YAZARLAR

'Eşitlik ekmeği' yapalım

Paris, Ekim 1789. Bastille’in düşüşünden üç ay sonra halk tümüyle ekmeksiz kaldığında, sarayda depolanan tahıllara el koyarak ekmek yapmaya kararlı çoğu kadın binlerce Parisli Versailles’a yürüyecektir... Marie-Antoinette filmdeki sahnede görüldüğü gibi yatak odasının balkonuna çıkarak ve  eğilerek onları selamlar, öfkeli kalabalık sakinleşir.

Fransa tarihini yiyecek ve içeceklerle birlikte öğreten bir kitap çok ilgimi çekmişti: Lezzetli Fransa Tarihi *.

Kitabın Eşitlik ekmeği/Pain de l’égalité  bölümündeki  giriş paragrafı XVI. Louis ve eşi kraliçe Marie Antoniette’ten söz ederek başlıyordu.

Ve tabii ki konu Marie Antoniette olduğu kadar, ekmek üzerineydi, bölümün başlığı zaten “eşitlik ekmeği”…

 Filmlerde Avrupa'da Devrim- Rusya, Pudovkin-St. Petersburg'un Sonu (1917 Ekim Devrimi), Fransa, Renoir-La Marseillaise (1789 Devrimi)

Avrupayı sarsan “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlı devrimde aydınlanmacıların etkisi kadar, kökleşmiş ve değişime direnen siyasal yapının, tükenmiş monarşinin ve bitmeyen savaşların yarattığı korkunç borç krizinin etkileri olacaktır. Kıtlık, düşük rekolte yılları nedeniyle ekmeğin fiyatının yükselmesi bu etkilerin tepki boyutunu yükseltecektir.

Bir evin bütçesinin yarıdan fazlası ekmeğe harcanmaktadır. “Bu yüzden ekmeğin fiyatı iki katına çıktığında, nüfusun büyük bir kısmı ciddi çaresizliğe düştü bu da devrimin itici güçlerinden biri oldu.” Bilgisine önem verilmeli... (Stephane Henaut, Jeni Mitchell). Üstelik yiyecek kıtlığından öncelikle sorumlu tutulan kraliçe Marie Antoniette’ten başkası değildir.

Kral Louis ve Marie Antoniette hemen değil, hareketli devrim günlerinden üç yıl sonra giyotine gönderilecektir. Çevresindeki devletlerle savaşın devam etmesi ve içeride dinmeyen karışıklıklara karşın (Terör Dönemi) amaç cumhuriyeti inşa etmek ve ayakta tutmak, halkın ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamaktır. Robespierre 1793’te şöyle söyleyecektir:

O halde insanlar ne zaman eğitilecek? Yiyecek yeterince ekmekleri olduğunda…”

Fransız Devriminin çatışmalarını ve yankılarını gösteren Danton filminde devrimin liderlerinden Robespierre (Wojciech Pszoniak),

TÜM FIRINLAR 'EŞİTLİK EKMEĞİ' ÜRETSİN!

Yeni-eşitlikçi rejimde zenginliğin ve yoksulluğun yok edilmesi amacıyla çıkartılan bir kararnameyle zenginler için iyi undan, yoksullar için kepekten yapılmış ekmek yerine, tüm fırıncıların tek tip ekmek üretmesi istenir.

Yani ‘eşitlik ekmeği’.

Fırıncılar isterse aykırı davranıp üretmesin, hapisle cezalandırılacaktır.

Ancak dörtte üçü buğday, dörtte biri çavdardan oluşan eşitlik ekmeği “sosyal eşitliğin herkes için aristokratlara özgü beyaz ekmek demek olduğunu uman halk üzerinde hayal kırıklığı yaratır”…

Kitaptaki okuduğum ‘eşitlik ekmeği bölümü’ ister istemez beni Sofia Coppala’nın yönettiği, İngiliz tarihçi Lady Antonia Fraser’in biyografik yapıtından uyarladığı Marie Antoinette  (2006) filmine götürdü. Fraser uyarlamanın anahtarı olan ve Sofia'nın okuduğunda çok etkilendiği bölümden söz eder: 

.. Pek çok tarihçi sanki Marie Antoinette Fransa'da doğmuş gibi davranıyor, oysa aslında Marie'nin hayatındaki en dramatik anlardan biri Fransa sınıra girdiğinde Kraliyet adına karşılayanlarca köpeğinin elinden alınması ve üzerindeki Avusturya giysilerinin çıkartılmasıdır.”

