YAZARLAR

İkisi de cesurdu

Dario Moreno ‘kadife sesli’, duygulu, renkli bir şarkıcı, sinema oyunculuğuna tutkulu ve danslarıyla, taşan enerjisi ve neşesiyle yakıştırıldığı gibi ’mutluluk taciri’ bir sanatçıydı…

Fransa’da Nanterre banliyösünde on yedi yaşındaki Nahel M. adlı gencin polis tarafından vurularak yaşamını yitirmesi Temmuz başında oluşan şiddetli protestolara, binlerce gözaltı, tutuklamalara neden olmuştu. Sanki Romain Gavras imzalı Athena filmindeki olaylar canlanmış, hatta “Athena, Fransa'daki şiddet dalgasını tahmin etti mi?” diye sorulmuştu.

Ayrıca Athena izleyicilere yirmi yedi yıl önce çekilen pied-noir, Yahudi ve siyahi üç arkadaşın benzer başkaldırısını anlatan ve 1995 yılında Cannes Film Festivali'nde Mathieu Kassovitz'e En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Protesto filmini hatırlatmıştı.

Geçtiğimiz günlerde oylarıyla tüm zamanların en iyi Fransız filmlerini seçen sinema tutkunları da (Letterboxd kullanıcıları) listenin ilk sırasına yerleştirerekProtestonun bir kez daha hatırlanmasına neden oldu.

Mathieu Kassovitz yönetti, Protesto/La Haine, 1995

DARİO MORENO’NUN İLK FİLMİ

Gözlerim gerçekte listede Hiroşima Sevgilim, Serseri Aşıklar, Caché  gibi filmleri arasa da, neyse ki sinema tarihinde çoktan yerini almış Robert Bresson  filmi Jeanne d'Arc'ın Tutkusu, François Truffaut’nun 400 Darbe, Marcel Carné’nin Cennetin Çocukları vardı. Henri-Georges Clouzot gerilim filmi Le Salaire De La Peur/Dehşet Yolcuları (1953) dokuzuncu sıradan listeye girmişti. 

İngiltere’de de Fransızca anlamı gibi “Korkunun Ücreti” adıyla gösterilen filmin kahramanları Venezuela’da Las Piedras adlı ve çevresi çöl, üs gibi kullandıkları bu yerden işlerini yöneten bir Amerikan petrol şirketi, bir bar-restoran da olmasa “burada hayat var mı?” sorusuna yanıt verilemeyecek bu kasabadan ayrılamamaktadır.

Kasabadan tek çıkış olanağı hava yoludur, kuşkusuz bilet parası cebinde olanlar için… Kasabada sıkışıp kalanlardan şoförlük yapabilecek bazılarının para kazanma şansı 500 km ötede açılan petrol kuyularında çıkan yangını söndürmek ve kuyuyu kapatmanın tek çözümü olan nitrogliserin bidonlarını kaza yerine ulaştırmaktır. Bidonlar derme çatma kamyonlara yüklenecek, korku içinde bozuk ve dağlık yol engelleri aşılacak, olabilirse şirkete teslim edilecektir, ki kamyonlardan biri yolda havaya uçmuştur.

Dehşet Yolcuları filminde Dario Moreno ve Yves Montand

Dehşet Yolcuları filminden söz etmemin bir nedeni daha var…

Filmde gerilimin çok ustaca ayarlanması ya da sinematografik başarısından benim için daha önemli olan ‘canım İzmir'li  Dario Moreno’nun kasabanın tek bar-restoran işletmecisi Pepito Hernandez rolüyle filmde yer almasıdır. Ve Dario’yu otuzu aşkın filmin oyunculuğuna götürecek ilk deneyimi olması…

Belleğimde sadece birkaç sahnesi kaldığı için, Dehşet Yolcuları’nı yeni baştan bir kez daha izledim.

Hollywood yapım şirketlerinin olanaklarına sahip olamayan Fransız sineması için -İtalya ortaklığı ile- Yves Montand’ın da kamyon şoförlerinden birini oynadığı ve prodüksiyonu gerçekten zor filmin sinema salonlarına gelebilmesi büyük başarıydı. 

Dario ilk sinema oyunculuğu olmasına karşın rolünün hakkını veriyordu. Sonraki filmlerinde sık karşılaşacağımız gibi ne kalipso ya da başka bir dans yapan, ne şarkı söyleyen eğlendiren, gülümseyerek izleyeceğimiz bir karakterdi, dengeli ve esprili diyaloglarıyla sahici bir Meksikalı Pepito’ydu.

