YAZARLAR

Endişeli muhafazakâr, geçenlerde Validebağ'a moloz döktü!

Muhafazakâr kesimin genelinin öyle çok endişeli olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Hele ki ekmek kavgasının kızıştığı, yoksulluğun derinleştiği şu zamanda, insanların böyle işlere kafa yoracak zamanı ve takati varmış gibi gelmiyor bana. Endişeli 'ihale severlerin' endişesi ise son derece yerinde, gerçek bir endişe, haklılar. Daha da endişelenmelerini dilerim.

“...önerim, muhafazakârların endişelerini gidermek için uğraşmak yerine, onları, geriye kalanların çoktan gerçekleşmiş endişelerini paylaşmaya davet etmek. İstemeyene de, paşa gönlün bilir demek. Bu, AKP’nin hoyratça parçaladığı kamuyu yeniden, müşterek bir zeminde kurmak ve kotarmak için de iyi bir başlangıç noktası olacaktır. Hep birlikte olma ve kalma endişesine katıldıkları ölçüde üstesinden gelecekler var kalma endişelerinin ve AKP’yi bugüne, şu sahnelere taşıma utancından paylarına düşeni azaltacaklar. Her birine gidip ayrı ayrı “merak etme, benden sana zarar gelmez” denilerek olacak iş değil bu. Türkiye gibi bir ülkede, böyle diyen birine kimse güvenmez artık. Çünkü Türkiye’yi bugün bulunduğu yere, kapı kapı dolaşıp “benden sana zarar gelmez” diyen bir ekip sürükledi.” Ayşe Çavdar, “Endişenizi nasıl alırsınız, 'Ne'n var kuzum? ya da 'insan yediği şeydir.” (20 Eylül 2021).  

Duvar'daki komşum değerli Ayşe Çavdar'ın muhafazakâr kesime ilişkin yazılarının benim için yeri ayrı. Çok iyi bildiği bir dünyayı, her zaman adaleti gözeterek, kırıp dökmeden ancak sözünü sakınmadan anlatıp eleştiriyor. Kolay iş değil.

Türkiye, kendi tarihi için dahi sürreal sayılabilecek bir dönemden geçiyor. Namlı bir suç örgütü liderinin sosyal medya aracılığıyla 'muhtelif konularda' düzenli olarak berbat ve pek yalanlanmayan iddialar ortaya attığı, sıradan ve sağlıklı bir toplumu şoke etmesi gereken bu iddiaların türlü eleştiri ve şakalara konu olduktan sonra hayatın -kaldığı yerden değil kuşkusuz, başka bir yerden- devam ettiği, sabah akşam küçümsendiğimiz, ulusal varlıkların çok küçük bir kesime hediye edildiği, iktidarın yaşam koşullarından şikâyetçi her yurttaş kesimini yalancılıkla ya da tahrikçilikçe suçladığı, 'siyasal sorumluluk' ilkesinin anayasal ilkelerle birlikte rafa kaldırıldığı, sevdiklerimizin yıllarını boş yere cezaevinde geçirdiği, doğal güzelliklerin betona feda edildiği, yorucu, çok yorucu bir devir bu.

Örneğin, her şey bir yana, AYM Başkanı'nın arada bir “kararlarımız bağlayıcıdır” deyip sonra işinin başına dönmesi bile başlı başına asap bozucu bir durum. Ha keza Adalet Bakanı'nın 'kararların bağlayıcılığına' ilişkin hatırlatmaları. Sanırım yakında Ankara'ya gidip mahkeme kararlarına uymadığım ve AYM kararlarını bağlayıcı kabul etmediğim için ikisinden de özür dileyeceğim, öyle görünüyor, üzülmelerini hazmedemiyorum zira.

