YAZARLAR

Muhafazakâr semt ahalisinin bekçi sorunu var mıdır?

Bekçilik konusunun da, diğer sorunlarda olduğu gibi etkilenen ya da etkilenme ihtimali olan ‘azınlıktakiler’ tarafından konuşulup tartışılacağını tahmin etmek güç değil. Diğer mahalle, kendine doğrudan zarar vermeyen herhangi bir şeyle ‘soyutluk’ düzeyinde ilgilenmiyor.

Halihazırda yürürlükte olan bir yasada yapılan değişikliklerle gündeme geldi bekçilik. Bekçilik kurumu farklı şekilleriyle Osmanlı’dan bugüne değin var. Değiştirilen yasa ise 1966 tarihli. Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu (14.07.1966-772). Yasa değişikliğinin gerekçesini buraya bırakıyorum, ilgilenecek olanlar için.

Gerekçenin yalnızca şu satırını aktarmakla yetineceğim: “Güvenlik hizmetleri, hizmet ihtiyacı duyan vatandaşların beklentileri yönünde şekillenmektedir. Ülkemizde halkın ihtiyaç duyduğu güvenlik hizmetleri kapsamında halka yakın, halkın problemlerini sahada çözecek yapıların etkinleştirilmesi gerekmektedir.”

Bu tür sade suya tirit klişe gerekçe cümlelerini başkaca yasa ya da anayasa değişikliklerinde de bulmak mümkün. İktidar/yasa koyucu, doğal olarak, şu ‘aşamada işimize geliyor’ demez. Halkın böyle bir ihtiyacı olduğu nasıl anlaşılır? Halkın mahallesinde bir güvenlik sorunu mu var? Eğer varsa niteliği nedir ve çözümünde bekçilerin rolü ne olabilir? Bekçi, polisten daha mı yakındır halka? Öyleyse neden? Yakınlık ile ne kastediliyor? Mahalle ahalisinden birileri mi bekçi olacak?

Çok soru yöneltilebilir kuşkusuz ve hemen hiçbirinin yasa önerenler tarafından yanıtlanmayacağına kuşku yok. Onlar halkın ihtiyaçlarını, elbette halkın kendisinden daha iyi bilme ve çözme yetisine sahip! Hal böyleyken yasa gerekçelerinin, yasaların lafzının ötesinde araştırma ve değerlendirilmesine gereksinim duyulur ki bu, yasa koyucunun/hukukun terminolojisi dışında aranmalıdır. Türkçesi, ‘bayram değil, seyran değil, bu bekçi meselesi nereden çıktı?’ sorusu yöneltilmelidir.

Dünyada ve Türkiye’de doğan/yaratılan güvenlik kaygısı, güvenlik kavramının dönüşümü, haliyle güvenlikçilerin değişimi, güvenliğin sağlanmasında özelleştirme eğilimi vesaire… Her biri ayrı bir tartışma ve çalışma konusu.

Türkiye’de farklı muhalif kesimler bir süredir bekçilere verilen yetkileri ve yeni bekçi tipini tartışıyor. Yeni bir silahlı güç oluşturulmaya çalışıldığı yönünde bir kaygı var. Konuya ilişkin bir kitap, bir söyleşi ve bir köşe yazısı, bana kalırsa çok önemli. Noémi Lévy-Aksu’nun “Osmanlı İstanbulu’nda Asayiş 1879-1909” (İletişim, 2017). Çalışmanın aslı Fransızca, çeviren Serra Akyüz ve yayına hazırlayan Ali Berktay. Çok iyi bir kitap, meraklısına öneririm. Söyleşi ise bu kitap üzerine İrfan Aktan’ın yazar Aksu ile 2 Şubat 2020 tarihinde Gazete Duvar’da yayınlandı. Biraz uzun gelebilir, üşenmeyin lütfen. Köşe yazısı yine Gazete Duvar’da Ali Duran Topuz’dan. 1 Şubat 2020 tarihli.

