YAZARLAR

Karnında değil kalbinde büyütenler

Yağmur ve Deniz’in sevgisi kısa zamanda bambaşka bir bireye dönüştürdü Ozan’ı. Kendini güvende hissedince bir çiçek gibi yaprak yaprak açtı. İyiliği, şefkati, çocuksuluğu, çalışkanlığı ve zekası ortaya çıktı. Kolayca öğreniyor ve uyum sağlıyordu. Yağmur ve Deniz ile 2.5 yıl kaldı Ozan. Sonra annesi çıkageldi.

Ozan’ı tanıdığımızda 4.5 yaşındaydı. Kapkara saçlı, kalın kaşlı, uzun kirpikli, esmer ufak tefek ve çok şirin bir çocuktu. “Bu bize koala gibi sarılıyor” demiştim koruyucu ailesine. Hepimiz onun geleceğini öğrendiğimizde bir doğumdan daha büyük bir deneyime hazırlandığımızın farkındaydık.

Ozan’ın ilk gülümsemesini, ilk adımlarını, ilk hecelerini kaçırmıştık. Ama işte arkadaşlarım Yağmur ve Deniz ile bambaşka bir ‘dünyaya gelme’ deneyimine tanıklık ediyorduk. Onlar için uygun bulunan bütün çocuklarla görüşmüşlerdi ancak bir çocuk seçmeyi reddetmişlerdi. Çocuklardan hangisi onları seçerse kabul edeceklerini bildirmişlerdi Kurum'a. Onları seçen çocuk Ozan’dı ve hiç düşünmeden sarılıvermişlerdi. Birkaç sessiz bakışmayla geçen ziyaretin ardından Ozan’ı eve götürmek üzere Kurum’dan çıkardıklarında gözlerindeki şaşkınlığı görmüşler. Ozan o yaşa gelene kadar hiç o saatte sokakta bulunmamış. “Gece böyle mi oluyor dışarda?” demiş ilk olarak. Sonra büyük bir ilgiyle şehrin ışıklarına, yollara, taşıtlara ve insanlara bakmış. Evin kapısından girdiklerinde ve kendisi için hazırlanan odayı gördüğünde ancak inanabilmiş Kurum’a dönmeyeceğine ve onlarla birlikte yaşayacağına.

İlk tepkisi tuvalet konusunda olmuş. Kendisinden sonra arkadaşım tuvaleti kullanmak isteyince “burası çocuklar tuvaleti, sen giremezsin” demiş. Önceleri sabah kalkar kalkmaz pijamalarını çıkarıp günlük giysilerini giyiyormuş. Pijamalarıyla kahvaltıya oturabileceğini kabullenmesi zaman almış. Kurum’da kalırken her şey önüne hazır geldiği için çamaşır, bulaşık, ev toplama gibi gündelik işlerin hiçbirine aşina değilmiş. Bunların o evde yaşayan insanların sorumluluğu olduğu, isterse katılabileceği, kendi dağınıklıklarını toplaması gerektiği konusunda biraz ikna edilmesi gerekmiş.

Bir süre sonra Kurum’daki arkadaşlarını ziyarete götürmek istemiş Deniz. Onları özlediğini fark etmiş. Bir çiçek alıp yola koyulmuşlar. Ozan yol boyu sessizmiş. Sadece arada bir ziyaretin ne kadar süreceğini soruyormuş. Dönüş yolunda ise orada bırakılmamanın getirdiği huzurla uyuyakalmış.

Biz Ozan ile tanıştığımızda yeni hayatına alışmaya çalışıyordu ve bir sürü yetişkinle tanışmanın heyecanını ve keyfini çıkartıyordu. Çünkü hepimiz onu görmeden daha hikayelerini dinlemiş ve sevmiştik. “Koala gibi” sımsıkı sarılıyordu hepimize. Hediyelerini açıyor, her seferinde daha çok mutlu oluyor ve şımarıyordu.

