gücünü kullanarak seçim öncesindeki ve sonrasındaki siyaset alanını dizayn etme kapasitesini abartma yoluyla sahneye koyduğu bu oyunu bozmak adına ne yapacağını bir an önce açıklığa kavuşturması gerekiyor. Umarım Türkiye tarihinde ilk kez aynı masanın etrafında bu kadar uzun süre oturmayı başaran “muhalefet”, bu sefer iktidarın ezberini bozacak siyasal araçların, her şeye rağmen ve hâlâ mümkün olduğunu fark eder.

Muhalefet partilerinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 aylık cezanın olası sonuçları karşısında nasıl bir tutum alacağına dair yol haritası henüz belli değil. Tıpkı muhalefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağının belli olmadığı gibi, İmamoğlu’na verilen cezanın istinafta kesinleşip Yargıtay’da onanması ve bunun da seçimden önce gerçekleşmesi durumunda muhalefetin nasıl bir tavır alacağını bilemiyoruz. Mesela, iktidar seçimden önce İstanbul Büyükşehir Belediyesine el koyarsa muhalefet ne yapacak? İmamoğlu aday olur da son dakikada siyasi yasaklı hale getirilirse muhalefet ne yapacak? İmamoğlu aday olmaz da Kılıçdaroğlu aday olursa, hatta diyelim, ikinci turda seçimi kazanır ama bu süre zarfında hakkında açılmış olan onlarca davadan birinden, mesela yeni basın yasasıyla halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymakla suçlandığı bu davadan hapis cezası çıkarsa, artık milletvekili dokunulmazlığı da olmayacağına göre henüz mazbatasını almadan verilecek bir siyaset yasağı hükmü yürürlüğe girerse?  Ya da diyelim, aynı senaryo daha geçen ay hakkında açılan FETÖ soruşturmasına gizli tanık eklenen Meral Akşener için yürürlüğe konursa, Erdoğan’ın karşısında aday olur da son ana kadar hakkında çıkabilecek ceza başının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanırken seçime girerse ne olur? Demeye çalıştığım, yargı üzerindeki gücünü muhalefeti dizayn etmek için kullanan bir iktidar karşısında ne yapacağına dair “o zaman biz de Anayasa Mahkemesine başvururuz” demenin ötesinde bir eylem planı yoksa, muhalefet her yolun aynı kavşağa çıktığı bu seçimi baştan kaybetmiş sayılmaz mı?

Davaya bakan hâkimin taşraya sürülüp yerine yenisinin atanması sebebiyle aslında sürpriz olmayan İmamoğlu kararının üzerinden geçen bir haftalık sürede, ilk başta İmamoğlu’nun yıldızını parlatacağı için iktidarın aleyhine işleyeceği düşünülen bu hukuksuz kararın pek de o amaca hizmet etmediği ortaya çıktı: İktidar ve ortaklarının seçimi kazanmak için “her şeyi yapabileceğine”, yani her şeyi göze aldığına, hedefine ulaşmak için YSK ve yargı da dahil tüm araçları elinde tuttuğuna ve bu konuda yapabileceklerinin bir sınırının olmadığına dair pek çok emare ortaya saçıldı. Önce, kararın duyurulmasının hemen ertesi günü, 15 Aralık’ta İmamoğlu’nun yargılandığı davanın savcısının mahkemeden “yıllık izine çıkacağı” için gerekçeli kararın ivedilikle tebliğ edilmesini talep ettiğini ve kararı istinafa götüreceğini öğrendik. Gerekçeli karar savcı “yıllık izne çıkabilsin” diye en kısa sürede açıklanırsa istinaf süreci de gecikmeksizin başlatılabilecek. Kararın açıklanmasının hemen ardından, normal şartlar altında İstinaf Mahkemesi işlerin olağan seyrinin dışına çıkarak kararı birkaç ay içinde kesinleştirmiş olsa bile, temyiz aşamasında Yargıtay tarafından görüşülüp onanmasının çok daha uzun süreceği konuşuluyordu. Tam da bu sıralarda, 17 Aralık’ta, Habertürk’ten Kübra Par’a konuşan YSK Başkanı Muharrem Akkaya “İmamoğlu, adaylığı kesinleştikten sonra seçilirse mazbatasının verilmeyeceğini” duyurdu. 18 Aralık’ta ise CNN Türk’teki bir programa katılan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu istinaf ve Yargıtay kararı onadığı anda İmamoğlu’nu görevden alacağını, bunun için Danıştay’ın belediye başkanlığını düşürmesini beklemeyeceğini açıklıyordu. Hemen ertesi gün, 19 Aralık’ta Yargıtay Onursal Başkanı Hamdi Yaver Aktan’ın Sözcü’den Saygı Öztürk’e yaptığı açıklama gündeme düştü: Aktan’dan hem İstinaf’ta hem de Yargıtay’da ilgili daire başkanlarının dosyayı öne alma yetkisinin bulunduğunu, yani aday olsa bile seçimden hemen önce İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale gelmesinin muhtemel olduğunu öğrendik. İmamoğlu davası ile ilgili birbiri ardına eklenen bu açıklamalarla aynı günlerde HDP’nin kapatılması davası ile ilgili önemli bir gelişme ortaya çıktı: Yargıtay Başsavcısı Bekir Şahin, HDP’nin hazine yardımı bulunan hesaplarının bloke edilmesini ve bu konunun ivedilikle görüşülmesini talep etti. Başsavcının bu talebi, HDP’yi kapatma davasının seçimden önce ve iktidarın talep ettiği yönde karara bağlanmasının muhtemel olduğu yorumlarına yol açtı.