Ali Topuz, yazısına İçişleri Bakanı’nın Haziran 2018 tarihli konuşmasından bir alıntıyla başlıyor. Soylu şöyle demiş:

“Şehir güvenliğinde kıymetli Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu iradeyle beraber yepyeni bir anlayışa, aslında geleneğimizin bize emanet ettiği anlayışı yeniden ihya etmeye yönelik bir adım, imza attık. Bana bizzat söyledi. ‘Ben yatarken, sokakta bekçi düdüğünü duymak istiyorum. Vatandaşımız evinde yatarken huzur içerisinde sokakta birisinin onu beklediğini, huzurunun emin olduğunu duymasını istiyorum’ dedi. Bunu talimat kabul ettik ve çalışmalara başladık. Eskiden beri var olan bir kolluk gücümüzün kapasitesini arttırıp yeniden işlerlik kazandırıyoruz.”

Yasa gerekçesinde olduğu gibi bu sözlerde de yine bazı duygusal vurgular ve gelenekler ile ihya edilmek istenen ‘halka’ yönelik bir ‘sevda’ söz konusu. Tabii, “2018 Haziran'ına dek vatandaş evinde huzur içinde uyumuyor muydu?” gibi, içinde az da olsa mantık kırıntısı barındıran sorular sormak yersiz tahmin edilebileceği gibi. Yine de insan sormadan edemiyor: Neden şimdi?

Ali D. Topuz, ertesi günkü yazısında gerekçede söz edilen mahalleden söz ediyordu:

“Mahalle bahsinde az daha duralım: İktidarın, gökdelenlere ruhsat verirken ‘yatay mimari’yi lafta savunma, kentsel dönüşümü ‘mahalle’yi dağıtmak için kullanırken mahalle nostaljilerini meşrulaştırıcı nutuklar içinde kullanmayı sevme huyunu akla getirecek olursak, Bakan Soylu’nun bu nutkunun sadece girişimi meşrulaştırmaya yönelik söz üretme mecburiyetinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Fakat, yeni bekçiliğin yine de büyük ölçüde ‘mahalle’ esaslı çalışacağını söylemek mümkün. Büyük şehirlerdeki ana caddelerin, plazaların, yüksek katlı rezidansların, kendi güvenliğine sahip getto benzeri sitelerin yoğunlaştığı yerlerde bekçilik ister düdüklü olsun ister düdüksüz işlevsiz kalacak… Büyükşehirlerde bugünlerde soyut değil de somut mahalleler söz konusu olduğunda, iktidarlar açısından sevinç değil de kaygı kaynağı olan yerler akla geliyor ilk: Gazi Mahallesi gibi, 1 Mayıs Mahallesi gibi, Nurtepe, Gültepe, Tuzluçayır gibi…”

Noémi Lévy-Aksu ise İrfan Aktan ile söyleşide Osmanlı’dan bugüne bekçiliğin gelişimini anlatırken, 19. yüzyılda polisin bir güç olarak ortaya çıkışına, geçirdiği değişime, oradan bekçilik kurumuna, toplumun bekçilerle olumlu-olumsuz ilişkisine, devletin bekçiler üzerindeki sıkı kontrolünün Abdülhamit devrinden ziyade İttihat Terakki döneminde başladığına değiniyor. Yazar, bekçilere silah verilmesi fikrinin de İttihatçılara ait olduğunu vurguluyor. Bekçiliğin yeniden gündeme gelişini yorumlarken önemli tespitleri var. Burada bir iki satırı alıntılıyorum:

“ …mevcut iktidar mahalle dahil her türlü kavramsal veya somut alanı, denetim altında tutulması gereken bir hedef olarak algılıyor. Fakat muhtarların yüceltilmesiyle beraber iktidar, mahalleyi pozitif bir unsur olarak gördüğünü göstermek istiyor.

Neden?