Benimle Dans Eder misin?/Voulez-vous danser avec moi? (1959) Brigitte Bardot, Dario Moreno, yönetmen- Michel Boisrond

DARİO’NUN OYUNCULUK YOLCULUĞU

Oyunculuk yolu bu filmle açılmıştı. Dehşet Yolcuları hemen sonrası bir Série Noire'dan uyarlanan Eddie Constantine’in (FBI ajanı  Lemmy Caution karakteri ile) ilk filmi Zehirli Sarmaşıkta ya da Oh! Qué mambo, filmin İtalyanca adındaki gibi “Seksi Kız” Brigitte Bardot ile Voulez-vous danser avec moi?, yine Brigitite Bardot ile Kadın ve Kuklası gibi filmlerde onu göreceğiz.

Karakter olarak çok öne çıkmasa da çizgi kahraman Tintin/Tenten’in ilk filmi Tenten ve Altın Postda izleyeceğiz. (Dario’nun oynaması kadar bu filmi önemli yapan Tenten’in arkadaşı Haddock'a miras kalan eski bir tekneyi almak üzere birlikte İstanbul’a gelmeleridir. 1960’lı yıllarda çekilen filmlerimizde siyah beyaz görülen İstanbul, bu kez -üstelik dünyaca- renkli izlenecektir.)

Öyle görülüyor ki, Dario bu oyunculuk işini hem tutkuyla, hem ciddiyetle yapmıştır ve Oeil Pour Oeil/Göze Göz adlı filmiyle “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü alacaktır.

KALBİ İZMİR’İ ARADI

Sözünü ettiğim bu filmlerden, ayrıca ünlü şarkılarından bir seçki yaparak İstanbul’da yıllar önce oluşturduğumuz “İzmirliler gurubu” için pandemi öncesi bir etkinlik düzenlemiş, tabii ki ‘Canım İzmir’ şarkısına da eşlik etmiştik. Son dizelerinde “Canım dilber şehir, eşsiz sevgili İzmir/Gurbette sensizim, avare bir öksüzüm/ Kalbim seni arar, hep senin için çarpar/ Senden ayrılamam, seni bırakamam” diyordu, bıraktı, kırk yedi yaşında ölüm onu bizden ve İzmir’den ayırdı.

Dario Moreno, İzmir'de gömülmesini vasiyet etmişti, İsrail'e yerleşen annesi Madam Roza yakınında olmasını, Holon kenti gömütlüğünde toprağa verilmesini istedi… Yeşilköy Hava Alanı'nda gerçekleşen trajik ölümü ardında soru işaretleri bıraktı. Bilinen, Dario Moreno’ya, Jacques Brel’in yazıp sahneye koyduğu Don Quichotte/Mançalı Adam adlı müzikalde Sancho Pancho rolündeki başarısından dolayı müzikalin 10 Aralık’taki Paris prömiyerinde "sanat madalyası” verilecektir. Ancak o yıllarda Paris’e haftada üç gün uçak vardır, zamanında hava alanında olamaz. Aşırı üzülen Dario teselli beklerken görevliyle yaptığı tartışma şeker ve tansiyonunu yükseltir, kalp krizi geçirerek yere düşmesine ve beyin kanaması geçirmesine neden olur. Yerde ve yaralı yatarken yayımlanan fotoğrafları özellikle Yahudi toplumunda kötü düşünceler akla getirecektir...

Dario Moreno Don Quichotte/Mançalı Adam müzikalinin Bruxelles'deki prömiyerinde.

Dario Moreno ‘kadife sesli’, duygulu, renkli bir şarkıcı, sinema oyunculuğuna tutkulu ve danslarıyla, taşan enerjisi ve neşesiyle yakıştırıldığı gibi ’mutluluk taciri’ bir sanatçıydı…

Şu saptamayı sevmiştim:

“Yokluk, varlık, neşe ve hüzün ile yoğrulan, (İzmir) Mezarlıkbaşı’ndan Paris stüdyolarına uzanan fırtınalı bir hayattı onunkisi… Çok dilli, çok kültürlü ama hep Türk, hep İzmirli idi. Aşkı da, memleket hasretini de ondan dinlemeliydi…” (Derya Şahin) 

YIKILAN KORTEJO/AİLE EVLERİ

Dario  (gerçek adı David Arugete) üzerine öğrendiklerim üniversite yıllarımda okuduğum Tarık Dursun K.'nın  (Kakınç) Rıza Bey Aile Evi romanında anlattığı, İzmir’de hem Tarık Dursun K.’nın hem Dario Moreno’nun çocukluk günlerinde ailesiyle bir süre yaşadığı “aile evlerini” aramaya yöneltmişti.