Yağmur ve Deniz’in sevgisi kısa zamanda bambaşka bir bireye dönüştürdü Ozan’ı. Kendini güvende hissedince bir çiçek gibi yaprak yaprak açtı. İyiliği, şefkati, çocuksuluğu, çalışkanlığı ve zekası ortaya çıktı. Kolayca öğreniyor ve uyum sağlıyordu. İlkokula başladığında öğretmeni “çok değişik bir çocuk. İlk kez  bir öğrencim teneffüste yanıma gelip ‘öğretmenim sizin için ne yapabilirim’ diye sordu” demiş. Bir gün balkona çıkıp “insanlar biraz susun da ders çalışabileyim” diye bağırmış sokaktakilere. Bir gün trafik sorununu çözmek için bir başka gün geri dönüşüm ve daha az çöp üretmek için ne yapılabileceğini tartışmaya çalışmış.

Yağmur ve Deniz ile 2.5 yıl kaldı Ozan. Sonra annesi çıkageldi. Kurumdakiler, işlemler yapılırken, çocukları epeydir ziyaret eden olmadığını ve belli bir süre sonra ziyaretçi olmazsa yasal olarak evlat edinme işlemlerini yapabileceklerini söylemişti. Annenin ortaya çıkması her şeyi değiştirdi. Yağmur ve Deniz, Ozan’ı ailesine teslim etmek zorunda kaldılar.

Ozan’ın hayatını uzaktan takip etmeye çalıştık. Tam olarak neler yaşandığını bilemeyiz elbette ama kalabalık bir aile, yoksulluk, yoksunluk, öfke, isyan, küskünlük, kırgınlık içeren cümleler çok barizdi. Yıllarca çocuklarından uzak yaşayan anne nihayet hayatını düzene koyup çocuklarını yanına almak istedi. Sonrası herkesin haklı olduğu, herkesin kırılgan ve duygusal olduğu, doğrunun ne olduğunun tüm bu duygular arasında kaybolup gittiği ve bu kargaşadan en çok yara alanın Ozan olduğu bir şekilde ilerledi hikaye.

Ozan önce annesinden, sonra Kurum’daki arkadaşlarından ve anne dediği insanlardan, sonra sevgi ve güven ihtiyacının karşılandığı koruyucu ailesinden koparılmıştı. Bütün bunlar gözlerindeki gülüşü aldı mı bilmiyoruz. İsyanını, öfkesini zekasıyla nasıl yönlendirdiği konusunda da bir fikrimiz yok. Tek dileğimiz, sevmeyi bilmesi, sevilmesi ve mutlu olması.

***

Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde binlerce çocuk var öyküsü Ozan’a benzeyen. Dışarda da çocuk hasreti çeken binlerce aile.

Peki bu iki gurup neden eşleşemiyor?

Medyada, artık kişisel bloglar ve sosyal medya hesapları sayesinde onlarca evlat edinme ve koruyucu aile deneyimi paylaşılıyor. Büyük çoğunluğu da tarifi imkansız bir sevgi, tatmin ve güzellik yaşandığı yönünde. Bunlar da büyük bedeller ödenerek, yaşayarak öğrenilerek, zorlukların sevgi ve güvenle aşıldığı deneyimler.

Ama madalyonun bir de başka yönü var.

Kurum’daki çocukların çoğunluğu evlat edinmeye uygun değil. Kurum’a bakım için bırakılmışlar. Aileler geçimini sağlayamadıkları çocukları devletin korumasına emanet etmişler. Çocuklar uzun zaman ziyaret edilmezlerse yasa gereği devlet velayet davası açıyor ve çocuklar sonrasında başka ailelere evlatlık veriliyor.

Koruyucu aile uygulaması velayeti devlete geçmeyen çocuklar için bir uygulama. Uzun denetimler ve alışma sürelerinden sonra çocuklar onları çok isteyen bir ailenin yanında sevgi ve güven içinde yetişme olanağı bulabiliyorlar. Koşullar elverdiğinde bu ilişki resmi olarak evlatlık bağına da dönüşebiliyor.