Mahalle, muhtar üzerinden devletle, iktidarla beraber hareket ettiği, iktidarın politikalarına meşruiyet sağladığı sürece pozitif bir unsur. Öte yandan iktidarın söylemi, mahalleleri denetleme aracı olarak kullanılan bekçiler konusundaki meşruiyet yaratma kaygısına dayanmıyor. Uygulamaya bakıldığında da işaretler çok iyi değil. 'Polis varken neden bekçi' sorusuna buradan da bir yanıt verilebilir aslında: Devletin varlığını hayatın her alanında artırmak, hissettirmek, göstermek. Her yerde üniformalı görevli göstermek, 'devlet var' demektir. Peki o 'üniformalı devlet' niye var diye sorulursa iki iddia dile getirilir: 'Devletin halkı koruması' veya 'devletin kendisini halktan koruması.' Şu an Türkiye’de hangisinin öncelikli olduğunu söylemeye gerek yok…”

Herhalde sizler de AKP devleti açısından hangisinin öncelikli olduğunu tahmin edersiniz!

Lévi-Aksu’nun şu sonuç ve uyarısına da yürekten katılıyorum:

“Açıkçası ben bunun bir bekçilik tartışması olarak yürütülmesini çok yanlış buluyorum. Bir kere yapılan tartışma bekçi değil, polis tartışması. Sonuçta bekçilerin sadece ismi bekçi, yapıları ise yerel ve eğitimsiz polislik. Üstelik mevcut bekçiler üzerinden Osmanlı nostaljisine başvurmak, mukayese yapmak boşuna. Devlet bile artık bu bağlantıyı kurmaya çalışmıyor. Dolayısıyla bekçileri değil, devlet rejimini tartışmak lazım. Gerçek tartışma, şu anda bu ülkede polisin hedefleri, işkence ve zor kullanma konusundaki pratikleri üzerinden şekillenmeli. Kaldı ki iktidar bu yapının aktörlerini bekçi değil de 'yerel polis' veya 'mahalle polisi' olarak isimlendirseydi, o zaman sorun olmayacak mıydı?”

Bir süredir düşündüğüme tercüman olan satırlar. Bekçiliğin yeniden canlandırılması tek başına sorun değil, genel rejim anlayışının bir uzantısı olduğu ölçüde tehlikeli. Haliyle ‘tehlike’ olarak adlandırılıp ‘endişe’ yaratan canlandırma isteği, canlandıranın takati ile sınırlı.

Fakat söyleşinin sonlarındaki bir cümlenin gerçek yaşamdaki karşılığından pek emin olamadım: “Bekçiler konusunda da herkes, hedefin evlere hırsız girmemesini sağlamak olmadığını biliyor.”

Bilemiyorum. ‘Herkes’ derken, hakikaten ‘herkesin’ kastedilmediği tahmin ediyorum; zira kalabalık yurttaş kesimlerinin böyle düşünmediği kanısındayım.

Kenar mahallenin kendi halindeki muhafazakârı nasıl yaklaşıyordur bekçilere verilen yetkiler konusuna? Hem Lévi-Aksu’nun hem de Ali D. Topuz’un satırlarına, çözümlemelerine katılmakla birlikte daha yüzeysel bazı tahminler yapmanın sakıncalı olmayacağını umuyorum. Kenar mahalle yazıları, gözlem ve tahminlerden oluşuyor nihayetinde. Başkaca iddiası yok.

Topuz’un belirttiği gibi, huzurun sağlanacağı mahalle hangi mahalle? Fiziksel ve yöresel nitelikleri içeren bir soru bu. Aynı katta yaşayanların dahi birbirinden habersiz olduğu rezidanslar değil herhalde. Ya da, Sultanbeyli’deki, Arnavutköy’deki ya da Erzurum merkezdeki bir mahalle, ziyadesiyle huzurlu zaten! Örneğin Bayburt’ta Gezi eylemlerinde bir kişi bile sokağa çıkmamıştı. Belli ki tepeden tırnağa tüm mahalleleriyle bir huzur şehri. Buradaki mahalle ve huzurdan, Cumhur’a dahil olmayan ve bizatihi varlıkları huzursuzluk kaynağı olan yurttaş kesimlerinin yaşadığı yerlerin kastedildiği açık. Beli silahlı ve bol yetkili bekçilerin, 2000’lerin ortalarında; özellikle Gezi sonrasında sıklıkla gündeme getirilmesi ve büyük bir ihtiyaç olarak tanıtılması boşuna olmasa gerek. Erdoğan’ın yedi yıldır Gezi’ye değinmediği bir konuşması oldu mu? Konu ne olursa olsun söz mutlaka Gezi’ye geliyor.

