Oğuz Makal

oguzmakal@gmail.com
TÜM YAZILARI
Bir şeyi görmek, bir şeyi anlamak… "Batı dünyasının kollektif belleğinin üzerinde yükseldiği kaide” demişti siyasal tarihçi Enzo Traverso Auschwitz için… Auschwitz’e gidişimden altı yedi yıl sonra İlgi Alanı filmini izledim. Yönetmen Jonathan Glazer yazar Martin Amis’in romanından uyarladığı, “huzurlu” bir aile hayatıyla ilişkilendirdiği anlatıda imha makinesi kamptan irkiltici görüntülere yer vermiyor, ama tüm aile bireyleri ‘onların’ duvarın öte yanında olduğunu biliyordu.
Kararan insanlık kalbi Hollandalı ressam Pieter Peter Bruegel aynı zamanda dört yüz altmış yıl sonra Polonyalı yönetmen, senarist Lech Majewski’nin Michael Francis Gibson'ın Bruegel üzerine yazdığı “Değirmen ve Haç/The Mill & the Cross” adlı kitabından esinlenerek çektiği filmin ana karakteridir, daha doğrusu anlatıcının kendisidir. Aynanın içindeki yalancı Ressam Han van Meegereen gerçek yaşamında ve ‘Son Vermeer’ filminde Göring'e Hollandanın ulusal kültür ve sanat mirası "İsa ve Zina Yapan Kadın" resmini sattığı için ve düşmanla işbirliği yapmakla suçlanacaktır –işbirlikçiler o günlerde sorgusuz idam edilmektedir-.
Giordano Bruno ile direnen özgürlük tutkusu Ve o sıra birçok yerde Bruno’nun düşünceleri paylaşılmaktadır, Paris’te olduğu günlerde ders verdiği Sorbonne üniversitesindeki öğrenciler, “Biz özgür felsefe istiyoruz, özgür bilimsel araştırma… Düşüncenin ve bilimin herhangi bir dinden, sivil ya da akademik otoriteden bağımsız, özgür olmasını istiyoruz…” diyerek ayaklanmıştır. Filistin sineması: Zorlaşan hayaller Yıllara dayalı “Bir ulusal anlatı oluşturma çabası içindeki” Filistin sinemasında Filistin’i dünyada görünür kılmada başarılı çok az sinemacıdan biri olacak ”Elia Süleyman’ın sinema diline damgasını vuran, yurdunu istila edenlerin militer, vulgar dili değildir; o, söylemini kendisi belirler.” Hiçbir şey yapılamaz ayrılıklardan Henri Langlois 1970'lerin başında film sayısı altmış bine ulaşacak Sinematek’e paralel olarak, kameradan projeksiyon makinelerine, kostüm, afiş, dekora benzersiz bir müze koleksiyonunu da geliştirecektir. Paris'te Trocadéro'daki müzeye -şimdi Parc de Bercy’deki Cinémathèque içinde-  ilk gidişimde, daha girişte Yılmaz Güney’in büyük bir posteri ile karşılaşmak şaşırtmış, sevindirtmişti beni… İyinin düşmanıdır düşünce yokluğu “Transatlantik” dizisi yaratıcı ekibi de Chagall’ın da içinde olduğu sanatçı, yazar ve çocuk-kadın yüzlerce mülteciyi Holokost’tan kurtaran sıra dışı kahramanların hikayesini merak etmiştir. Yazarları “bir tarih draması” olmasını istemediklerini ısrarla belirtseler de anlattıkları sonuçta bir tarih drama/drama tarihe çok uygundur. Gözleri umutlu kadınlardan birini tanıdım Thomas Anderson’ın önceki yönettiği “Kan Dökülecek” (2007) filmiyle En İyi Erkek Oyuncu ödülü alan Daniel Day-Lewis oyunculuğu bıraktığını “Hayalet İplik/Phantom Thread” filmi çekiminden sonra açıklayacaktır.  Oysa oyunculuğu bırakmaktan hiç söz etmemiştir. Metot oyunculuğunun özelliği rolünü kusursuz canlandırabilmek için New York City Ballet kostüm tasarımcısı Marc Happel eğitmenliğinde  terzilik bile öğrenmiştir. Filistin’i anlattı, dünya dinledi Martha Gellhorn 1961’de Filistin’e gittiğinde köy köy gezip Türk kahvesiyle ağırlandığı evlerde sorular sordu, yanıtları raporlaştırıp yayımladı… O günlerde Birleşmiş Milletleri suçluyor, çağrıda bulunuyor, bu insanlık hasarını onarmasını istiyor ve “Mültecilerin durumu onurlu insanların vicdanını sızlatıyor…” diyordu… Merhaba mavi deniz! Erden Kıral’ın amacı  Mavi Sürgün ile bir ‘yol filmi’ yapmak, Cevat Şakir’in iç dünyasına girerek…“Bu filmin gerçekleri söylemekten başka