YAZARLAR

'Tarih yaşanmaz, yazılır!'

Taviani kardeşler sinema salonundan çıktıklarında konuşmak istedikleri dilin ne olduğunu biliyorlardı. Birbirlerine söz verdiler: On yıl içinde eğer film yapamazlarsa bir silah alıp kendilerini öldüreceklerdi. Vittorio Taviani, yıllar sonra sinemaya adım atışlarını anlatırken, gülümseyerek, ”Kendini ilk kimin vuracağına hiçbir zaman karar verilmedi" açıklamasını yapar.

Başlığa taşıdığım “Tarih yaşanmaz, yazılır!” sözü, altmış yılı aşkın film setini eşit paylaşan İtalyan yönetmen kardeşler Paolo ve Vittorio Taviani’nin (ne yazık ki 2018 yılında kaybettik) “Yıkıcılar/I sovversivi” (1967) filminden…

Dört ayrı hikayesi, farklı anlatımıyla öne çıkan ilk önemli filmleridir. Sığınmacı da olsa, İtalya’da kendisine iyi olanaklar sağlanan Venezuellalı devrimci Ettore, aklı-kalbi davasında kaldığı için ülkesine dönme kararı aldığında soranlara, “Tarih yaşanmaz, yazılır!” yanıtını verecektir.

Sinemanın diğer ünlü kardeşleri Joel ve Ethan Coen Kardeşler ile karşılaştıklarında Taviani’ler öğrenmek için sorar:

“- Birlikte nasıl çalışıyorsunuz?”

Coen Kardeşler: “- Hayır, ilk başlatan sizsiniz, siz bize anlatın.”

Ama sonra dördü konunun sır olarak kalmasına karar verir.  Kuşkusuz yine de sır değildir, onları yakınlaştıran “sinema sevgisi”dir. 

 Taviani kardeşler filmlerinden- Yıkıcılar / I sovversivi (1967)

Savaş sonrası günlerde, Roberto Rossellini'nin Roma’nın kurtuluşuyla ilgili çektiği yeni-gerçekçi filmlerinden “Hemşehri/Paisa”nın gösterildiği bir sinema salonunun rastlansal olarak önündedirler. Dışarı çıkanlar “İçeri girmeyin, bu bir zulüm!” diye bağırışır, merak edip filmi görmek için salona girerler. Sonrası için söyledikleri şudur:

"Hayatımızda öyle bir şok, öyle bir geri dönüş oldu ki, çünkü yaşadığımız kendi trajedimizin beyazperdede yeniden canlandırılmasını izlemiştik. Gördüklerimiz, yaşadığımız yılları, günleri daha iyi anlamamızı sağladı.” 

SİNEMA DİLİNİ SEÇTİLER

Taviani kardeşler sinema salonundan çıktıklarında konuşmak istedikleri dilin ne olduğunu biliyorlardı. Birbirlerine söz verdiler: On yıl içinde eğer film yapamazlarsa bir silah alıp kendilerini öldüreceklerdi.

Vittorio Taviani, yıllar sonra sinemaya adım atışlarını anlatırken, gülümseyerek, "Kendini ilk kimin vuracağına hiçbir zaman karar verilmedi" açıklamasını yapar.

Sadece “Paisa” değil, on kez izlediklerini söyledikleri "Bisiklet Hırsızları” da etkilendikleri filmler arasındadır. O nedenle “sinema okulunda okumadık, okulumuz Yeni Gerçekçi İtalyan sineması” diyeceklerdir.

Sonuçta film izlemek için Roma’ya taşınan iki kardeş kendilerini Honoré de Balzac ile Paris’e gelen, dizi romanı La Comédie humaine'deki kurgusal karakter Eugène de Rastignac’a benzetirler... Onlar Paris yerine Roma’yı seçmiştir.

