YAZARLAR

Meliha Altunışık: Irak, Biden ile görüşmenin önemli başlıklarından biri olacak

7 Ekim saldırılarının Ortadoğu'daki normalleşme sürecini etkilediğini belirten ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında gerçekleşecek görüşmede Irak konusunun da önemli başlıklardan birisi olacağını söyledi.

Ortadoğu’da 2021’den bu yana süren normalleşme süreci 7 Ekim saldırılarıyla kesintiye uğradı. İsrail ile Filistin arasındaki savaş, İran ile İsrail’in birbirini doğrudan hedef almasıyla tarihsel bir eşiği geçti. Türkiye ise bir yandan İsrail ile ilişkilerini askıya alırken öte yandan Hamas Lideri Haniye’yi ağırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hafta yönünü Bağdat’a çevirdi. Mayısta da ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesi bekleniyor.

Ortadoğu’da normalleşme süreci sona mı erdi? 7 Ekim, bu normalleşme dinamiklerini nasıl değiştirdi? Türkiye, Filistin meselesinde arabulucu olacak mı? Erdoğan’ın Irak ziyareti neden önemli? Biden ile Erdoğan’ın masasında neler olacak?

Bu soruları Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık’a sorduk.

7 Ekim saldırılarına kadar sizin 'Ortadoğu’da Normalleşme' olarak çerçevelendirdiğiniz bazı dinamikler sürüyordu. Örneğin Filistin Sorunu'nun ikincilleşmesi, Rusya ve Çin’in Körfez ile bağlarını güçlendirmesi. ABD’nin ağırlığını Asya’ya vermesi, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında normalleşme, Suriye’nin Arap Ligi’ne dönmesi gibi. 7 Ekim’den sonraysa Hamas ve Filistin’in odakta olduğu bir süreç işliyor. 7 Ekim, normalleşme olarak çerçevelendirilen dinamiklerde nasıl bir kırılma yarattı?

Ben 2021’den sonra bölgede bir normalleşme sürecinin başladığını düşünüyorum, bununsa birden fazla boyutu var. İlk olarak İsrail’in birtakım bölge ülkeleriyle normalleşmesine tanıklık ettik: İbrahim Anlaşmalarıyla BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan ile normalleşme anlaşmaları imzalamaları. Burada ABD’nin rolü oldukça önemli, çünkü ABD Obama döneminden bu yana Çin’in yükselişi ve küresel sistemin dönüşümü uyarınca Asya’ya yönelmek istiyor. Bunu yaparken de Ortadoğu’da aslında bir takım girişimlerde bulundu. Örneğin Obama, İran ile nükleer anlaşma imzaladı. “Biz burayla çok ilgilenmeyeceğiz, Asya’ya yönelirken buradaki İsrail gibi Körfez ülkeleri gibi müttefiklerimizi, İran’ı tehdit olarak gören müttefiklerimizi bu şekilde koruyacağayım” fikrine yaslandı. Onu izleyen Trump dönemindeyse, Trump’ın İran ile yakınlaşamaya karşı olması ve daha çok bu konuda İsrail ile aynı noktada buluşması, adımlarına etki etti. İlk olarak Obama’nın yaptığı nükleer anlaşmadan çekildi. Ardından, “İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleştiği bir Ortadoğu bırakıyorum” diyerek İbrahim Anlaşmaları'nı imzaladı. Bu bölgeye etki etti, başka tür normalleşmelerin de kapıları çeşitli nedenlerle açıldı.

Bu dönüşümün bir diğer ayağı, yani ikinci boyutunda Türkiye’yi görüyoruz. Ankara da İbrahim Anlaşmaları'ndan sonra bir normalleşme politikası izledi. Öncesinde yalnızca Katar ile iyi ilişkileri vardı. Yalnızlığın ötesinde bölgede bir mücadelenin parçasıydı. Bir tarafında Katar ve Türkiye’nin diğer tarafında Suudi Arabistan ve onun müttefiklerinin yer aldığı bir mücadele vardı. Öyle ki bu mücadele sadece Ortadoğu’da gerçekleşmedi, Doğu Akdeniz’e ve Doğu Afrika’ya da sirayet etti. Biri nereye gitse diğeri de oraya gidiyordu ve neredeyse bütün bu ülkelerle Türkiye’nin ilişkileri çok kötüydü. 2020’den sonra ise Türkiye odaklı bir normalleşme gördük. Türkiye, BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye başladı.