Hal böyleyken, artık mahallelerde kahverengi kıyafetli ve yetkili genç insanların dolaşacak olmaları her mahalle için olmasa da bazı mahalleler için, evet ciddi bir sorun.

Bekçilik konusunun da, diğer sorunlarda olduğu gibi etkilenen ya da etkilenme ihtimali olan ‘azınlıktakiler’ tarafından konuşulup tartışılacağını tahmin etmek güç değil. Diğer mahalle, kendine doğrudan zarar vermeyen herhangi bir şeyle ‘soyutluk’ düzeyinde ilgilenmiyor. İlgilendikleri içinde de, devletin herhangi bir işlemine itiraz etmeyen, edemeyen, etmek istese de çekinen insanlardan söz ediyorum. Bu çekingenlikte, güvensizlik ve çıkarcılık da var kuşkusuz. İtirazın sonuçlarını kestirememe, yarın ne olacağından emin olamama ve işini yürütmek dururken, pişmiş aşa su katma. Ayrıca, torpille girdiği işi bir anda kaybetme ihtimali. Daha önce de yazmıştım; ‘tanıdık bulma’ eğilimi son derece doğal karşılanır o dünyada. Bir insanın eşe dosta, akrabaya ‘iyilik’ yapması ve onları kayırıp gözetmesi, yadırganan değil, memnuniyet veren bir davranıştır.

‘Devlet bekçi göndermişse mahalleye, bizi düşündüğünden.’ ‘Allah razı olsun, rahat uyuyoruz.’ ‘Sitelerde özel güvenlik yok mu, sokağımızda olmasının ne sakıncası var?’ ‘Suçu olmayan, rahat duran insan bekçiden neden rahatsız olsun?’ ‘Gece vakti ortada dolaşırsan, bekçi de kimlik sorar tabii.’

Bir de tabii bekçi sayısının kaç aileye ekmek götüreceğini düşünmeli. 30 bin olacağı söyleniyor. İşsiz on binlerce genç ekmek sahibi olacak. Yakınlarıyla birlikte kaç kişi eder ve kaç seçmen?! Ailelerinin durumdan memnun olduğunu, her gün ‘ekmek verene’ dua ettiklerini tahmin etmek güç değil. Tabii aynı aileler ve bekçiler, o işin sürekli olmasını da isteyeceklerdir. Yani, iktidar değiştiğinde işlerine devam etmeliler. Haliyle sadakatlerinin iktidara mı yoksa aslanın midesindeki işe mi olduğu, düşünülmeli! Ortalama yurttaşın eşsiz pragmatizmini küçümsemeyelim!

Diyeceğim, konu üzerine yazıp çizenler, söyleşenler çok değerli tespitler yaptı ve yapıyor. Çoğu zaman olduğu gibi, ‘yalnızca’ bizi ilgilendiren, kaygılandıran tespitler. Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Çankaya’da ve Ali D. Topuz’un farklı bağlamda adını andığı semtlerde yaşayan ahaliyi. Kenar mahalle muhafazakâr ahalisinin, milyonlarca yurttaşın ‘bekçi’ derdi ve gündemi yok. O cenahın ilgi alanına, ancak maaşlarını yurttaş öderse, kimi bekçiler yeniçeri kesilirse ya da içlerinden biri mahalleden bir ‘hanıma’ rahatsızlık verirse, girer. Düdük sesini duymaktan rahatsız olacaklarını, umursayacaklarını sanmıyorum. Devlete duacılar, özel güvenliği ayaklarına kadar ve ücretsiz getirdiği için.

Bekçi Baba 1: Düdükler kimin için çalıyor?Bekçi Baba 1: Düdükler kimin için çalıyor?

Bekçi Baba 2: Önce sopa vardı!Bekçi Baba 2: Önce sopa vardı!

Noémi Lévy-Aksu: Bekçilere silah vermek İttihat ve Terakki’nin fikriydiNoémi Lévy-Aksu: Bekçilere silah vermek İttihat ve Terakki’nin fikriydi


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.