İşte bu koşullarda gündeme geliyor muhafazakâr kesimin, bana kalırsa 'muhayyel' ve 'köpürtülen' endişesi. O endişe tartışılırken, iktidarın akıl hocalarından bir 'âlim' er kişi, “iktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir,” buyuruyor. Hâlâ milyonlarca oyu olan bir ittifakın, en âkil kareli ceketlilerinden biri dile getiriyor bunu. 'Gerekirse' yalan söylemek ve adaletsizliği görmezden gelmek salık veriliyor alnı secde görmüş endişeli muhafazakâra. Asıl kahrolunması gereken musibetler, bir iktidar taktiği olarak sunuluyor, akıl hocaları tarafından. İtiraf etmeliyim, bu kareli ceketlilerin hallerinden son derece memnunum, keşke her gün üç-beş kez konuşup yazsalar, tam olarak hak ettikleri yerdeler ve dilleri neye dönüyorsa onu ifade ediyorlar. Yüz küsur yıldır, 'Batı'nın şusunu alalım busunu almayalım' filan diyerek gündemi ve düşünce yaşamını boş yere meşgul ediyorlardı, kendileri edip kendileri buldu.

İki hafta önceki yazıda değinmiştim 'endişe' konusuna. Hemen herkesin bir şeylerden endişe duyduğu Türkiye'de, yirmi yıldır yöneten bir iktidara her koşulda oy veren insanların da bazı endişeleri olabilir kuşkusuz. Ancak ben de Ayşe Çavdar gibi, milyonlarca orta halli dindar yurttaşın endişesi ile parti çevresinin endişelerinin birbirine hiç benzemediği kanısındayım. Çavdar diyor ki, “Nedense kayıtsız şartsız AKP seçmeniymiş gibi görülen muhafazakârların var kalma endişelerinin kaynağı ile, AKP’nin yarattığı 'azgın azınlık'ın var kalma endişelerinin kaynağı kat’iyen aynı değil. Muhalefete düşen, AKP’nin azgın azınlığının elindeki medya gücünü vesaire kullanarak geriye kalanların endişelerini tekeline almasına mâni olmak.” Mesele bu.

Hatta biraz daha ileri gidip orta halli dindar muhitin 'üzerinde durmaya değer' bir 'kimlik' endişesi olmadığını söyleyeceğim. 'Üzerinde durulmasa da olur,' türden endişeleri olabilir tabii. Ona da yapacak bir şey yok. Ne yapacak muhalefet (koalisyonu) iktidar olduğunda, mescitlerin duvarını mı kemirecek, dindarların elini ayağını bağlayıp zorla içki mi içirecek, artık çoktan tarih olmuş üniversitede türban yasağını mı gündeme getirecek, ne yapacak? Bunların olmayacağını, çoluk çocuğunu okutma ve eve ekmek getirme derdine düşmüş dindar insanlar bilmiyor mu Allah aşkına! Eğer endişeden kasıt, iktidar bağımlılarının ve çevrelerindeki çıkarcı halenin endişesi ise, eh bu da iyi bir şey zaten, ben de onların yerinde olsam endişe duyardım. Hal böyleyken, hâlihazırda gerçek ve makul nedenleri olan bir endişe yokken, aynı ezberleri yinelemenin istismarcılar dışında kimseye yararı yok. Ayşe Çavdar: “Tarihin şu anında, AKP’ye şu ya da bu ölçüde destek vermiş bulunan muhafazakâr seçmenlerin bir yol ayrımında olduğu ortada. Gayet farkındalar onlar da. Kimse çocuk değil. Asıl şimdi karar verecekler AKP’nin kurduğu düzenden paylarına düşen utancı nereye kadar, nasıl taşıyacaklarına. Azgın azınlığın var kalma endişelerini genele teşmil etmek için serd ettikleri arsızlıkları dikkate almak, muhafazakâr seçmeni o utancı daha çok paylaşmaya zorlamaktan başka işe yaramıyor.”

