Beyhan Sunal

bsunal@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Neden bu kadar çabuk yoruluyoruz? Yorgunuz evet, bıkkınız, öfkeliyiz. Buna hakkımız da var. Ama artık ezberimizi bozalım, yorgunuz demekle bir yere gidemediğimizi fark edelim. Şarkıda dediği gibi "Yıkıntılardan ayağa kalkışı ayırabilmeyi" öğrettiği için hayata teşekkür edelim: Gracias A La Vida!
Anneler Günü mü dediniz? Annelik kisvesi altında kölelik, cefakarlık, fedakarlık kisvesi altında kadının kendinden vazgeçmesi bekleniyor. Anneliğin kutsandığı ülkede anneler hırpalanıyor, öldürülüyor, görmezden geliniyor. Oysa bu ülkenin en büyük muhalefetini kadınlar örgütlüyor. Meclis koridorlarında nöbet tutan kadınlar, yasal ve sosyal haklarından vazgeçmemek adına birlikte davranmayı sürdürüyor. Dayanışmayı, desteği elden bırakmıyorlar. Karnında değil kalbinde büyütenler Yağmur ve Deniz’in sevgisi kısa zamanda bambaşka bir bireye dönüştürdü Ozan’ı. Kendini güvende hissedince bir çiçek gibi yaprak yaprak açtı. İyiliği, şefkati, çocuksuluğu, çalışkanlığı ve zekası ortaya çıktı. Kolayca öğreniyor ve uyum sağlıyordu. Yağmur ve Deniz ile 2.5 yıl kaldı Ozan. Sonra annesi çıkageldi.
Yoksulluktan mı utanmalıyız, iyilik yapmaktan mı? Deniz yıldızı hikayesi iç rahatlatan bir şükür ve yetinme duygusu değil, her med cezirde o kıyının deniz yıldızlarıyla dolu olduğu gerçeğini hatırlatır daha çok. Med cezir önlenemezse herkesin yorulacağını, kayıpların yaşanacağını, deniz yıldızlarının bir çoğunun kurtulamayacağını fark edersiniz. Havucu tüküren erkekler Toplumsal cinsiyetin size atfettiği yüklerden kurtulmak özgürlükse, dayanışmak, paylaşmak, eşit ve insanca ilişkiler kurmak da güvenliğin ta kendisi. Boğazınıza dizilmiş bir havuç var, onu tükürmek sizi özgürleştiriyor, nefes aldırıyor, rahatlatıyor.   Ekran bağımlılığı çocukların mı büyüklerin mi sorunu? Çocuğunu parkta sallarken, toplu taşımada bir yerden bir yere giderken, yemek yedirir ya da yerken gözünü telefonundan ayırmayanlar… Görülmeyen, duyulmayan, bağ kurulmayan çocuklar. Ya da yük gibi görünen, geçiştirilen, aksesuar muamelesi yapılan çocuklar. Şimdilerde o cep telefonları ve küçük tabletler çocukların da ellerinde. Ağlamasın, uslu dursun, oyalansın diye ekranla zapt edilen çocuklar var bir de. 'Keşke Vanlı olsaydım' diyenler el kaldırsın Üç gündür seçilmiş belediye başkanının mazbatası için meydanları, sokakları dolduran halk, bu sabah, bu kez temizlik için yollara dökülmüştü. Kentliler tıpkı sandıkta kayyıma yaptıkları gibi, sokakları da silip süpürdüler, yeni başkanla tertemiz bir başlangıç yaptılar. Başkan onların başkanı, kent onların kenti. İstanbullu yatıp ölsün mü? Biz İstanbullular adeta bir saatli bomba üzerinde oturuyoruz. Ve anlaşılan yazmak, çizmek, uyarmak, korkutmak işe yaramıyor. Yerel ve merkezi yönetimleri bu konularda harekete geçmeye zorlamak, İstanbul’u ve Marmara’yı rantçı müteahhit yaklaşımından kurtarmak gerekiyor. 'Bekar anneler vardır!' Şimdi boşanmış ve çocuklu kadınlar, kadın mücadelesinin yeni bir kolu olarak örgütleniyorlar. Öncelikle dili sorguluyorlar. “Dul ve çocuklu kadın” değil, “bekar anne” diyorlar kendilerine. Bekar Anneler Derneği, çocuklarının mutsuz bir ortamda büyümemesi için bir karar verip pek çok zorluğu da göze alan kadınların dayanışması için kuruldu. Siz hâlâ Nuri Alço şakalarının komik olduğunu mu düşünüyorsunuz? Cinsel istismara ya da saldırıya maruz kalmak kadınların suçu değil, kaderi de değil. Hiçbir kadın bunu geçiştirmek, görmezden gelmek, bu konuda kendisini suçlu hissetmek, korkmak ya da travmalarıyla tek başına boğuşmak zorunda değil. Televizyon bizden hikayelerimizi almaya çalışıyor Televizyon artık ilgi