Nazi askerlerince bombalanıp yok edilmek istenen kasabaları üzerine bir belgesel çekmek düşüncesi gençlik günlerinde kafalarında canlanır. Ne ve nasıl yapacaklarını öğrenmenin tek yolu tabii ki Roma’da yaşayan Bisiklet Hırsızları, Çocuklar Bize Bakıyor, Milano Mucizesi, Umberto D.  gibi filmlerin ünlü senaryo yazarı Cesare Zavattini’dir.

Zavattini kapısını çalan ve içeri almak zorunda kaldığı davetsiz misafir bu iki gence “Bana üç cümleyle anlatmalısınız. Aksi halde tretmanı hemen değiştirin, çünkü olmamıştır.” diyecektir. Şok olmuş şekilde yanından ayrılırlar… (Bu konuda bilgi, “Tutku ve Ütopya: Taviani Kardeşler” belgesel filminden de edinilebilir.) 

Rossellini'nin İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerinden savaş trajedisi “Hemşehri / Paisa”  (1946)

Roma’da yönetmenlerin dünyasına girmek için çaba gösterdikleri bir günde, Luchino Visconti'nin yönettiği “Yer Sarsılıyor”un gösterildiği bir salona girerler. Arkalarındaki sırada oturan birkaç kişiden biri “bu plan çok uzun sürdü, kesmek gerekiyor vb.” dır dır konuşmakta filme ilgilerini dağıtmaktadır. Işıklar yanar, biraz öfke dolu, “Lütfen ya siz gidin ya da biz gidelim” demek istedikleri anda, arkaya döndüklerinde karşılarındakinin yönetmen Visconti olduğunu görürler.

İLK FİLMLERİ YASAKLANDI

İkisinin de sonraki günlerde düşüncesi değişmemiştir “Ya sinema, ya ölüm!”

Kasabalarının hikayesi “San Miniato, luglio ’44” ü güç bela çekerler, ama “kamu düzenini bozucu bir film” gerekçesiyle gösterimi yasaklanır. Tavianiler filmleri için “evet, faşizm karşıtıydı ve -alaycı- ayrıca kaosa neden olabilirdi…” diyecektir. Onları izleyen polis raporunda "tehlikeli adamlardır",  “varoluşçu ve ayırımcı faaliyetlere aşina oldukları” notu da eklenmiştir.

Neyse ki ilk uzun metraj filmleri “Yakılacak Adam/Un uomo da bruciare” (1962) ile Venedik Film Festivali’nde Film Eleştirmenleri Ödülü alarak, film yapmak onlar için hayal olmaktan çıkar… Filmde, siyasi aktivist Salvatore memleketi Sicilya'ya döner ve tarlalarda ekip biçtiklerinin kazancını yıllardır ellerinden alan mafyaya karşı yoksul köylüleri ayaklandırır. Film Taviani’lerin çığlığı olmuştur: 

“Sinemanın sıfırıncı yılı. Sinemayı yeniden keşfediyoruz!”

Tabii ki anlayana, örneğin Corriere della Sera eleştirmeni “Korkunç!” diyerek filmi izlemekte olduğu salondan çıkar…

Taviani kardeşlerin birlikte yönettiği son film “Wondrous Boccaccio” (2015) olacaktır.

BİRLİKTE YAPMADIKLARI BİR FİLM DE VAR

Altmış dört yıl birlikte film yapmışlardır. Sonrasında ilk kez ve tek yönetmenli filmleri, Vittorio’nun ölümünde sonra Paolo’nun yöneteceği “Elveda Leonora”  (2022) olacaktır.

“Elveda Leonora”, “Kaos”u çekerken öykülerinden yararlandıkları oyun yazarı/yazar Luigi Pirandello’nun “Il chiodo/Çivi” adlı novella uyarlamasıdır.

Babam ve Ustam / Padre Padrone

Bu pazar günü yazısının esin kaynağıysa, önceki yazımda (Fırtına pişirmek) adı geçen “Padre Padrone/Babam ve Ustam” filmi nedeniyle bu büyük yaratıcı kardeşleri hatırlatmak oldu… “Babam ve Ustam” filmi için sorulduğunda “Bu filmi çekmeye karar verme nedenimiz bu biyografik hikayeden büyülenmiş olmamız.” açıklamasını yaparlar. 