Yönetmen Sofia Coppola Marie Antoinette'yi oynayan Kirsten Dunst ile filmin çekiminde.

Ayrıca belirtmeliyim, Sofia Coppala’nın sinemaya yazınsal bir anlatı tadıyla yaklaşan Bir Konuşabilse/Lost in Translation filmi birkaç kez izlenebilecekler arasındadır… Ve sanki Scarlette Johansson’ın canlandırdığı o çocuksu, yalnız ve yabancı haliyle Charlotte, Marie Antoniette karakterini haber vermektedir.

Filmin ödüller beklentisinde Sofia Coppala değil, moda tasarımcısı Milena Canonero en iyi kostüm tasarımı Oscar’ını alarak öne çıkar.

Hem filmi izledim, hem kostümlerin yapılışı ile ilgili tasarım, hazırlık çalışmalarına baktım. Müzelerde, tablolarda saklı geçmişe ait giyim kuşam bilgileri Canonero sayesinde görünür olmuştu, toplumsal yaşam hakkında bilgi veriyordu, (İtalya’daki Prato Museo del Tessuto’da filmin oyuncularınca giyilen 20'den fazla giysi “Marie Antoinette: Bir Kraliçenin Oscar Kazanan Kostümleri” başlığıyla Şubat 2018’de sergilenmişti.)  

Bir gerçek, öncesinde En İyi Kostüm Tasarımı dalında Akademi Ödülü’ne aday gösterilen bir başka Marie Antoinette filmi de var: Gerdanlık Olayı (2001) adını taşıyor. Marie Antoinette’in çevresinde yaşanan, gerçek bir hikaye ve tarih sayfalarına ‘elmas gerdanlık olayı’ olarak geçen politik skandalı anlatıyor…

Marie Antoinette'i biyografik konu edinen ilk film (1938) Stefan Zweig’ın kaleme aldığı “Marie Antoinette: Sıradan Bir Kadının Portresinden uyarlanacaktır. Marie rolüyle Oscar’a aday gösterilen Norma Shearer göz doldurur, film Arjantin’de gösterildiğinde Eva Perón'u etkiler, Perón filmdeki Marie gibi saçlarını sarıya boyatır…

Marie Antoinette (1938), İki milyon doları aşan bütçesiyle 1930'ların en pahalı filmlerinden, aynı zamanda en büyük başarılarından biriydi.

Marie Antoinette’in yaşamı, hapsedilmesi, Devrim Mahkemesi'nce yargılanarak giyotinle idam edilmesi vb. her sinemacının gişe yaptıracağına inandığı dramatik bir malzeme olarak düşünülebilir.

Ama Sofia Coppola “yabancı bir ülkede şaşkınlığa uğramış, hayallerini tatmin olmadığı bir evlilikle kilit altına almış, güzel ve zeki bir genç kadını” anlatmayı tercih edecektir (Peter Bradshaw).

Sofia Coppola’nın kamerası ta baştan bir kraliçe kadına değil çekime başlandığı günlerde belki Galler Prensesi Diana ile karşılaştırılabilecek, hayal ettiği ile gerçek arasına sıkışmış on beş yaşında evlilik yapmış bir genç kadına yönelmiştir. Kaldı ki Coppola “Kişisel bir hikaye anlatmak istedim, büyük bir destansı tarihsel biyografi yapmak değil.” açıklamasını yapar. 

Eleştiri yazılarında da bu düşüncenin onaylandığını söyleyebilirim: “Hayır, görüntüler dönemin güncel siyasetiyle ilgili ayrıntılı bilgi vermeye yönelik değil. Çünkü biz tümüyle Marie'nin dünyası içindeyiz.” (Roger Eber) Ama bu dünyanın içinde saraydan uzaklaşarak, biraz huzur bulmak için Versailles arazileri üzerinde suni bir köy inşa ettiren Marie de vardır. Yurttaşlar haklıdır, onlar zor koşullarda yaşarken, ‘dünyadan bihaber müsriflikle damgaladıkları’ kraliçenin bu kez "çobancılık" oynadığını düşünürler… Sofia, İngiliz tarihçi Fraser’in yazdığı senaryonun sayfalarından pek uzaklaşmadığı için, bir dizi olay/gerçek tarih sayfalarında kalacak ya da başka sinemacıları bekleyecektir.