hiçbir amacı yok. Hem Cevat Şakir'in hem de yaşadığı dönemin gerçekleri…” Orada yetenekli bir kadın aşçı var… Filmi izleyince neden 'Pot-au-Feu' adının verildiğini, hatta daha uygun olduğunu anlıyorsunuz. Diğeri, D'odin-Bouffant’ın Tutkusu/La Passion de Dodin-Bouffant' adını Fransız yemek yazarı Marcel Rouff tarafından yazılan kurgusal romandaki gurme Dodin’in hikayesinden, daha doğrusu romanın başlığından alır. Üzgünüz, size yine ulaşamadık 1984'te başlayıp 1985'e kadar büyük madenci grevi sürerken Thatcher politikasından hıncını alacağı 'Siz Hangi Taraftasınız?' belgeselini çekecektir, ama üzerindeki baskı nedeniyle grevle ilgili şiir ve şarkılardan hareketle bir film yapacağını söylemiştir. Sonuçta yaptığının fazla (!) politik olduğu söylenir, Ken Loach’a göre 'fazla politik' olmasının tek nedeni ‘İngiltere ile ilgili’ olmasıdır. Bir tutam hoşgörü  “Bir Tutam Açlık” filminin şef kahramanı Carsten’ın yolculuğunun etkeni Michelin yıldız alma hırsı öne çıktığı için, üç Michelin yıldızlı restoran Noma’nın ün sağladığı Kopenhag anlatı için iyi bir seçim olmuş. Kaldı ki Kopenhag'da Michelin yıldızlı on dört restoranın bulunduğu bir gerçek…  'Tarih yaşanmaz, yazılır!' Taviani kardeşler sinema salonundan çıktıklarında konuşmak istedikleri dilin ne olduğunu biliyorlardı. Birbirlerine söz verdiler: On yıl içinde eğer film yapamazlarsa bir silah alıp kendilerini öldüreceklerdi. Vittorio Taviani, yıllar sonra sinemaya adım atışlarını anlatırken, gülümseyerek, ”Kendini ilk kimin vuracağına hiçbir zaman karar verilmedi" açıklamasını yapar. Yanlış mutfak, doğru şef Chicago Sağlık Kurulu müfettişinin denetleme için gelişi ve C kötü notu alışlarıyla “The Bear” ikinci bölüme girecek, Sunday Times’da Anthony Bourdain’in “Mutfak Sırları” kitabı için yazıldığı gibi, dizi “Bir Stephen King romanından daha sürükleyici” ve her an çıkan sorunlara çözüm arayan Şef Carmy’nin soğuk kanlı çabalarıyla devam edecektir.  Fırtına pişirmek İlk akla gelen Sophocles’in Oedipus’u, Shakespeare’in Hamlet’i, eğer bazı roman adlarının sıralanmasına gerek yoksa bence Gao’nun yaşamındaki baba-oğul ilişkisine en uyanı Gavino Ledda'nın filme de uyarlanan otobiyografik “Babam ve Ustam/Padre Padrone” (1975) romanıdır.  Görünmeyen mekanlar, görünen duygular “The Bear” dizisinin birinci bölümünde, şef Carmen’in kardeşinin intiharı sonrası yönetimini üstlendiği sandviç ağırlıklı restoranda (The original Beef  of Chicagoland) çalışmak için başvuran Sydney’e “neden burası?” diye sorduğunda Sydney, “Çocukken babamın en sevdiği yerdi! Her pazar buraya gelirdik. Özel bir yer…” yanıtını verir. Umudun tarifini yapmak Yönetmen Kawase’nin istediği “tedavi edilemeyen ve sakat bırakan hastalık olarak” kabul edildiği için cüzzamlı insanların yüzlerce yıl boşuna devam eden toplum dışına itilmişliği üzerine konuşmaktır. Tabii ki “Umudun Tarifi” filmi, daha doğrusu yaşlı Tokue üzerine yazmayı düşünürken, ülkemizde dağ taş, kır köy gezerek cüzzamın tıbbi kontrol altına alınabileceğini, tanısı ve tedavisi kolay bir hastalık olduğunu yorulmadan ve usanmadan aktaran Türkan Saylan’ı unutmamak gerekir. Başarırsın, önce ruhunu kat! Hamburg’ta ve soul music’in esin olduğu Soul Kitchen (Hall)  adlı  restoranı işleten Zinos’un başından geçen ve “bu kadar da olmaz” dedirten olayların hikayesi Soul Kitchen/Aşka Ruhunu Kat filmini Fatih Akın abisi Cem’e ithaf etmiş, filmin ana teması abi- kardeş ilişkisi olarak duruyor… Akşam yemeğinde ahlak oyunu Rezervasyon için aylarca beklenen, eski bir konaktan çevrilmiş tanınmış, fine dining bu restorandaki davete Paul’ün soğuk bakması, kardeşlerin birbirlerine karşı tutumuyla ilgili değildir. Her iki