çekerek, coşturarak, eğlendirerek ya da oyalayarak bizi karşısında tutmaya çalışan bir araç. Bir ortalamalar dünyasına teslim olmamız, herkes gibi düşünmemiz, sürekli ekranın başında oturmamız, önümüze çıkan her reklamı izlememiz, ekranda söylenen her şeye inanmamız bekleniyor. Çiler İlhan: Sıradan insanların iyiliğini nedense pek konuşmuyoruz Çiler İlhan'la Everest Yayınları'ndan yayımlanan 'Hayattayız Madem' romanını konuştuk. İlhan, "İnsanı delirtecek kadar korkunç bir kıyımın sürdüğü işgal bölgelerinde barış için el ele çalışan İsrailli Yahudilerle vatansız Filistinliler var. Öfkelerine, acılarına rağmen… Dünyanın farklı şehirlerinde, tanımadığımız insanlara ses olabilmek, hükümetlere baskı yapabilmek için yürüyoruz, yolları kapatıyoruz, istasyonları işgal ediyoruz" dedi. Şiirimizi kaybettik, ama o hükmünü hâlâ sürdürüyor Şiir bizim dünyayı değiştirme gücümüzdü, bizi bir arada tutan coşkuydu, yaşadığımızı hissettiren, yüreğimizin gücünü fark etmemizi sağlayandı, ayakta kalma sebebimizdi. İçtenliğimiz, rengimiz, gücümüz ve çocuksuluğumuz, dizimizdeki yara, kalbimizdeki sızıydı, saf inancımızdı. Bir yerlerde varolduğunu biliyoruz, bizi beklediğini ve yeniden gün yüzüne çıkmak istediğini de...  Sevgili Nesrin Hocaoğlu'nun anısına sevgiyle 25 Şubat Pazar günü kaybettik Nesrin Hocaoğlu’nu. Ardından ağladığımızı görse üzülürdü eminim. Yaşamayı severdi Nesrin, hayatı katlanılır kılan romantik bir gözlüğü vardı. O hayatı güzel yaşamaya çalıştı, bizden de ölümüne ağlamamızı değil, yaşamı kutsamamızı, kalan ömrümüzün kıymetini bilmemizi isterdi. Kaynanam öldü, fiyatları düşürdük! Şöyle içimizden gelerek, gülerek, şaşırarak, anlayarak, anlaşarak muhabbete ne kadar hasret kaldığımızı fark ettim. Kutuplaştırma hayatın renklerini siyah/beyaz diye tarif edip soluduğumuz havayı zehirleyen, neşeyi, muhabbeti, insanın insana ihtiyacını yok sayan, sadece yüzümüzü düşüren değil kalplerimizi de katılaştıran bir iklim. Mekanı güzelleştiren garsona... Bana gülümseyerek baktı, bu masa sizin hanımefendi, kaç kişi olduğunuz hiç önemli değil dedi. Ben size içecek bir şey getireyim, keyfinize bakın… Sonrasında içkimi yudumladım, müziği dinledim, göz ucuyla diğer müşterileri kestim ve bana kalırsa denizdeki kayık da sallanmıyor dalgalarla dans ediyordu. Hatta irice bir martı gelip ucuna kondu ve birlikte çok eğlendiler gibi geldi. Oy pusulalarına diktiler gözlerini, seçmeni göremiyorlar Oyumuzu alıp bizi kendi sorunlarımızla baş başa bırakacaklarını çok iyi biliyoruz. Söyledikleri şeyler yıllardır çiğnene çiğnene çürümüş sakız gibi çünkü. Seçilmek değil, kazanmak dertleri; sadece o kâğıt parçasını ele geçirmek. Yanında bizi istemiyorlar. Kaç tane sevgililer günü var? Altın madeni felaketinin Sevgililer Günü arefesine gelmesi belki, daha çok kâr etmek için doğayı talan eden, insanı umursamayan, enkaz altındaki madencileri birer sayıya indirgeyen zihniyetin, "sevgilinize bir yüzük alın özel hissettirin" sloganlarında somutlaşan tüketim çılgınlığını körüklemesinin nasıl bedellerle gerçekleştiğini görmemiz için de bir fırsattır. Herkesin doğru duraklarda indiği bir yolculuk Tamam kimsenin işine karışmayacağım, kimseyi kontrol etmeyeceğim diyorum. Sonra o yolcu biniyor, şoförden kendisini filanca durağında indirmesini rica ediyor. Ben duyuyorum. “Kendi meselesi, kendisi takip etsin” diyorum. Öte yandan, içten içe şöförü kolluyorum, zamanında yolcuyu indirmezse de müdahale ederim artık diye düşünüyorum. Bütün gün hiçbir şey yapmazsan kendini nasıl hissedersin?   