İmamoğlu’na YSK üyelerine hakaret ettiği varsayımı ile 2 yıl 7 ay 15 gün ceza verilmesinin üzerinden henüz bir hafta geçmeden bu açıklamaların ardı ardına gelmesinin Kılıçdaroğlu karşısında İmamoğlu’nun adaylık ihtimalini güçlendirmek ya da tam tersine aday olmasını önlemekten daha başka anlamlar taşıdığını düşünüyorum. İktidara iliştirilmiş yorumcular ekranlarda İmamoğlu “Meral Ablası” ile mi daha candan kucaklaştı “Kemal babası” ile mi diye tartışa dursun, olağan koşullarda önümüzdeki seçimleri kazanacak oy oranına ulaşması çok zor görünen AKP-MHP ittifakının, Türkiye’de seçimle iktidarın değişebileceğine inanan ve her şeye rağmen inanmak isteyen tüm muhalif kesimlere hâlâ “oyunun kuralını belirleme” gücünü elinde bulundurduğu mesajını iletmesine vesile oldu. Türkiye’nin rejim değişikliğinin onaylandığı 2018 seçimleri, seçimin eşit ve adil koşullarda yapılması bakımından pek çok engelle karşı karşıyaydı. Olağan Üstü Hâl koşulları altında yapılması ve cumhurbaşkanı adaylarından birinin seçim kampanyasını demir parmaklıklar ardından yürütmesiyle muhtemelen dünya tarihine geçmiş bir seçim olmasının yanı sıra, AGİT raporlarına da yansıyan seçim adaleti ve seçim güvenliği ihlalleri, iktidarın seçim sonuçlarını kendi lehine çıkarmak için elindeki tüm imkânları seferber ettiğini göstermişti. 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde İstanbul’da seçmenin aynı zarfa koyduğu dört oy pusulasından yalnızca birini “hiçbir şey olmasa da mutlaka bir şey oldu” suçlamasıyla geçersiz saydırarak belediye başkanı seçimini yeniletmeyi başarması bu yönde ne kadar ileri gidebileceğinin bir göstergesiydi: Yenilenen seçim iktidar bakımından hezimetle sonuçlanmış olsa bile, kendi seçmeni olmadığı sürece, yargı üzerindeki gücü aracılığıyla seçmenin iradesini hiçe sayma gücüne de sahip olduğunu göstermesi bakımından bir dönüm noktasıydı. Önümüzdeki seçim ise, siyasi olarak en zayıf olduğu anda bile, iktidarın oyunun kurallarını belirleme ve muhalefeti kendi koyduğu kurallarla oynamaya zorlama kapasitesini test etmesi bakımından önem taşıyor. Tam da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık ihtimalinin güçlü olduğu sırada, İmamoğlu’nun eşi benzeri olmayan bir cezayla siyasi yasaklı hale getirilmesi ve belediye başkanlığının düşürülmesi ihtimalinin doğması 6’lı Masayı yeniden hareketlendirdi. Gönlündeki adayın İmamoğlu olduğu uzun zamandır konuşulan Meral Akşener, mahkeme kararını açıkladığı sırada Ekrem İmamoğlu’nun yanında, daha sonra İmamoğlu’nun ceza almasını beklemediğini açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise Almanya’daydı. Sadece bu durum bile CHP Genel Başkanı’nın iktidarın siyaseti dizayn etme iradesini hafife aldığının bir göstergesiydi. Ancak bildiğiniz üzere bununla da kalmadı, İmamoğlu’nun liderlere yaptığı Saraçhane çağrısından haberdar olmadığını, çağrıyı sosyal medyadan öğrendiğini açıklayıverdi.

