YAZARLAR

Allah herkese kedi uykusu rahatlığı versin

Kediler açgözlü değillerdir. Anlık yaşarlar, karınları doyunca kalan yemeği saklamazlar. Buzdolapları, banka hesapları, kirli çıkıları, kilerleri yoktur. Stoklamazlar, biriktirmezler. Kediler sokağa balgam tükürmezler mesela. İnsanların paralarını alıp küçük teknelerle ölüme terk etmezler. Savaş çıkartmazlar. Daha çok canlıyı bir seferde öldürmek için silahlar icat etmezler.

Kediler büyücüdür.

Bakışlarıyla büyüledikleri sanılır. Kurgu filmlerde olduğu gibi gözlerine bir bakan etkilerinden kurtulamazmış denir.

Pembe burunlarının büyülü olduğuna dair yaygın bir inanış da var. Patisi büyülü diyen var, kuyruğuna övgü düzen var, oyunculuğuna doyamayan var…

Kedilerle hiç ilgisi olmayan bir arkadaşım, arabasının bagajında kedi maması taşımaya başladığını şöyle anlatmıştı: Hasta arkadaşını ziyarete gitmiş. İki aylık yavru kedi, çaktırmadan oturduğun koltuğun arkasından yaklaşmış ve kulağını yalamaya başlamış. Omuzuna oturup kulağını yalayan yavruyu gördüğü anda ruhunu kaptırmış arkadaş. Bahçesinde sayısız kedi olan yaşlı bir kadına gitmiş. Kedilerden birini evine almak istediğini söylemiş. “Ama hepsi çok güzel, ben seçemem, siz uygun gördüğünüzü verin” demiş. Kadın da şöyle yanıt vermiş: Kediler seçilmez, onlar sizi seçerler. Bahçeye gidin ve birinin sizi seçmesini bekleyin. “O kadar kedinin içinde sadece Pamuk bana yaklaştı” demişti. Pamuk’la aynı evde yaşamaya başladıktan sonra sokak kedilerini fark etmiş ve gördüğü yerde hazırlıksız yakalanmamak için bagajında kedi maması taşımaya başlamış.

Kedilerden korktuğunu söyleyen bir arkadaşım, sokakta bulduğum iki günlük yavruyu biberonla beslerken aşık olmuştu kedilere. Her öğlen gelip yavrunun beslenmesini izledi. Kedicik elleriyle biberona yapışıp cork cork bir solukta emiyordu. Kuru mama yemeye başlayınca Garfield adını almış ve arkadaşımın evinin baş köşesine yerleşmişti.

Etrafında kedi besleyenleri yargılayan, hijyen olmamakla suçlayan hadi diyelim “anlayamayan” pek çok kişinin sonradan kedici olduğunu gördüm ve tabii ki şaşırmadım.

Kedilerin en güzel seyirlik halleri uykuları bence. Bir yandan tetikte olup da bir yandan da bu kadar derin uyumak onlara has bir özellik. Biz insanlar endişe, kaygı, yaş vesaire sebeple “uykularım bozuk” diye ah vah ederken, kediler bir ağaç dalının üzerinde bile son derece dengede, rahat, derin bir uyku çekerler. Birine dua edeceksem “Allah kedi uykusu rahatlığı versin” derim mesela…

Çok güzel sokulur kediler. Gelir, koklar, ölçer biçer en uygun kuytunuza yaslanırlar. Size teslim olduğunu sanırsınız ama onlar asıl sizi teslim alırlar. Büyü yaptıklarını düşündüğüm ayinlerinden biri bu sokulma ritüelleri olmalı. Sizi koklarken bebeksi kokusunu yayar. Muhtemelen en hassas bölgenizi bulup oraya yayılmak için kısa bir keşif yapar. Sonra da bırakır kendisini. Ayrılmaz bir parçanızmış gibi hissettirir.

Hiç kimseyle kuramayacağınız bir yakınlık vaadidir bu. Bebeklikten çıktığınızda artık ailenizin şefkat dairesinin de dışına itilirsiniz. Aynı şeyi siz de kendi çocuklarınıza yaparsınız. Sevgililikte, karı kocalıkta şefkat ilişkisi bir yere kadardır.

Ama kedilerle şefkat, aidiyet ilişkisi sonsuza kadardır. Anda da zamanda da sonsuzluk. Sizi teslim alan bu sonsuz şefkat olur. Sizden istiyormuş gibi görünür ama şefkatiyle sizi sağaltır kediler. Kolunuz uyuşur, enseniz kaşınır, susarsınız, karnınız acıkır ama o şefkati bırakıp kalkamazsınız. Kedi istemedikçe o anın büyüsünü bozamazsınız. Genelde de kedi o kadar içinize işler ki, sizin huzursuzluğunuzu hisseder –ya da belki her şeyi dozunda bırakayım da tadı damağında kalsın der- kalkar köşesine yatmaya gider.