Yapılacak işler listesinin başına “ölmeden önce”, “yatana kadar” gibi sınırlar koyduğumuzda hayatla ilişkimizi bir yarışa çeviriyoruz. Sanki ne kadar çok şey yaparsak o kadar yaşamış olacağız, o kadar kazanacağız gibi düşünüyoruz. Bu nedenle listeye durmadan yeni şeyler ekliyoruz. Yeni etkinlikler, yeni yerler, yeni işler… İhtiyacım ne diye düşünmüyoruz, ne istiyorum, bunu yapmak istiyor muyum? 'Diyet' demeyin bana, 'yaşam tarzı' lafını aklınıza bile getirmeyin! Diyet koskoca bir endüstri. Doğrusunu okursanız da aslında zayıflamamız değil yeniden kilo almamız üzerine kurulu bir sistem. Böylece sistemin daimi müşterisi olacaksınız. Kilo verdiğinizde bile huzuru bulamayacaksınız, çünkü tepenizde sürekli “vermek değil korumak önemli” lafı dolaşacak. Başarınızı alkışlayanlar eski başarısızlıklarınızı hatırlatıp “bu sefer geri alma ama” diyecekler. O kadar öfkeliyiz ki kederlenemiyoruz bile… Her şey geride kalır… Yaşamak sanki bir yolda sürekli ilerlemek ama aslında sona, sonlara doğru yürümektir. Bizi neyin beklediğini bilemeyiz ama bir şeylerin sonunun beklediğini biliriz. Keder bu sonluluğun yasıdır belki de. Ama insanın bize dayattığı sonluluk karşısında hissettiğimiz keder değil öfke. Münir Özkul gibi meydan okumak, Fatma Girik gibi racon kesmek Hayata meydan okuyabilmek en güzeli olsa gerek. Bütün zorluklarına rağmen hayatı sevebilmek, sıkıntılar üst üste gelirken umudu koruyabilmek, hani feleğin sillesini yememişiz de feleğe bir tokat çakmışız gibi... Hiçbir sözün verilmediği bir dünyada umudu nasıl yaşatacağız? Umutlu olmak için birbirimizden başka zeminimiz yok. O küçük zeminlerde birbirimizi hayal kırıklığına uğratmamak bile bugün artık devrimci bir eylem. Kendimizi ifade ederek, başkalarının kendini ifade etmesine fırsat vererek, yargılamayarak, dinleyerek ve anlayarak, birbirimizden haberdar olarak büyütebiliyoruz o zeminleri. Yaşamaya mı geldik, yaşamak için savaşmaya mı? Dünya yüzünde milyarlarca insan her sabah güne yorgun uyanıyor. Ertesi günün sorunlarını düşünerek başını yastığa koyuyor ve sabah yaşamak istemediği bir güne doğru yola çıkıyor. Güvensizliğin yorgunluğunu yaşıyoruz hepimiz. Şaşırdık mı? Hayır! Kötülüğün kanıksandığı bir dünyada iyiye şaşırmak istemek bir tür güçsüzlük, çaresizlik ifadesi gibi görünebilir. Ama “vahşi dünyada oluyor böyle şeyler.” Kötülüğün el artırıp bizi şaşırtmasındansa, iyiliğin ezberlerimizi bozması iyi bir başlangıç olsa gerek. Cüneyt Arkın’dan özür dilemeliyiz Ergen aklımızla en çok dilimize doladığımız Cüneyt Arkın’dı. Adam koca düşman ordusunun arasına perende atarak giriyor, onlarca kurşun yiyor, oklar her yerine saplanıyor ama seke seke savaş meydanının öteki ucundan sağ salim çıkıyordu. Bize neden her şeyi anlatmıyorsunuz? Bize her şeyi anlatıyormuş gibi yapıyorsunuz ama bazı şeyleri neden anlatmıyorsunuz? Tüm bu bilgi bombardımanının içinde hakikat nerede? Gerçek mağdurların sesi, görüntüsü neden o global ekrana yansımıyor? Gerçeğin kendi sesi neden onca şeyin arasında kaynayıp gidiyor? 'İşte sayın seyirciler, katil bıçağı tam burada sapladı' Bir sorunun medyada yer alması onun gerçek boyutlarıyla kamuoyuna yansıdığı anlamına gelmiyor. Raiting kaygılarıyla öyküleştirilmiş, tamamen “seyirlik” amaçlanarak yeniden kurgulanmış bir üründür medyada yer alan. Dolayısıyla aslında beklenti yaratan, bunları karşılamayan, böylece hak arayanı da bir kez daha mağdur eden bir süreçtir yaşanan. Kaçmak için erkendi, tüylerini kabarttı sertçe hırladı Karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gören kedi önce hareketlerini durma derecesinde yavaşlatır. Gözünü düşmana diker ve tehlikenin büyüklüğünü anlamaya çalışır. Sonra sırtını yükseltir, tüylerini kabartır düşmana kendisini olduğundan büyük göstermeye çalışır, hala kendisine doğru ilerleyen köpeği kaçırmak için son bir çare olarak güçlü bir şekilde hırlar.