Üçüncü ayağında İran ile çok önemli bir normalleşme görüyorduk. 2003’ten bu yana bölgede Suudi Arabistan’ın başını çektiği blokla İran’ın başını çektiği blok arasında bir mücadele vardı. İlginç bir şekilde burada Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ve İran ilişkilerini normalleştirdiler, yeniden diplomatik temsiliyet başladı. Ondan önce BAE, İran ile bir ölçüde normalleşti.

'2021’DEN SONRA GÖRÜLEN NORMALLEŞME, FİLİSTİN SORUNU’NA NEREDEYSE HİÇ DEĞİNMİYORDU'

Dördüncü ayaksa Arap ülkeleri arasında normalleşme. Bunun en önemli ayağı Suriye meselesi. Suriye’nin Arap Ligi'ne dönüşü yani Suriye ile normalleşme. Ben bu çeşitli normalleşme adımları ile ortaya çıkan bölgesel ilişkilere “Körfez merkezli bölgesel düzen” diyorum. Dolayısıyla böyle bir bölgesel düzen oluşturmak çabası, projesi vardı, son hızla gidiyordu. Bunun en önemli ayağıysa neredeyse gerçekleşiyordu: İsrail ile Suudi Arabistan normalleşmesi. Bu hakikaten bölgesel ilişkileri kökten değiştirecek bir adım olurdu. Bu iki ülkenin ilişkileri bir ölçüde var, açıktan sürmese de var, ancak bunu açıkça yapmak ve böyle bir anlaşma imzalamakla bölgede önemli bir değişimin kapısı açılacaktı. Tam da bu noktada 7 Ekim Saldırıları oldu. Hatta neden 7 Ekim dersek, saldırının tarihsel nedenlerini de gözeterek, burada Suudi Arabistan normalleşmesi meselesi gündeme geliyor. Bu anlaşmanın eli kulağındaydı. Hamas saldırıyı buna karşı da yaptı. Bunun nedeniyse bu yeni bölgesel düzenin iki önemli özelliği: Arap Baharı'ndan sonra ortaya çıkan Yemen, Libya ve Suriye gibi uyuşmazlıkları bir tür dondurmak ve asıl önemlisi Filistin meselesine hiç değinmemek. Bu normalleşmenin de Körfez yeni bölge tasavvurunun da özelliği buydu: Körfez ülkelerinde son yıllarda yükselen bir milliyetçilik var. Bu milliyetçiliğin bir öğesi “Filistin Meselesi bizim için o kadar temel değil” iddiasına yaslanıyor. Nitekim tüm normalleşmeler Filistin meselesiyle çok da ilgili olmadan yapıldı. İşte bu noktada Hamas’ın saldırısı, korkunç bir saldırıydı elbette, siyasi olarak, stratejik olarak Filistin meselesini tekrar gündeme getirdi.

Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık (Solda)

'BUNDAN SONRA FİLİSTİN MESELESİ NORMALLEŞMENİN BİR PARÇASI OLURSA BU SÜREÇ DEVAM EDECEK'

Peki bundan sonra nasıl bir bölge ortaya çıkacak, nasıl bir bölgesel düzen oluşacak?

Bu yeni düzen Filistin meselesiyle bir şekilde ilgilenmek zorunda artık. Normalleşme bitti mi derseniz, bence bitmedi, sekteye uğradı. Örneğin Suudi Arabistan 7 Ekim’den sonra hızla yaptığı açıklamasında İsrail ile normalleşmeyi “erteliyorum” dedi, “bitiriyorum” demedi. Riyad, bir taraftan bu normalleşmeyi bölgedeki liderlik rolünü pekiştirmek için İsrail'e karşı bir araç olarak kullanacak. Normalleşme devam edebilir, ama Filistin meselesi olmadan değil. Bundan sonra Filistin meselesi normalleşmenin bir parçası olursa devam edebilir.

'ABD VE İSRAİL MISIR VE KATAR’IN ARABULUCULUĞUNU KABUL ETTİ'

Saldırılar sonrasında sıklıkla iki ülkenin adını duyuyoruz. Katar ve Mısır. Bu iki ülke neden bu süreçte ön plana çıktı?