Dario Moreno ve annesi hangi aile evinde yaşamıştı, bilmiyordum… Sonraları çok iyi dostum olacak, üstelik Bilgi Yayınları danışmanı olduğu yıllarda bana “100 Filmde  Başlangıçtan Günümüze Güldürü Komedi Filmleri” kitabını yazmam için üsteleyecek yazar Tarık Dursun K.’ya sormak da aklıma gelmemişti. Belki “burası olabilir” diyerek birkaç yerde ve artık Yahudi İzmirlilerin yaşamadığı aile evlerini fotoğrafladım…

Aradan dört-beş yıl geçti, İzmir sonrası yerleştiğimi düşündüğüm İstanbul’dan sinema dalında akademik hayata adım atmak için ikinci kez İzmir’e döndüğümde ilk işim o sıra yıkılmakta olan Karataş-şimdiki Devlet tiyatrosu- çevresindeki denize inen avlusuyla yıllara meydan okumuş aile evlerini fakülte arkadaşım Bilgin Adalı ile filme almak oldu. (Bilgin Adalı İzmir’de çok kalmadı, YÖK’ü bahane ederek istifa etti, İstanbul’a yerleşti, onlarca çocuk kitabı yayımladı… ’Işıklar içinde uyusun’.)

Oğuz Makal ve Bilgin Adalı Karataş'taki aile evi yerleşimi yıkılırken çekimde (1979).

Amacım aile evlerini araştırmak, görsel-işitsel küçük bir bellek albümü yapmaktı. Bugün-yarın derken bitiremedim, pişmanlığı kaldı, ama bir zamanlar öğrencim olan Raşel Meseri, Aylin Kuryel ile “Sadece Adı Kaldı Aklımızda: Kortejo” adlı bir belgesel ile yarım kalan –başlanmayan bile diyebilirim-  düşüncemi hayata geçirdiği için sevinmeliyim. Bir de İstanbul’da Sinema TV lisans programında öğrencim Deniz Tölegen’e mezuniyet filmi olarak yaptırdığım “Kortejo-Aile Evi” adlı (2010) bir film var, bazı fotoğrafları arşivimden kullanmıştı… Raşel Meseri Meskûn Zaman adını taşıyan kitabında da aile evlerini anlatısı içine alıyor ve şöyle açıklıyor:

“Aile evleri bir avluya bakan tek tek odalardan oluşan, ortak tuvaleti, ortak banyosu, hatta ortak tulumbası olan mimari yapılardı ve oralarda yoksul Yahudiler otururdu. Hikâyenin geçtiği Mithatpaşa semtinde de böyle aile evleri vardı. Yahudilerin en eski yerleşim yerlerinden olan Namazgâh bölgesinde de bolca vardı bu evlerden. Bunlara kortejo ya da yahudhane denirdi.”

Dario’nun da hayatından geçen aile evlerinin işte kısa-öz bilgisi bu kadar…Birkaçı restore edilerek ayakta kaldı…örneğin, Mavi Kortejo gibi.

İBB-Tarkem tarafından yenilenen ve Gençlik Hosteli işleviyle hizmet verecek Mavi Kortejo/Aile Evi, Smyrna Agorası yakınında...
İŞTAHLI DARİO

Ülkesine, İzmir’e koşturarak geldiği günlerde sadece dostlarıyla, sevdikleriyle hasret gidermeyecektir. İştahlıdır Dario, özlediği yemekler hasretinin ayrı bir parçasıdır. Sanıldığı gibi Sefarad mutfağı arayışı içinde olmayacaktır, örneğin İzmir köfte, kavun, karpuz, çipura balık, roka, buzlu badem, gevrek, sokak köftesi, çöp şiş peşinde olduklarının bazılarıdır… O yıllarda İzmir’deki lokantaların en ünlüsü, içeri girildiğinde duvarında büyük altın yaldızlı bir ayna ve beyaz örtülü masalar, beyaz gömlekli garsonları ile Dario’yu karşılayacak Şükran Lokantası’dır... Ama Dario’nun fayton keyfini tercih ederek İzmir’de gideceği başka lezzet mekanları da vardır…

Gazete Duvar’da Murat Meriç yazmıştı, Paris’te, Tülay German’ın rakı sevdiğini öğrenince -ve eşi  müzisyen, besteci Erdem Buri’nin itirazına karşın- onları küçük bir bakkal dükkânı olan Kadıköylü Ermeni Chirag Efendi’den beyaz peynir, sucuk, pastırma, rakı alarak, ayrıca kendisinin pilav, domates salatası da yapma sözünü verdiği evine davet edecektir.