Yukarıda “üzerinde durmaya değer” endişenin altını özellikle çizdim, çünkü şu aralar gündeme getirilmeye çalışılan, özellikle köpürtülen ve milyonlarca dindarın 'habersiz' olduğunu düşündüğüm 'endişe', diğer yurttaşların varlığı ve haklarıyla ilgili bir durum olsa gerek. Bir insan, ülkenin kendisinden, kendi inancı ya da yaşam tarzından ibaret olmadığını fark ettiğinde 'endişe' duyuyorsa, ne güzel, bolca duysun, zaman içinde duymamayı öğrenir. Yok eğer biri, herkes bana uysun ve koskoca ülke evimin varaklı salonuna benzesin diyor ve benzemeyeceğini anladığında efkârlanıyorsa, evet, “paşa gönlü bilir.” Ayşe Çavdar'dan son bir alıntı: “Yukarıda utanç verici, hatta arsız bir endişe türünden bahsetmiştim ya? Bunca adaletsizliğin, zalimliğin olduğu bir ülkede, 'tamam tarafımı değiştiririm ama garanti isterim, kazan gönlümü, söyle bakiim bana, promosyonun ne, bir alana kaç veriyorsun, öbüründen fazla mı?' sorularını saklamak üzere çatılmış 'ama ben, ben olarak kalacak mıyım?' endişesini bunların başına yazabilirsiniz. Verilecek cevap şu: Senin sen olarak kalman bunca zulmün devam etmesine bağlıysa, kendine bir çeki düzen vermeyi düşünsen mi acaba? Bu türde, güya varoluşsalmış gibi duran, ama düpedüz ayrıcalık kovalayan endişeleri yatıştırmak üzere kurulan cümlelerin pek çoğunun, “hah şuradan gidersem oluyor galiba, az daha bağırayım' etkisi yarattığı ortada.”

Yazı bitmeden başlığa gelmek istiyorum: Validebağ Korusu.

Validebağ'da olanlar üzerine yazacakken, yine Duvar'da Azmi Karaveli “Rant muhafazakârlarının Validebağ iştahı” başlıklı çok güzel bir yazı kaleme aldı. Söylemek istediklerimi Karaveli'nin makalesinde okuyunca vazgeçtim ve Validebağ'ı bu yazıya taşıdım. Çünkü, asıl endişeli muhafazakârların sıradan yurttaş değil, türlü çıkar grupları olduğunu en iyi anlatan örneklerden biri, Validebağ Korusuna yapılmak istenenler. Anadolu yakasında bir cennet Validebağ. Öyle laf olsun diye kullanmıyorum 'cennet' sözcüğünü, mucize eseri kendisini on yılların rant iştahından korumayı başarmış bir koru. SİT alanı, koruma altında ve her geçişimde müteahhit ideolojisinin nasıl olup da yok etmeyi başaramadığına bir kez daha hayret ediyorum. Bizdeki Türk tipi neoliberalizm tabii, Çetin Altan'ın bir ömür şikâyet ettiği burjuva kumaşından mahrum bir kapitalist iştah. Gerçi fırsat versen orada da yapan çıkar ama, örneğin bugüne dek hiçbir İngiliz sermayedarın Londra'nın göbeğindeki bir parkta imar faaliyetleri yapmayı hayal etmediğini tahmin ediyorum. O tarih, böylesi hayalleri engelliyor; kendi ülkeleri yerine, şirketleriyle gidip az gelişmiş ülkelerdeki doğanın katledilmesine katkı ve sermaye sunuyorlar prensip olarak. Çünkü az gelişmişlerin lüks araç meraklısı ve pahalı saatli taze soğanları bu tür saçmalıklara teşne, çağdaşlarıyla aynı yollardan geçmedikleri için.