Bütün bu gelişmeler birçok bakımdan AKP-MHP ittifakının tam da kendi gücüne ve muhalefetin zaafiyetine dair oluşturmaya çalıştığı “kurgu”yu destekler nitelikte: Birincisi, iktidar bakımından, özellikle oyunu kimden yana kullanacağı son derece kritik önem taşıyan kararsız seçmeni, yargıyı kullanarak siyaset alanını dilediği gibi dizayn etme yetisine sahip olduğuna ve seçim öncesinde HDP’yi kapatmak, İstanbul Büyükşehir Belediyesine el koymak, muhalefetin seçim anketlerinde en güçlü çıkan adayını siyasi yasaklı hale getirmek gibi birçok aracı kullanarak seçim sonuçlarını kendi lehine çevirebileceğine inandırma imkânı yaratıyor. İkincisi, çeşitli sebeplerle iktidardan desteğini çekmiş olan seçmen kesimine, hâlâ kontrolün elinde olduğu ve kendisine rakip olabilecek adayı oyundan dışarı atma gücüne sahip olması nedeniyle tek makul seçeneğin kendisi olduğu mesajını veriyor. Üçüncüsü, İmamoğlu’nun adaylığının yeniden öne çıkması ve tartışılır hale gelmesi ile birlikte 6’lı Masada, özellikle de Akşener cephesinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı bir eğilimin olduğu ve hatta Kılıçdaroğlu yurt dışındayken onun aleyhine bir komplonun işletildiği düşüncesi yayılmış oluyor. Dördüncüsü, Kılıçdaroğlu’nun muhtemel adaylığı durumunda, kendi partisi üzerinde dahi sözü geçmeyen, danışmanları tarafından yanlış bilgilendirilen, arkasından çevrilen işlerin önüne geçemeyen bir “aday” profili oluşturulmaya çalışılıyor. Beşincisi, eğer muhalefet Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermekte direnirse, seçim anına kadar siyasi yasaklı hale getirilme ihtimalini gündemde tutarak muhalif seçmende bir kez daha, iktidarın ne olursa olsun değişmeyeceği ve bu yolda her şeyi göze alacağı ümitsizliğini beslemek hedefleniyor. Bu ümitsizliğin, özellikle genç seçmenin sandığa gitme motivasyonunu kırabileceği hesaplanıyor.

Hal böyleyken muhalefetin iktidarın yargı üzerindeki gücünü kullanarak seçim öncesindeki ve sonrasındaki siyaset alanını dizayn etme kapasitesini abartma yoluyla sahneye koyduğu bu oyunu bozmak adına ne yapacağını bir an önce açıklığa kavuşturması gerekiyor. Oyunu muktedirin kurallarıyla oynamak, şimdiye kadar hep olduğu gibi bir kez daha muhalefetin muktedirin diline, kavramlarına, taktiklerine teslim olmasıyla sonuçlanmaya mahkûm. Umarım Türkiye tarihinde ilk kez aynı masanın etrafında bu kadar uzun süre oturmayı başaran “muhalefet”, bu sefer iktidarın ezberini bozacak siyasal araçların, her şeye rağmen ve hâlâ mümkün olduğunu fark eder.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.