 TARIK DURSUN K.’NIN 'RIZA BEY AİLE EVİ'

“İzmir’de, yaşamın yılkıya bıraktığı bir mahallede geçer roman. İşçiler vardır romanda. Gece vardiyasından bir yorgunlukla evine dönen ve kıt kanaat geçinmek için boğazından kısan işçiler. Oda kiralanmaktadır Rıza Bey Aile Evi’nde.” (C. Hakkı Zariç) Tarık Dursun K.'nın Rıza Bey Aile Evi’nin kiralanan odalarında kalan sekiz ayrı insanın kendi ağızlarından anlattıklarını okuyunca, hemen film olabileceği aklıma gelmişti. 1960’lı yılların popüler edebiyat eleştirmeni Rauf Mutluay övgüyle söz ettiği romanın anlatımı için “Çarpılıp susar ve kalırsınız, bir filmin bitişinde olduğu gibi.” diyecektir, sanki o da kafasından bir film geçirmiştir.

Film eleştiri yazıları, sinema kitapları olan, hatta film yöneten Tarık Dursun K.’nın işte yazdığı bazı filmlerin senaryoları:  Atilla Dorsay’ın yönetmen Osman Seden’in ‘mini başyapıtı” olarak adlandırdığı kurtuluş savaşı günleri hikayesi Düşman Yolları Kesti; Feyzi Tuna’nın yönettiği ağa-yoksul köylüler çatışması Kızgın Toprak; Atıf Yılmaz imzalı Kuma; Yer Çekimli Aşklar, Tersine Akan Nehir (TRT dizisi)…Çektiği filmlerse işte: Aramıza Kan Girdi, Korkusuz Kabadayı, Kelebekler Çift Uçar, Cehennem Arkadaşları, Yaralı Kartal…

Düşman Yolları Kesti 1959 / Eşref Kolçak Nurhan Nur

Sinema dünyasına girişi ayrıca başlı başına bir film hikayesidir: 'Çarşambayı Sel Aldı' adındaki senaryosunu filme çekileceği inancıyla döneminin ünlü oyuncusu Cahide Sonku'ya götürecektir. Yazıhanede karşısına Arap bir muhasebeci çıkar. 'İri yarı, zebellah bir adam’dır, ama şanslıdır, muhasebeci lambadan çıkan cin benzeri ona yardımcı olacaktır. Tarık Dursun K. sonrasını -Adnan Kesici’nin yardımıyla*-   şöyle anlatır:

“-Onlar toplantıda. Onu bana ver, sen bir çay iç, ben kendisine göstereyim, dedi. Bir çay içtim, onu ikincisi, üçüncüsü, beşincisi izledi. Neredeyse çay ağacı olmuştum, dokuzuncu çayda Arap muhasebeci odadan çıktı. Ardından da Cahide Sonku. Allah muhafaza böyle güzel kadın olmaz. Kalça, meme her şey yerinde!

Neyse, muhasebeci, gel, dedi, 300 lira kopardım senin için. Kasayı açtı parayı elime saydı. Birtakım makbuzlar filan imzalattı. Yıl 1951. Böylelikle sinemaya ilk adımımı atmış oldum.” 

'Çarşambayı Sel Aldı' senaryosu filme çekilememiştir. Çünkü Cahide Sonku senaryoyu kaybetmiştir.

Tarık Dursun K.'nın çocukluk günlerinde içinden hiç çıkmadığı salonlardan biri Lale Sinemasıydı (kurucusu Cemil Filmer)
KRAL VE ÇİRKİN KRAL

Tarık Dursun K. bir röportajda soruyordu, Peki o aile evlerinden çıkan kim var, tanıyor muyuz?” Yanıtını da kendi verir, Aile evlerinin içinden çıkan ben de varım.”

Çocukluk ve ilk gençlik anılarının sinemaları ona göre “aşki filmler gösteren” Konak'taki ünlü Elhamra ya da  Birinci Kordon'daki Tayyare Sineması değildir. Vurdulu kırdılı filmler gösteren İkiçeşmelik - Mezarlıkbaşı semtindeki dönemin, Tan, Lale, Asri, Yeni gibi içinden hiç çıkmadığı sinemalardır. Onları ve İzmir insanlarını güzel Türkçesiyle, şiir tadında kaleme almıştır.  O insanlardan birini, Havra Sokağı’nın Yasef ustasını şöyle anlatır:

Bir gün ansızın, kimseye haber vermeden çekip giden (İsrail'e) Yasef Usta'nın yokluğu Havra Sokağı'nı alt üst eder. Onun dükkânında balık ızgaralayanlar, ucuz şarap içenler, "müdavimleri" şaşırırlar, sudan çıkmış balık olurlar... Yasef'in komşusu Bakkal Kazım şöyle der: 'Bu yahudiyi daha birinci gününden arayacağımı hiç bilmezdim'.”