Validebağ Korusu, adı üzerinde bir koru, yani park değil. Oraya özgü börtü böcek ve doğal zenginliğe sahip. Bir kapısında Sultan Abdülaziz Av Köşkü, diğer kapısında Öğretmenevi, tam ortasında Adile Sultan Kasrı. Bu güzelim yapıyı, Hababam Sınıfı'nın çekildiği yer olarak hatırlarsınız, hatta bir de Hababam müzesi var. Şimdi değil, AKP'den önce de imara açılma girişimleri olmuş, 'tonton Özallı' yıllardan itibaren. Güncel dert ise, Üsküdar Belediyesi'nin tavrı. Kazanılan davalar, yürütmeyi durdurma kararları, en son belediyenin itirazı bir kez daha reddedildi. İnanılır gibi değil hakikaten, uzun süredir, 60'lı 70'li yaşlarda insanlar Koru'da nöbet bekliyor ve gelip geçen insanları sabırla bilgilendiriyor. Belediye mütemadiyen yokluyor, Koru'yu ve insanları! Bir gün bakıyorsunuz, işçiler gelmiş ot topluyor, çevik kuvvet de ot toplayanları koruyor, evet polis dolaşıyor o gün Koru'da. Bir gün bakıyorsunuz, bir yerlerde ölçüm yapıyor birileri. İşte geçen hafta bir sabah, alaca karanlıkta kamyonla 'moloz' boşaltmışlar yürüyüş yoluna, çok tepki çekti tabii. Çevreden koşarak gelenler, belediyenin bıraktığı kum yığınlarını elleriyle poşetlere doldurup çöpe attı gün boyu. Tepki artınca belediye, sağ-İslamcı kesimin en sevdiği jargonu kullanmayı denemiş: Hizmet engelleniyor. Engelleyen kim? Eh kim olacak, marjinal kesimler tabii. Marjinal teyze ve amcalar! Koruyu millet bahçesi yapacaklarmış, efendim bir-iki mekân açılacakmış, ah halkımız bunu çok istiyormuş ama marjinal küçük bir kesim yaygara koparıyormuş. Bak sen.

Yeminliler, ülkenin herhangi bir yerindeki bir karış güzelliği olduğu gibi bırakmamaya, akla gelebilecek her kaynağı yandaşlar için gelire dönüştürmeye yeminliler, bildikleri başka bi şey yok şu hayatta ve ülkeyi tapulu malları görmeye alıştılar. İşte endişe dedikleri de bu; Validebağ'da koşup oynayan çocukların, yürüyüş yapanların, çayını kahvesini içenlerin, uçurtma peşinde koşanların, kuşun, böceğin, kedi köpeğin ve 'her kesimden' yurttaşın bir endişesi yok, temiz hava almaktan ve toprak kokusundan son derece hoşnut insanlar. Müteahhitlerin ve ahaliye alık muamelesi yapmaktan sıkılmayan kareli ceketli tiplerin endişesi ise büyük.

Ezcümle, muhafazakâr kesimin genelinin öyle çok endişeli olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Hele ki ekmek kavgasının kızıştığı, yoksulluğun derinleştiği şu zamanda, insanların böyle işlere kafa yoracak zamanı ve takati varmış gibi gelmiyor bana. Eğer dürüst bir yaşam sürmesine karşın endişe duyan bir kesim varsa hakikaten, özellikle muhalefetteki yeni partilerin onlara seslenip 'kendi muhitleri dışındaki milyonlarca yurttaş ve bir zahmet ülke için de endişe duymaları gerektiğini' önermesi, yerinde ve yararlı olur. Endişeli 'ihale severlerin' endişesi ise son derece yerinde, gerçek bir endişe, haklılar. Daha da endişelenmelerini dilerim.

Validebağ Korusu'nda, kişisel hiçbir çıkarları olmaksızın sabahtan akşama dek büyük azimle mesai yapan, yaşını başını almış duyarlı yurttaşlara saygılarımla...

Yazı önerisi: Endişeli arkadaşların devrinde cezaevinde tutulanlardan, sevgili Bircan Yorulmaz'ın Bianet'teki yazısını buraya bırakıyorum

İklim krizi notu: Türk Toraks Derneği'nin, Levent Kurnaz ile yaptığı “İklim krizi, küresel ısınma ve insan sağlığı” başlıklı söyleşi. 


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.