Şöyle ki Mısır’ın Filistin meselesinde tarihsel bir rolü vardır: Arabuluculuk. Bunu Enver Sedat da yaptı ancak özellikle Hüsnü Mübarek, Muhammed Mursi, şimdi Abdülfettah Es-Sisi yapıyor. Mısır o eski bölgedeki liderlik rolünü kaybetti. Ancak Mısır’ın Filistin meselesindeki rolü bakiydi, devam ediyordu. Ayrıca Mısır, bu savaştan komşu olarak doğrudan etkileniyor. Öte yandan Kahire aynı zamanda Hamas’tan, Müslüman Kardeşler'e bağlantılı bir örgüt olduğu için, rahatsız. Bununla beraber arabuluculuğunu devam ettiriyor. Katar ise daha çok Hamas ile olan ilişkileri ve örgütün liderlerinin orada olması nedeniyle ön planda. Bu iki ülke bu nedenlerle bu işe soyundular. Genellikle de İsrail ve ABD tarafından bu rolleri kabul edildi. Son olarak bunda Arap dünyasında yaygın olan “Filistin bir Arap ülkeleri meselesidir” yaklaşımı da etkili.

Siz de değindiğiniz, Türkiye ile İsrail normalleşme sürecinde ilişkilerini onarmak için adımlar attı. 7 Ekim saldırıları sonrasında Türkiye, İsrail’e uyarılarda bulunsa da köprüleri atmadı. Ancak ticarete kamuoyu baskısı nedeniyle bir kısıtlama getirdi. 7 Ekim saldırıları Türkiye ile İsrail ilişkilerine nasıl bir etkide bulundu? Tıpkı diğer normalleşme süreçlerinde olduğu gibi bu iki taraf arasında da Filistin meselesini de içeren bir normalleşme süreci mi beklemeliyiz?

Türkiye ve Suudi Arabistan saldırılar sonrası bu sürece ara verdi. Öte yandan saldırılar ve sonrasında yaşananlar karşında iki Arap ülkesi Ürdün ve Bahreyn İsrail’den elçilerini çekti. Bunun dışında bir de Türkiye elçisini istişare için merkeze çağırdı. Bu noktada Türkiye’nin pozisyonun birçok öğe içerdiği söylenebilir. Bir taraftan İsrail’e söylemsel düzeyde oldukça artan bir eleştiri var. Öte yandan Hamas’ı sahiplenme var ki bu, Arap ülkelerinde görmediğimiz bir tavır. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Terör örgütü değildir” çıkışı, ardından Kuvâ-yi Milliye benzetmesi. Ardından Haniye ile görüşmesi… Bütün bunlar bölgedeki Arap ülkelerinin tavırlarından oldukça farklı. Bunlar elbette İsrail’de çok eleştiriliyor. Türkiye-İsrail ilişkileri oldukça kötü bir noktada. Buna rağmen siyasi ilişkilerdeki bu sorunlara rağmen, daha önce de olduğu gibi, ticari ilişkiler etkilenmemişti. Bu hükümet dönemine baktığımızda İsrail ile ilişkilerin inişli çıkışlı olduğunu görüyoruz ancak o inişli dönemlerde de hep ticarete devam etti. 2020’den sonraki normalleşmeyle ticari ilişkiler ilave bir ivme kazanmıştı. Siyasi ve diplomatik alanda yaşananlara karşın ticaret devam edecek izlenimi oluşmuştu, ancak toplumsal baskı geldi. Önce yerel seçimlerde Yeniden Refah Partisi’nin bu konuyu oldukça gündeme getirmesi ve daha sonra yapılan gösteriler. Bu da beraberinde ticari kısıtları getirdi.

'İSRAİL, TÜRKİYE’NİN NE ŞİMDİ NE DE SAVAŞ BİTTİKTEN BİR ROL OYNAMASINI İSTEMİYOR'

Özellikle Arap Baharı sonrasından ilişkilerin çok inişli çıkışlı olduğu gördük. Bir yandan ideoloji bir yandan pragmatizm var. Türkiye bu ikisi arasında bir denge kurmaya çalışıyordu, ancak bu gittikçe zorlaşıyor. Özellikle İsrail’in, Türkiye’nin arabuluculuk rolü oynamasını istemediğini açıkça görüyoruz. Aslında bu kriz başladığında Türkiye, Mısır ve Katar’dan daha çok rol oynayabilirdi. Şöyle ki, Mısır’ın İsrail ile ilişkileri iyiyken, Hamas ile yakın değil. Katar’ın Hamas ile iyiyken İsrail ile ilişkileri yok. Bu kriz başladığında Türkiye’ninse ikisiyle de vardı.

