YAZARLAR

Kaynanam öldü, fiyatları düşürdük!

Şöyle içimizden gelerek, gülerek, şaşırarak, anlayarak, anlaşarak muhabbete ne kadar hasret kaldığımızı fark ettim. Kutuplaştırma hayatın renklerini siyah/beyaz diye tarif edip soluduğumuz havayı zehirleyen, neşeyi, muhabbeti, insanın insana ihtiyacını yok sayan, sadece yüzümüzü düşüren değil kalplerimizi de katılaştıran bir iklim.

“Kaynanam öldü, fiyatları düşürdük!!!”

Kuruyemişçinin 18’inden fazla göstermeyen tezgahtarı böyle bağırıyordu müşteri toplamak için. “Gel vatandaş gel, kaynanam öldü, yüzde 20 indirim yaptık!” “Sen evli bile değilsin allah bilir” dedim. “Bir manita var da annesi görüşmemize izin vermiyor” dedi. “Ha sen onun için böyle kinayeli bağırıyorsun” dedim. “Yok abla allah uzun ömür versin olur mu öyle şey” dedi. Sonra başka telden çağırmaya başladı: “Gel abicim gel, fındığa gel, yengeye mahcup olmazsın!”

Eminönü, bir tür terapi merkezi gibidir. Annemin deyimiyle “bir tek anne baba satılmaz orda”. Online alışveriş siteleri 3 liraya aldıkları bir şeyi 30 liraya satmaya başladığından beri fiyatlar eskisi kadar ucuz değil. Yine de her keseye uygun bir şeyler bulmak mümkün.

Ama asıl terapi kısmı esnafla muhabbettir. Şaka değil, milyon tane insan karınca gibi akşama kadar o sokaklarda dolaşır. Sıkı pazarlıkçısından, sorup sorup almayanına, ne alacağını bilmeyenden “bunun ne kadarından ne olur” diyen acemilere kadar her türlü insanla muhatap olmuş esnaf, kimine kaynana kartını, kimine aganigi argümanını sunar. Bazen seni makaraya alır, bazen kendisiyle dalga geçer.

Taksicilerin çoğu da muhabbeti sever. Genelde laf açmazlar ama laf açarsanız, fırsatı kaçırmazlar. Yoğun trafikte bazen siyasetten, bazen insanlardan, bazen gururla çocuklarından söz eden çok taksiciyle sohbet etmişliğim vardır. Sözgelimi yıllar önce bir tanesi az çok tanınmış bir belediye başkan adayı için “ondan başkan olmaz abla, şu mekandan çıkıp sokağın karşısına işiyor” demişti, çok gülmüştük.

Doktor muayenesi için danışmada kayıt yaptırıyordum. Bu arada ücreti de sordum. Genç kadın yüzüme baktı, “40 yaş üstü müsünüz?” diye sordu. “Epey üstüyüm” dedim gülümseyerek. O sırada 70’lerine yakın bir kadın da elinde belgeler sırasını bekliyordu. Genç kadına “böyle sorduğunuz için teşekkür ederim, kendimi genç hissettim” dedim. Sırasını bekleyen kadın da genç gösterdiğimi söyledi bu kez. “Valla teyze diyenler var” dedim. İkisi de “yok artık, abartmışlar” diye tepki gösterdiler. “Di mi, di mi” dedim, kahkahalarla güldük. Sonrasında sırasını bekleyen kadın benim müzikle uğraşıp uğraşmadığımı sordu. Çok değişik bir ses tonum varmış. Müzikle hiç uğraşmadım, hatta berbat şarkı söylerim dedim ama kadını ikna edemedim. Beni koro çalışmalarına katmak için telefonumu aldı.

Şöyle içimizden gelerek, gülerek, şaşırarak, anlayarak, anlaşarak muhabbete ne kadar hasret kaldığımızı fark ettim bunları düşünürken.

Kutuplaştırma dedikleri şey sadece insanların farklı siyasetlere angaje olup diğerlerini ötekileştirmesi değil; kutuplaştırma hayatın renklerini siyah/beyaz diye tarif edip soluduğumuz havayı zehirleyen, neşeyi, muhabbeti, insanın insana ihtiyacını yok sayan, sadece yüzümüzü düşüren değil kalplerimizi de katılaştıran bir iklim. Soğuğu diken gibi batan, grisi ruhumuzu yoran, hepimizi içimize kapatan kasvetli bir mevsim. Birbirleriyle muhabbet etmedikleri gibi bizimle de konuşmayan ve muhtemelen en yakınlarıyla bile muhabbeti unutmuş siyasetçilerin bize dayattığı kirli bir kış havası. Kürsülerden bağırmaktan sesi kısılmış, üstümüze üstümüze parmak sallayıp gözdağı veren takım elbiseli güruh kendi ruhu artık orada olmadığı için bizim ruhlarımızı da kendi dar dünyalarına hapsetmeye çalışıyor.

Peki buna boyun eğecek miyiz? Bedenlerimizi birer ruh hapishanesine döndürüp, toplu taşımalarda cep telefonumuza kapanıp, yollarda kafamız önde asık yüzle yürüyüp, bu gri ve soğuk hayatın kaslarımızı sıkıştırmasına, soluğumuzu kısmasına, hayatımızın renklerini elimizden almasına izin mi vereceğiz?

Şikayet etmeyeceğiz, bahane üretmeyeceğiz, muhabbet edeceğiz. Öyle kuru kuru sohbet değil, dinleyerek, anlayarak, gerektiğinde lafı gediğine koyarak, tatlı tatlı atışarak, kendimizle ve hayatla dalga geçerek, birbirimize güzel sözler söyleyerek sohbet edeceğiz. Birbirimize iyi gelmenin yollarını bulup kendimizi de iyileştireceğiz.

Muhabbetin sözlük anlamı “dostça bir arada toplanıp söyleşmek” demekmiş. Akıl ve ruh sağlığımızı korumanın giderek zorlaştığı şu dünyada, belki de bağışıklığımızı güçlendirecek şey muhabbettir, birlikte gülmektir. Elimiz kolumuz bağlı gibi, bari dilimizi bağlamalarına izin vermeyelim.