Lezzetli Fransa Tarihi kitabında “Ekmek bulamıyorlarsa pasta ya da brioche -tereyağlı, şekerli çörek- yesinler!” (Qu’ils mangent de la brioche) sözünün gerçekliğinin tartışmalı olduğu da açıklanır.

Filmde de Marie bu sözün halkın kendisiyle alay etmek için uydurulduğunu belirtir. Ama bir gerçek vardır, halk uzun zamandır vergilerle (aile vergileri, tuz, kilise, gümrük vergisi vb.) ve gıda, ekmek kıtlığı, açlık ile boğuşmaktadır, ayrıca ekmeğin fiyatı iki katına çıktığı için de tepesi atmıştır.

XVI. Louis şaşaalı ve bol harcamalı yaşamı nedeniyle suçlanacaktır -örneğin yeni yaptırdığı köşk Le Petit Trianon nedeniyle. Halka göre ülkenin eşiğine geldiği ekonomik iflasın bir nedeni de resimleri üzerine “BÜTÇE AÇIĞINA DİKKAT!..BORÇLAR KRALİÇESİ… FRANSAYI TÜKETİYOR!” yaftaları yapıştırılan Marie Antoinette’in düşüncesiz harcamalarıdır.

Sonuçta halkın öfkesi patlayacak, Paris’e giren tüm yiyecek ve şaraplar için vergi toplayan Barrière denilen gişeler yakılacak, binlerce silaha el konulacak, kraliyet despotluğunun sembolü olmasının yanı sıra barut deposu Bastille işgal edilecektir.

Devrimciler Kral ve Kraliçeye üç yıl dokunmayacaktır, ama açlığa dayanamayan kızgın halkın öfkesi baskın gelecek, Versailles’dan çıkartılacaklar ve Paris’te uzun yıllardır bakımsız ayakta duran Tuileries Sarayı‘na getirileceklerdir.

Ettore Scola / Varennes Gecesi filminde XVI. Louis ve Marie Antoinette'in Avusturya'ya kaçma girişimini anlatacaktır.

Gerçekte Devrim meclisi ve devrimci halkın rehineleridir. Devrim, radikal kararlar ve uygulamalarla işlerken, başlarına gelebileceklerin çekingesiyle kraliyet ailesi 1791 Haziran ayında Paris’ten Avusturya’ya kaçmaya çalışır, ama Varennes’de tutuklanarak Paris’e geri getirilirler. Kaldı ki Marie Antoinette ile ilgili bu dönüm noktası olay, Sofia Coppola değil İtalyan sinemasının büyük ustası Ettore Scola tarafından Varennes Gecesi/La Nuit de Varennes adıyla gerilim unsuru taşımadan ve dramatikleştirilmeden anlatılacaktır. 

Ettore Scola benim için, diyalogsuz, sadece dans ve müzikle Fransız toplumsal tarihini anlatan filmi “Balo”; faşizmin/nazizmin öteki addettiği, sonuçta çoğunu toplama kamplarında yok edeceği insanlardan biri, cinsel seçimi nedeniyle işten atılan radyo programcısı Gabriele’in (Marcello Mastroianni),  herkes Mussoli’nin Hitler’i Roma’da karşılama törenine gittiği için boşalan (1938) apartmanda ev kadını Antonietta ile (Sophia Loren) karşılaşmasının hikayesi, Özel Bir Gün” filminin yönetmenidir…. Ettore Scola hemen her filminde “Sinema ile topluma sorular soracak, izleyicinin düşüncelerini, varlığını ortaya çıkaracaktır.”

Ettore Scola'nın Özel Bir Gün filminde Sophia Loren ve Marcello Mastroianni (1977).

Ettore Scola Varennes Gecesi filminde fantastik denilebilecek bir kurgu yapar. Sözde kraliyet ailesiyle aynı rotada yolculuk yapan, zaman zaman onlarla yolları kesişecek Fransız yazar-tarihçi Restif de la Bretonne, çapkın İtalyan yazar Casanova, Amerikan bağımsızlık savaşçısı ve düşünür Thomas Paine’i başka bir arabaya yerleştirecektir.  