Koruyucu aile uygulaması devam ederken biyolojik aileler dışlanmıyor. Çocuğun biyolojik ailesi ile uzmanlar denetiminde belli aralıklarla görüşmesi mümkün olabiliyor. Koruyucu ailelerin çoğunluğu da çocukların biyolojik aileleri ile görüşmesine karşı değiller. Ancak çocukların kafa karışıklığı yaşayabileceği, anne-baba ve aile kavramlarını kafasında oturtamayabileceği, geldiği hayat ile yaşadığı hayat arasındaki farklılıkların duygusal durumunu etkileyebileceği yapılan araştırmalarla saptanmış. Biyolojik ailenin, koruyucu ailenin maddi durumunu istismar edebildiği örnekler mümkün. Ya da çocuklarının bir gün büyüyüp kendilerine maddi ve manevi destek olacağını düşünerek velayetini üstünde tutmakta ısrar eden ama o süreçte çocuğun bakımına katkıda bulunmayan ailelerin tutumu da bir tür istismar olarak değerlendirilebiliyor.

Koruyucu ailelerin en önemli kaygısı çocuğun bir gün sistemden çıkartılıp biyolojik ailesine dönmesi gerekliliği. Biyolojik aile ile empati kurabilen, çocuğun ailesini tanımasının bir hak olduğuna inanan koruyucu aileler bile geri dönme olasılığının kendileri için çok acı verici olacağını ama çocuk için çok daha büyük travmalara yol açabileceğini belirtiyorlar. Ki böyle durumlarda sistem biyolojik aileyi koruyor, koruyucu ailenin daha başından geçici bir sisteme dahil olduğunu kabul ettiği öne sürülüyor ve bazı durumlarda çocuğun koruyucu aile ile temasının kesilmesi gerektiğine karar verilebiliyor.

Koruyucu ailelikle ilgili Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet Ana Bilim Dalı mezunu Serpil Erdugan’ın 2019 yılında yaptığı araştırma dikkate değer. Erdugan, “Koruyucu aile modelinde aile yaşam deneyimleri: Aile sistemleri teorisi temelinde niteliksel bir araştırma” başlıklı tez çalışmasında, koruyucu aile sistemini çok yönlü olarak incelemiş ve koruyucu ailelerle yapılan görüşmelerle de konuyu çok yönlü olarak değerlendirmiş. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yapısı, koruyucu ailelik sisteminin çocuklar ve aileler üzerindeki etkileri, sistemin işleyen ve işlemeyen yanlarını aktarmış. Burada koruyucu ailelerden birinin Kurum’un biyolojik aile önceliği konusundaki saptaması dikkat çekici:

“Maalesef bi de kurumun şu an biyolojik aileyi üstün gören bi tarafı var, yani kan bağı illaki diyorlar. Biz de diyoruz ki evet kan bağı tabii ki önemli ama işte siz burada devlet olarak ne yapıyosunuz? İl müdürlüğü olarak sen beni korumak için, benim çocuğumu korumak için ve benim koruyucu ailesi olduğum çocuğun bu ilişkiden zarar görmemesi için ne yapıyosun? Ateşlendi ben başında bekledim, süt dişini döktü ben vardım, kaşını patlattı ben haldır haldır acile koşturdum, bi gösterisi oluyo gidip ben onu alkışlıyorum. İşte aslında devlet bunu bilmeli yani, biyolojik olmak demek hak sahibi olmak anlamına gelmemeli.”

***

Ozan’ın adını yazı için değiştirdim. Ona Ozan ismini seçtim, hayatımızın yarım kalmış bir şiiriydi. Umarım mutlu olur, aradığı sevgi ve güveni bulur, yaşadıklarından öğrendiği bir şey varsa eğer umarım kendi şiirini yazabilir.

Bugün Hıdırellez. Ben dilek hakkımı çocuklardan yana kullanmak istiyorum. Bütün çocukların sevgi ve güven içinde yaşamalarını diliyorum. Onlar için gül dalının dibine bir ev çizeceğim, iyi hissedebilecekleri bir yuva. Dünyaya bakınca çok kolay bir dilek gibi görünmüyor ve belki de çocukça. Ama dünyaya bakınca hiçbir şey kolay değil zaten. Ve koruyucu aile olmak için yola çıkanlar da muhtemelen kolay bir şeye kalkışmadıklarını biliyorlar. Demek ki bu dünyanın zorlukları bir şeye başlamamak için mazeret değil.