“Koyunlarıyla birlikte on sekiz yaşına dek sessizlik içinde, tek başına dağda yaşayan ve okuma yazması neredeyse olmayan yoksul çoban Gavino askere alınıyor, ordudayken, ders çalışıyor-lise diploması alıyor ve dil bilim uzmanı oluyor…” 

“Babam ve Ustam” gösterildiğinde filme eleştirmen övgüleri yoğundur: “…o güne dek bilinçli yapılmış tek animistik film… ses bu filmdeki Ekspresyonist unsur" açıklaması yapan Pauline Kael haklıdır. Kimseyle konuşamayan Gavino, doğanın fısıltılarını ya da çığlığını, koyun hırsızlarının varlığını kulağına gelen seslerle öğrenir. Bir başka ses daha vardır ki onu büyüler, çalmasını bilmese de iki kuzu ile takas edeceği akordeon sesi. “Ve akordeon onun baba-efendisine karşı sinsi ve ilk meydan okuması” olacaktır.

PİRANDELLO ÖYKÜLERİ İLE KANATLANMAK

“Kaos” (1984) filmine gelince, görüntü yönetmeni Guiseppe Lanci “Marco Bellocchio, Tarkovsky ile filmler çektim. İç mekana ağırlık veren filmler. Gölgeler. Taviani kardeşlerle Kaos çekiminde kameranın doğaya açılışını fark ettim. Dış mekanda, Sicilya güneşi altında gün ışığında çalışmak harikaydı.” Evet, ama Pirandello'nun 19. yüzyıl köy yaşamına kurgulanan dört öyküsünden uyarlanan “Kaos”, bir eleştirmen görüşüyle “muhtemelen aynı türdeki hayal uçuşunun en başarılı örneği” de olacaktır…

İlk hikaye olan "Öbür Oğul”, Amerika’ya göç eden ve kendilerini unutturan iki oğluna sürekli yanıtsız mektuplar yazan annenin, yanı başındaki oğluna Garibaldi isyanı günlerinde kocasının öldürülüşündeki rolü nedeniyle uzak, hatta nefret dolu oluşunun hikayesiydi.

“Ayın Büyüsü” köy dışında yaşayan yeni evli bir çiftin trajik hikayesini anlatır. Dolunay gecelerinde kocasının vahşi, kurt benzeri değişiminin korkusuyla kendini eve kapatan ve bir zamanlar sevdiği Saro’yu çağırarak, uzun süren saatlerde baş başa kalmayı arzulayan, ama gerçekleştiremeyecek genç kadının trajedisidir.

Kaos filminin çekiminde Franco Franchi ve Cicio Ingrassia, Paolo ve Vittorio Taviani

“Küp” tam bir kara komedi, bir zamanların ünlü güldürü ikilisi Bıdık ile Düdük ya da Yavru ile Kâtip, "Franco Franchi ve Cicio  Ingrassia” oynamaktadır. Yoksul Franchi gizemli bir şekilde çatlayıp kırılan bir insan boyundaki devasa küpü tamir etmesi için zengin ve cimri çiftlik sahibince çağrılır, ancak tamir bittiğinde içinde kaldığı fark edilecektir. Küp sahibinin ise onu kurtarmaya hiç de niyeti yoktur.

Dördüncü hikaye olan “Requiem”de ölen annelerini gömmek için yıllar önce yerleştikleri toprakta mezar açmalarına izin verilmeyen köylülerin toprak sahibiyle öfkeli çatışması anlatılır.

"Anneyle Konuşmak" başlıklı “sonsöz”de yazar Pirandello vardır. Çoktan ölmüş annesiyle düşsel konuşmalar yapar, çocukluğu yanı sıra annesinin gençlik yılları gözlerinde canlanırken, bu şiirsel bölüm yazarın en derininde yatan yaratıcılığı da algılamamızı sağlar.