ailenin gençlik çağındaki oğullarının (Stan’in Rick, Paul’ün Michael) gece yarısı bir arkadaş partisi sonrası gerçekleştirdiği, kardeşleri-yani babaları bölen, ama eşlerini yakınlaştıran cinayet olayı ile ilgilidir. Brezilya işi bir gastronomi hikayesi Cinema Novo/Yeni Sinema kültürel bir devrimdi. Hollywood takliti olmakla suçladıkları Eski Sinema’ya (Cinema Viejo) karşıydılar. Yapım giderlerini karşılayacak paraları yoktu, el kameralarıyla ve hayatın içinde çektiler. Oppenheimer: Fırtınanın savurduğu adam İlk atom bombası Trinity testinde hazır bulunan ve o an, 'Buradaki çalışmamız insanlığın hiç görmediği bir barışı sağlayacak' düşüncesindeki Oppenheimer, 6 ve 9 Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombaları atıldıktan sonra Beyaz Saray’a gidecektir. Başkan Truman ile karşı karşıya kaldığında da 'Sayın Başkan, ellerimde kan olduğunu hissediyorum' açıklamasını yapar. Varolmak başka bir yerde Çekoslovakya'nın Ağustos 1968'de Sovyet askerlerince işgal edilmesiyle sona eren Prag Baharına giden yolda Çek Yeni Dalgası’ndan Miloš Forman’ın Venedik ve Paris’de ödüllenen Bir Sarışının Aşkları’nın kahramanı Andula da Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin kahramanlarından Tereza benzeri, her şeyi geride bırakıp sevdiği adama koşan bir genç kadındır. Kafka’yı ararken, Orson Welles ile karşılaşmak Eleştirmenler Welles’in bir röportajında -Yurttaş Kane‘e rağmen- ‘yaptığım en iyi film’ olarak gösterdiği Kafka romanı uyarlaması Dava’ya övgüyle yaklaştı, anlatımında ekspresyonizm ve Kara Film akımının izlerini buldukları bir uyarlama olarak yazılarında sık söz etti. İkisi de cesurdu Dario Moreno ‘kadife sesli’, duygulu, renkli bir şarkıcı, sinema oyunculuğuna tutkulu ve danslarıyla, taşan enerjisi ve neşesiyle yakıştırıldığı gibi ’mutluluk taciri’ bir sanatçıydı… 'Eşitlik ekmeği' yapalım Paris, Ekim 1789. Bastille’in düşüşünden üç ay sonra halk tümüyle ekmeksiz kaldığında, sarayda depolanan tahıllara el koyarak ekmek yapmaya kararlı çoğu kadın binlerce Parisli Versailles’a yürüyecektir... Marie-Antoinette filmdeki sahnede görüldüğü gibi yatak odasının balkonuna çıkarak ve  eğilerek onları selamlar, öfkeli kalabalık sakinleşir. Bu dünyada kim olduğunu bilmek Şu sonuç üzerinde düşünülebilir: “Hüzün Üçgeni, zengin karakterle gelişen ve uzun süredir devam eden dünya düzenimiz ve modern hayatın tuzakları hakkında sayısız soru içeren sürükleyici, yenilikçi bir film.” Özgürlük yolu Toscana'yı yazacağım ama Toscana filmini, “Fanatizm: Bir Fikrin Kullanımları Üzerine” kitabıyla bir de tabii ki soyadı Toscano olan -a yerine o ile bitiyor ama yine de Toscana demek-  Alberto Toscano da nedense aklıma geldi. Ayrıca ‘Sinemada Tarihin Görüntüsü’* kitabımın üçüncü baskı hazırlığı için çalışırken not etmiştim, fotoğraf sanatçısı ve yönetmen Luigi Toscano’yu da unutmamam gerekir Adı konmaya aday yolculuklar "Sevgili Bay Rossellini, Roma, Açık Şehir ve Paisa adlı filmlerinizi izledim ve çok beğendim. Çok iyi İngilizce konuşan, Almanca'sını unutmamış, fakat Fransızca'sı pek anlaşılmayan, İtalyanca ise yalnızca ‘Ti amo’ diyebilen İsveçli bir oyuncuya ihtiyaç duymanız halinde, oraya gelmeye ve sizinle bir film çevirmeye hazır olduğumu bilmenizi isterim.” (Ingrid Bergman) Duvarlara çizili özgürlük Julian Schanabel’in Basquiat filminde görüleceği gibi, Basquiat’nın birkaç dolara satmak için yaptığı ve cebinde taşıdığı kartpostallar Andy Warhol ile tanışmasını sağladı. Kartpostal satarak yaşamını kazanmanın geride kaldığı günlerde sıkı dostu olacak Andy Warhol ile Factory/Fabrika’da ortak üretim yapacaktı… Her yer onun tuvaliydi, duvarlar, kapılar, mobilyalar, giysiler…