Bu hayali yolculuğun yapıldığı tarihte orada olmasa da İngiltere’de yayımlanan “Sağduyu” (1776) adlı yapıtıyla Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin hazırlanmasında etkili olan Thomas Paine bir süre gerçekten Fransa’da yaşamıştır. 

Ateşli bir Cumhuriyetçi olan Thomas Paine İnsan Hakları kitabıyla İngiliz halkını monarşiyi yıkmaya çağırır, hain bile ilan edilir, ama Fransız devriminin yanında olmasına karşın Kral XVI. Louis'nin idamına karşı çıktığı için Robespierre tarafından bir yıl hapis cezasına çarptırılır. 

Casanova’nın Varennes yolculuğu daha da hayalidir, çünkü o yıllarda Fransa’da bile değildir… Rétif de la Bretonne tıpkı  Casanova gibi kadın düşkünü ve ayakkabı fetişi bir yazardır. Ayakkabı fetişizmi anlamına gelen Fransızcadaki “retifism” adı ondan alınmıştır. Görülüyor ki Ettore Scola, Kral ve kraliçenin filmsel Varennes yolculuğunu hayali kahramanlarla sıkıcı olmaktan kurtarmayı fazlasıyla başarmıştır.

Sofia Coppola filminin ilk karesinde, önünde ve arkasında renkli pasta, turtalar, makaronlar —filmde görülenlerin tümü ünlü pasta üreticisi Ladurée tarafından yapılacaktır-, koltuğuna uzanmış ve seçtiği ayakkabıyı giyen görüntüsü ile Sofia Coppola’nın nasıl bir Marie Antoinette  portresi çizmek istediğini ele verir. 

Sofia Coppola’nın amacı daha önce de belirttiğim gibi, bir dönemin yaşam-moda-yemek sitili kartpostallarından bir albüm yapmak olmasa da film salonlara girdiğinde Fransız sinema yazarları haklı olarak tarihsel gerçek ile geçmişin temsilinin örtüşüp örtüşmediğini sorgular, Marie Antoinette’in özel, renkli dünyasından kopamadığını –filmde Paris’teki bir maskeli baloya gidecektir,- savurganlığını, hep bir ‘yabancı’ olduğunu hissettiren Coppola yaklaşımını eleştirirler…

 XIV. Louis’nin 1671'de Chateau de Chantilly'de kendisine verilen ziyafeti anlatan film Vatel'den bir sahne.

DEĞİŞEN MUTFAK

Lüks yaşamı seven XIV. Louis’nin yaptırdığı Versailles sarayı, mutfağından Barok sanatın en tipik örnekleri arasına giren bahçesine dek kraliyetin gözde mekanı olmuştur…

Coppala’nın da filminin sahnelerine katacağı XIV. Louis’nin armağanı bu gösterişli mutfağa etkisi olan şef La Varenne, onun yazdığı Fransız Şef/Le Cuisinier françois isimli kitap olmuştur. La Varenne ardından pasta, kek, tatlı yapımını anlatan Le Pâtissier françoisyı  kaleme alacaktır.

Sonraki yıllarda yayımlanan "Rafine Ev Sahipliğinin Kitabı”nın da etkisiyle, Yeni Fransız mutfağında tatlı ile tuzlu ayrımının yapıldığı, tatlının yemek sonuna bırakılarak ’Le désert’ adı verildiği, Ortaçağ’ın tatlı-ekşi karışımları yerine  tereyağı, Beurre de Provence (sarımsak, yumurta sarısı, tuz, beyaz biber, zeytinyağı, limon suyu karıştırılarak yapılıyor) gibi sosların kullanılmaya başlandığı saptanır. 

XVI. Louis’nin boğazına aşırı düşkünlüğünden söz edilmese de mantar sevgisi Fransız mutfağında hiyerarşide alt seviyede olan mantarın statüsünü güçlendirecektir. (Bu bilgiyi de Lezzetli Fransa Tarihi kitabından aldım.) Coppala filminin çekimini Versailles sarayında yapacak, öte yandan Kral Louis’yi oynayan aktör Jason Schwartzman'ın kilo almasını isteyecektir, ‘monarşizmin simgesi Kralın bu yüzyılda oturmak ve tüm gün yemek yemekten başka işi yok’, demek istercesine.