GÜNAYDIN BABİL!

“Yaratıcı” sözcüğü ister istemez beni yine hayran olduğum filmlerinden (1987) “Günaydın Babil”e götürecektir.

İlki Taviani’lerin zaten filmlerinin temsil ettiği “yaratıcılığa”… İkincisi usta zanaatkar ama duvarında çalıştıkları katedral tamamlanınca işsiz kalan ve Amerika’ya göç eden iki kardeş Nicola ve Andrea Bonanno’nun kanıtladığı…

Ünlü yönetmen D. W. Griffith’in çekmekte olduğu “Hoşgörüsüzlük” filminin Babil sahnesi dekoru için yaptıkları fil tasarımı -Griffith’in yaratıcılığını alt eden- “İtalyan yaratıcılığı”nın kanıtı olacaktır…

Griffith’ın 3,5 saatlik Hoşgörüsüzlük (1916) filmindeki dört hikâyeden biri olan Babil'in Yıkılışı'nın setindeki filler.

Paolo Taviani şöyle diyecektir: “Bize önce görüntüler geldi. Kitaptan alınmış hikaye değil, sadece görsel anlatı unsuru imgeler. Gelenler nedir? Bir fil, yapılmakta olan bir katedral, kardeşlerin Amerika’da güvencesiz işlerde zorlanmasının görüntüleri ve sonunda Hollywood’a ulaşmaları… Sözünü ettiğimiz Hollywood, Hollywood filmlerini izlerken hayal gücümüzde yer eden Hollywood.”

Nazilere karşı İtalyan direnişi hakkında bir film yapmak istiyorlardı… Sanırım Taviani kardeşler için “özel bir yerde” olan filmleri San Lorenzo Gecesi (1982), İkinci Dünya Savaşı, Toskano-San Martino köyünde yaşadıkları, geri çekilirken yok eden Nazilerden olabildiğince uzakta olmak yerine kiliseye sığındıkları günlerin hikayesidir.  Vittorio, “Savaşı bizzat yaşadık. Bodrumdakilerden biri de bizdik. Oradan kaçtık, amacımız Amerikalı kurtarıcıları bulmaktı…” diyecektir. Kayan yıldızları izleyen annenin, küçük kızının uykuya dalmasını sağlamak için anlattıkları yaşadığı zor ve acı günleri hatırlamasına neden olur.

Vittorio: “1944 yılıydı, savaşın şiddetinin devam ettiği günler, on üç yaşındaydım. Biz tepeden tepeye gezip Amerikalıları ararken San Martino’da neler yaşandı, onu anlatmak istedik. Arkamızda bıraktığımız, katedralde ailelerimiz, arkadaşlarımız ölüyordu…”

Paolo öncesinde ailesinin başına gelen olayı anlatır: “Faşizm düştüğünde kutlamak için evde kadeh kaldırdık. Bir faşist bunu öğrendi ve dedi ki, 'Tavianiler o kadehin bedelini ödeyecek!' Bu nedenle evimiz herkesin önünde bomba konarak patlatıldı. Kimin faşizm karşıtı olduğunu sordular, babam avukat Tavani’yi gösterdiler.”

La notte di San Lorenzo, Taviani Kardeşler, 1982
KURŞUN DEĞİL MIZRAKLAR ÖLDÜRÜR

Hep merak ederdim, olaylar 1944 yılında geçiyor, ama faşist genci öldüren tüfekten çıkan kurşunlar değil, mızraklardı… Üstelik şimdiki zamanda-binlerce yıl önceki giysileri içindeki Romalı askerler tarafından atılmıştı. Meğer kaynağı çocukluğunda okudukları bir kitaptan (La Scala d’oro, 1932-1945 yılları arasında illüstrasyonlu yayımlanmış), belleklerinde kalan Romalı asker görüntüleriymiş.

“Hektor ve İlyada ile ilgiliydi. Küçük kız gerçeklikten hayale, büyükbabasını anlattığı İlyada’dan esinlenen fanteziye geçerek gerçeği onun gözlerinden görmemize olanak verdi.”