Nedense Yasef adı Tarık Dursun’un bir yazısında daha geçiyor. Bir zamanlar Ege’nin bütün otelcileri, sinema salonu sahiplerinin tanıdığı ‘muhtar’ lakaplı Kemal Dinçer’i anlattığı yazısında:

Kemal Filmin bütün filmlerini o getirir, o götürürdü. Ayhan Işıkları, Türkan Şorayları, Leyla Sayarları, Fikret Hakanları, Pervin Parları sıraladığı gibi önce kaptıkaçtılarla, sonra otobüslerle en sonra da minibüslerle onlarca şehire ve yüzlerce kasabaya yalnız o getirir, o götürürdü. Nerede yazlık ve kışlık sinema varsa, hepsinin projeksiyonları ondan sorulurdu. Objektifler… Panoramatikler… Sinemaskop mercekler… Bir telefon kafiydi.”

Kemal Dinçer, sinemamızın Kralı yani Ayhan Işık’ın filmlerini İzmir’de oynatmıştır, ya Çirkin Kral’ın filmlerini? Belki soranlar olacaktır, “Çirkin Kral”da kim?… Bu sorunun yanıtını Tarık Dursun K. verir:

"Yılmaz Güney'in sekizinci sınıf filmlerde oynadığı yıllar. Milliyet Gazetesi Magazin Servisi'nde çalışıyorum 'Sayfa Sekreteri' olarak. Bir gün ziyaretime Güney geldi. 'Babacığım benimle bir röportaj yap. Beni kral ilân et' dedi.' 'Sinemanın Kralı Ayhan Işık var' dedim. 'Ben de kralım' dedi. 'Çirkin Kralım' dedi. Onayladım. Röportaj bu başlıkla çıktı; Çirkin Kral Yılmaz Güney!..”

Yılmaz Güney 1961'de Atıf Yılmaz’ın çekmekte olduğu "Tatlı Bela" filminin setinde yönetmen yardımcılığı yaparken tutuklandı, bir dergide yazdığı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle bir buçuk yıl hapis cezasına mahkum oldu. Sinemaya yeniden döndüğünde ilk filminin adı "İkisi de Cesurdu”

Tabii ki biri Dario değildi, ama neden olmasın?

* https://www.evrensel.net/haber/122355/izmirli-emekci-bir-oykucu


Fırında İzmir Köfte

Dario Moreno’nun en çok sevdiği yemekler arasında gösterilen bir İzmir yemeği.

        500 gr kıyma

        1 adet rendelenmiş soğan

        2-3 dal maydanoz (ince kıyılmış)

        Tuz, Kimyon, Karabiber, Kekik

        1 yemek kaşığı galeta unu

        1 yumurta

        3 dilim bayat ekmek içi

        3 patates (elma dilimi şeklinde kesilmiş)

        Kızartmak için sıvı yağ

Sosu için

        3 domates (ikisi rendelenmiş, biri dilimlenmiş)

        2~3 sivri biber (küçük parçalarda)

        1 tatlı kaşığı domates salçası

        1 su bardağı ılık su

        2 yemek kaşığı zeytinyağı

        Tuz, kırmızı toz biber

Köfte için, kıymayı bir kaba alın ve soğan, galeta unu, yumurta, bayat ekmek içi, maydanoz, tuz ve baharatları ekleyip yoğurun. Köfte harcından cevizden biraz daha büyük parçalar koparıp köfteleri hazırlayın, kızgın yağda hafifçe kızartın, kâğıt havlu üzerine alın. Patateslere tuz ekledikten sonra kızgın yağda hafifçe kızartın, yine kâğıt havlu üzerine alın.

Sos: rendelenmiş domatesleri salça, tuz, kırmızı toz biber, su ekleyerek zeytinyağında on dakika kadar pişirin.

Fırın kabına köfteleri ve patatesleri yan yana yerleştirin ve sosu patates, köftelerin üzerinde gezdirin. Biberleri, dilimlenmiş domatesleri yerleştirin. Önceden ısıtılmış 200 derece fırında 15 dakika pişirin. 


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.