Görmeye değer bir fotoğraf-Pedro Almodóvar, Wes Anderson, Sofia Coppola ve XVI Louis'yi oynayan Jason Schwartzman filmin Versailles'daki çekimlerinde (2005).

SON YEMEK

Yemek sunumlarına gelince, Saray kurallarına göre Kral ve Kraliçenin yemeklerini yalnız yemesine izin verilmez, çevresindeki kişilerin ve kurallara uygun giyinen ziyaretçilerin önünde alması gerekmektedir. Bir istisna, XIV. Louis kurallara aldırmamış, çoğu kez tek başına yemeği tercih etmiştir. Sevdiği tatlı ise, içi kremayla doldurulup üzeri altın serpilmiş portakaldır. (Bu hafta Portakallı krema tarifi veriyorum, tabii ki altınsız…).

Filmdeki sofra görüntülerinden anlaşılacağı üzere bir sıralama yoktur… Marie-Antoinette’in yemek seçimiyle ilgili baş oda hizmetçisi Madam Campan’ın verdiği bilgiyse şöyledir:

“[Marie-Antoinette] genellikle kümes hayvanları ya da haşlanmış kümes hayvanları dışında hiçbir şey yemezdi ve sudan başka bir şey içmezdi. Özellikle sevdiği tek şey, sabah kahvesi ve Viyana'da çocukluğunda alıştığı bir çeşit ekmek (kruvasan)”.

Marie Antoinette filminin son sahnesinde kraliçe Marie, Versailles önüne gelen halkı balkona çıkarak ve eğilerek selamlayacaktır.

Paris, Ekim 1789. Bastille’in düşüşünden üç ay sonra halk tümüyle ekmeksiz kaldığında, sarayda depolanan tahıllara el koyarak ekmek yapmaya kararlı çoğu kadın binlerce Parisli Versailles’a yürüyecektir… Marie-Antoinette filmdeki sahnede görüldüğü gibi yatak odasının balkonuna çıkarak ve eğilerek onları selamlar, kalabalık sakinleşir. Kral tahıl tedarik etmeye söz verse de öfkeli kalabalık, saraya, kraliçenin dairesine girer… Kraliyet ailesi elli yük araba dolusu buğday ve unla Paris’e dönmeye zorlanır. Kadınlar konvoya “Artık ekmeksiz kalmıyoruz: fırıncıyı, karısını oğlunu geri getiriyoruz” alaycı sloganıyla eşlik eder. (Stephane Henaut, Jeni Mitchell)

Coppola’nın Kral ve Kraliçenin Versailles’dan ayrılmadan önce filmdeki son sahnede, üzerinde yiyeceklerin azaldığı, yalnızlık ve endişe duygusunun ise arttığı bir masa vardır…

‘Eşitlik ekmeği’ doğal olarak yoktur.

* Stephane Henaut, Jeni Mitchell (2020), Lezzetli Fransa Tarihi, Çevirmen: Gül Tonak, İstanbul: Say Yayınları

——————————————————————

Portakallı krema/Crème à l'orange

4 portakal

1/2 limon suyu

100 g pudra şekeri

2 yumurta

1 tatlı kaşığı nişasta

3/4 su bardağı portakal likö

2 su bardağı süt

Portakalın üstünü keserek (kapak) bir kaşık yardımıyla içini sos tenceresine aktarın. İç malzemeleri karıştırıcıdan geçirin, suyunu süzün, limon suyu ekleyin. Bir kapta yumurta sarısını şeker, nişasta ile çırpın. Bu karışımı bir tencereye alın, portakal suyu, süt ekleyerek ve karıştırarak kısık ateşte kıvam alıncaya dek pişirin. İndirince likör ekleyin, karıştırın. Öncesinde bir kapta çırptığınız yumurta beyazını portakal sulu karışımın olduğu tencereye ekleyerek hızlı çırpın. Biraz bekletin, sonra karışımı portakalların içine doldurun. Servise hazır olana dek soğumasını sağlayın.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.