Gerçek, ortak Alman yapımcıları ürkütür, ortaklıktan ayrılırlar.

“Paramız yoktu ve İtalya'nın çoğu kez yaşanan en kasvetli günleri sürüyordu. Sonra hatırladık ki İlyada ve Odysseia Yunanistan'ın kahramanlık günlerinde değil, çöküş zamanlarında yazılmıştı. İlyada ve Odysseia destanı, şiirleri 'Kim olduğumuzu unutmayalım' dercesine yazılmıştı.”

SEZAR NİÇİN ÖLMELİ?

Son ve önemli filmleri Sezar Ölmeli ile Berlin film festivalinde Altın Ayı kazanırlar; “…bu filmle kendi başlangıcımıza döndük…” diyorlardı, kanımca Brecht’in “Benim yapıtlarımın anahtarı naivete’dir” açıklamasını dikkate alarak.

Oyuncuları gerçek mahkûmlar / Sezar Ölmeli / Cesare deve morire (2012)

Vittorio "Filmde Shakespeare'le ilgisi olmayan her şey mahkumların bize anlattıklarıydı." diyecektir "Her şey performanstı. Her şey senaryoydu. Bu bir film. Tuhaf bulunan bir film, evet ama yine de bir film.”

Mike Leigh başkanlığındaki  Berlinale jürisinin de ödülle onayladığı gibi ‘harika’ bir filmdi, hadi ekleyeyim epik bir film.

Ve Taviani kardeşler de ‘naivete’yi,  hatta  “İnsanlar arası olaylar -toplumsal ilişkilerden oluşan bir örgü-, olaylar gerisinde olaylar?” başlığı altında diğer Brecht önermelerini de ‘metne karşı mesafeli’ anahtar yapmışlardı.

Shakespeare'in Jül Sezar oyunu için biraya gelen Rebibbia Hapishanesinin çoğu eski Mafya ve Camorra tetikçisi mahkumların yaşayışına altı ay boyunca tanıklık yapan ve iç dünyalarını ortaya çıkaran yalın bir anlatımı ekrana taşırlar. Gösteri biter, alkışlar sona erer. Daha sonra oyuncular 'evlerine', geride kalanlar da daha uzun yıllarını geçireceği duvarlar arasına geri döner.

Taviani kardeşler ustaca bir şey yapmıştır, gerçekte izleyiciyi de duvarlar arasına göndermiştir.

Sevgili Paolo ve Vittorio, tarihi siz yazdınız!


Limonlu Spagetti

Taviani kardeşlerin mutfak ile ilişkisi üzerine bir şey okuyamadım. Ama Taviani adını taşıyan birkaç restoran vardı. Örneğin, Michelin rehberinde adı geçen Taviani - La Bottega e l’Osteria ya da Osteria Taviani gibi. Osteria Taviani mutfağının kökleri Toskana geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan (kızarmış biftek gibi) et yemeklerine odaklanan (birkaç balık, av etleri seçeneği de olsa da) modern ve lezzet dolu bir mutfak olduğu belirtilmiş. Ama ben basit, hafif ve ekonomik bir spagetti tarifi vermeyi tercih ettim.

350 gr Spagetti

1 adet limon

1 diş sarımsak

1 yemek kaşığı sızma zeytinyağı

1 yemek kaşığı taze kıyılmış maydanoz

7 su bardağı su

1/2 yemek kaşığı tuz

Limon kabuğunu rendeleyin, tereyağı erittiğiniz tavaya sarımsak, limon suyu ile birlikte ekleyin. Tencerede diri kalacak şekilde spagettiyi tuz koyarak haşlayın, süzün ve tavaya aktarın, bir miktar spagetti suyu ile birlikte pişirin. Not: Dilerseniz 3 yemek kaşığı pecorino romano (ya da parmesan), karabiber ya da krema, tavada tereyağında pişirilmiş karides vb. ekleyerek de servis yapabilirsiniz. 


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.