Büyümez kediler. Bebekler çocuk olur, boy atar, burnu, kulağı büyür, ergen, yetişkin olur ama kediler 8 aylıkken neyse 8 yaşında da on beş yaşında da fiziken aynıdır. Hatta ilişkiniz geliştikçe size daha çok sokulur, daha bağımlı hale gelir, daha çocuklaşır, küçülür.  

Çocuğu olanlar bir bebeğin yetişkin bir insana nasıl dönüştüğünü, kavrama, denge kurma becerilerinin nasıl adım adım geliştiğini gözlemlerken şahane bir şeye tanıklık ettiklerinin farkındadırlar.

Kediyle yaşayacağınız şeyse, iki canlının, üstelik birbirlerinin dünyasına ait olmayan iki canlının birbirlerini anlama, iletişim kurma ve birlikte yaşama deneyimi geliştirmelerine tanıklık etmektir.

Kediyle birlikte yaşamaya başladığınızda iki yabancısınızdır. O mekanı öğrenir önce. Neresi güvenli, neresi rahat, nerede yiyecek var, tuvalet için neresi müsait? Zaman içinde adını nasıl öğrendiğini görürsünüz, ismiyle hitap ettiğinizde döner bakar. Hayır dediğinizde kaçar, gel burada uyu diye yanınızı işaret ettiğinizde koşa koşa gelir.

Siz de onu anlamaya başlarsınız. Yemeğim bitmiş der mama kabının başına götürür sizi. Suyunun bittiğini anlatır kendi dilinde, dışarı çıkmak istediğini belli eder bir şekilde. Sevilirken hoşlanmadığı bir hareket yaparsanız kulakları arkaya doğru gider, cırmık geliyor der.

Kedinin kendini ifade ettiği ve sizi de anladığı yüzlerce an vardır.

Kediyle yaşamanın en güzel yanlarından biri de “seviyeli bir ilişki” olmasıdır. Kedi size cırmık atar “yanlış bir hareket yaptım herhalde” dersiniz. Canınız sıkkındır, yorgunsunuzdur kucağınızdan atarsınız gider köşeye yatar. “Bunun bugün bir derdi var ilişmeyim” der. Ne siz, kötü davrandığı için ona kızarsınız ne o sizin onu istememenizi kişiselleştirir. Herkesin kendi sınırlarını koruduğu yani bir insanla çok zor başarılabilen bir seviyedir kediyle yaşanan.

Akıllı kedi arkadaşları “kedim var” demezler mesela, “bir kediyle yaşıyorum” derler. Kedi sahibi olmadığınızı hissettirir çünkü.

***

Dünyaya en zararlı canlının insan olduğu tartışmasız bir gerçek. Gezegeni yaşanmaz hale getirmişken, sokakta hayvanlarından şikayet etmeye hiç hakkımız yok.

Kediler sokağa balgam tükürmezler mesela. Arabalarında biriken çöpleri camdan atmazlar. Parklarda çekirdek çitleyip kabuklarını yere saçmazlar. Derelere göllere kimyasal akıtmazlar, havaya soluk kesici gazlar yaymazlar. İnsanların paralarını alıp küçük teknelerle ölüme terk etmezler. Savaş çıkartmazlar. Daha çok canlıyı bir seferde öldürmek için silahlar icat etmezler.

Nankör de değillerdir. Karnını doyurdunuz diye her tarafını mıncıklamanıza izin vermeyecek kadar kişilik sahibidirler.

Kediler açgözlü değillerdir. Anlık yaşarlar, karınları doyunca kalan yemeği saklamazlar. Buzdolapları, banka hesapları, kirli çıkıları, kilerleri yoktur. Stoklamazlar, biriktirmezler. Daha çok biriktireyim diye başkalarına zarar vermezler.

***

Bir stand-up akşamında, sunucu genç bir kadın, sevgilisinin olmamasıyla başladı küçük giriş gösterisine, talihsiz flört girişimlerini anlattı. Sonra da “vallahi kedim yok, kedici değilim” dedi. “Yalnız yaşayan kedici kadın” klişesine gönderme yaptı komiklik olsun diye.

Kimse gülmedi. Çünkü o kadın aslında “yalnız” değildi, “tek başına” yaşıyordu ve kedisiyle yaşamak istemeyen birini de evinde istemiyordu. Çaresizlikten değil, o hayatı sevdiği için “öyleydi”.

***

Beşiktaş’ta yaşarken bir komşum kedilerin çokluğundan yakınmıştı. Ben de “buranın eski sahipleri kimdi, biz yokken burada kim vardı?” diye sormuştum. Evin bir önceki sahiplerinin ismini verdi. “Hayır” dedim. “Biz yokken kediler vardı burada. Biz onların evini gasp ettik. Şimdi de onları istemiyoruz”.

Dışardan bakıp evcil hayvan besleyenleri yargılamak, dünyanın bir tapusu varmış gibi hangi canlının nerede yaşayacağına ya da yaşayıp yaşamayacağına karar vermek insanın hadsizliği.

Bir sokak hayvanının tok gözlülüğü, şefkati ve merhameti bazı insan suretlerinde olmadığı için bugün bunları tartışıyoruz. Bir kedinin bir başka canlı ile birlikte yaşama ve karşılıklı saygılı, sevgili bir ilişki geliştirme kapasitesi bazı insanlarda gelişmediği için sokak hayvanlarının “uyutulmasından” bahsedebiliyoruz.

Kendi aileleri ile ilişkileri nasıl bilmiyoruz ama başkalarının çocuklarını rahatlıkla ölüme gönderen, başka çocuklarının babaları için ölüm emri verebilen, çocuklarının hiç olmazsa kemiklerini isteyen annelerin üzerine polis şiddetiyle giden, daha çok biriktirmek, daha çok rant elde etmek için insanları yerinden yurdundan etmekte vicdani bir sorun görmeyen, çocuk istismarlarına “bir kere olmuş” deme aymazlığını gösterebilen…

Yani ilişki nedir, şefkat nedir, nasıl sevilir, nasıl sevilinir bilmeyen, bunu da umursamayan insanlar şimdi gündem değiştirmek için sokak hayvanları meselesini yeniden gündeme taşıyorlar.

Bilmedikleri bir konuda ağızlarını açarken de ilk akıllarına gelen öldürmek oluyor. Bildikleri tek şey yok etmek çünkü. Kürt sorununu bombalayarak çözelim, muhalifleri işkencede, hapiste süründürelim, idamı geri getirelim, yakalım, linç edelim…

Buğulu Pisi

Babam çok ani ayrıldı aramızdan. 60 yaşındaydı ve teşhis konulduktan iki hafta sonra kaybettik. Pankreas kanserinin çok acı verici olduğunu söylemişti bir doktor arkadaşım. “Belki de o süreci yaşamadığı için şanslıydı baban” demişti. Buna inanmak istedim, teselli edici de olurdu ama ölüme hazırlıksız yakalanmak, hayatın doğal bir sonucu değil de bir şok olarak yaşamak gerçek bir travmaydı.

Buğulu Pisi ilk kedimdi. Bir buçuk aylıkken sokaktan almıştım. Rengi pembemsi uçuk bir sarı olduğu için Buğulu koymuştum adını. Sakin, sevecen, çocuklarla arası çok iyi bir kediydi. 16 yıl yaşadı. 15 yaşındayken pankreatit teşhisi kondu. Bir tür organ yetmezliği. Bir yıl boyunca sabah akşam bir soda şişesinin yarısı kadar serumu deri altından verdim. Tahliller, ilaçlar, 100 gram almış diye gözyaşlarına hakim olamamalar, veterinerin gözünün içine bakmalar, acı çekiyor mudur diye anlamaya çalışmalar…

Bu süreçte uyutmamı önerenler oldu. Buna karar vermek istemedim. Elimden geleni yaptım. Bir yılın sonunda Buğulu Pisi üç gün içinde kötüledi. Başında bekledim, vedalaştım. Derin bir nefes aldı… Ve gitti…

Giderayak ölümden korkmamayı öğretti bana. Ölümü kabullenmeyi. Dahası babamın ölümünü anlamamı, ölümden konuşabilmemi sağladı.

***

Çalıştığım kurumda bir idari müdür vardı, arada bir kedileri toplayıp göndermekten söz eder, kızacağımı bildiği için damarıma basardı. En son bir kedi ortadan kaybolmuştu ve herkes onun gönderdiğini söylüyordu. O günlerde kurumun kapısına "kafası güzel” bir adamın geldiğini söylediler. Beyaz atlet ve donla evden çıkıp gelmiş. Bağırıp çağırıyormuş ama elinde bir balta olduğu için kimse de yanına yaklaşamıyormuş. Müdürün söylediğine göre adam baltayı kapıdaki arabalardan birinin kaportasına “geçirmiş”. Sonrasında bir şekilde etkisiz hale getirmişler. “Yazık yaa kimin arabasıydı acaba” dedim. “Ne şanssızlık, meczubun biri gelsin arabanı mahvetsin” Müdür gözlerini kaçırdı “benim arabam” dedi.

Şimdi ellerinizi sokak hayvanlarından çekin, onlar hakkındaki bütün klişeleri unutun, önyargılarınızı çöpe atın. Bu dünyanın size ait olmadığını hatırlayın.

Gidip bir kedinin gözlerine bakın. Büyülenmek için dua edin. Bir kedinin size o çok nadir yaşanan güzelliği bahşetmesi için şans dileyin.