Türkiye’nin birden söylemini sertleştirmesi ve İsrail’i çok sert eleştirmesi İsrail hükümetinde tepki yarattı ve çok belli ki İsrail, Türkiye’nin ne şimdi ne de savaş biterse ya da bir ateşkes olursa bir rol oynamasını istemiyor. Dolasıyla bu normalleşme sürecinin İsrail ile tekrar çok çabuk toparlanacağını söyleyemeyiz. Ancak, bir ateşkes durumu olursa, İsrail’de hükümet değişirse bazı gelişmeler olabilir, Türkiye’nin rolü de değişebilir.

'HANİYE ZİYARETİ TÜRKİYE’NİN MESELEYE DAHİL OLMA GİRİŞİMİN BİR UZANTISI OLABİLİR'

İsrail ile Türkiye arasında bunlar yaşanırken Hamas lideri İsmail Haniye 20 Nisan’da Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Bu görüşmeyi nasıl yorumlamak gerekir?

Türkiye yine bir fırsat bulduğunu düşündü bence. Katar biliyorsunuz biraz şikayetçiydi. Dışişleri Bakanı Fidan, Katar’a gitti ve mevkidaşıyla görüştü, CIA ile belli görüşmeler oldu. Bunların arkasından bu ziyaretin gerçekleşmesi, insanın aklına “Acaba Türkiye de devreye girip Hamas’ı müzakerelerde ortaya konan ateşkes şartlarına ikna etmeye mi çalışıyor?” sorusu geliyor. Ancak görüşmelerin tıkandığı bir noktada Türkiye de bunu bir fırsat olarak görüp Hamas’ı iknaya mı çalıştı, bunu zamanla göreceğiz. ABD ve İsrail sıcak bakmasa da belki bu son ziyaret bunun denemesidir. Bunun bir etkisinin olup olmadığını göreceğiz.

22 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan beraberindeki bir heyetle Irak’a bir ziyarette bulundu. Özellikle güvenlik alanında, terörle mücadele konusunda bazı anlaşmalara imza konuldu. Öte yandan aslında Erdoğan’ın ziyaretinden aylar önce hem MİT Başkanı İbrahim Kalın hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Irak’a birkaç defa giderek bir çerçeve hazırladı. Alışık olunanın dışında sadece Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle değil, Bağdat ile de sık sık görüştüler. İlk olarak Erdoğan neden Irak’a gitti. Bu ziyaret neden önemliydi?

Aslında Irak Türkiye açısından hep önemliydi. Ancak son dönemde Türkiye ağırlıklı olarak, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile görüşüyordu, Kuzey Irak ile ilişkilerini geliştirmişti. Ziyarette Bağdat ile ilişkilerini normalleştirmek istediğini görüyoruz. Bu ziyaretin iki boyutu var. İlki Türkiye’nin kendi çıkarıyla ilişkili, bahsettiğiniz terörle mücadele çerçevesi içinde Irak yönetiminin de PKK’yı ortak tehdit olarak görmesi gibi. Bunlar Türkiye’nin uzun zamandır yapmak isteyip yapamadığı unsurlardı. İşin enerji ve ekonomi boyutu var, ki bu daha çok kalkınma yolu projesiyle ilgili. Bu oldukça önemli bir proje. Proje, gerçekleşirse, Körfez'i Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlayacak. Daha önce değindiğimiz Körfez merkezli bölgesel düzenin bir parçası olarak görülebilir. Yani Türkiye, Irak ve Körfez’in çıkarıyla ilgili bir boyutu var.

'TÜRKİYE IRAK’I BATI’YA BAĞLAYARAK BİRAZ DA OLSA İRAN’I DENGELEME ROLÜ ÜSTLENEBİLİR'

İkinci boyuttaysa geniş biçimde İran meselesi var. Burada ABD’nin yine Asya’ya dönerken nasıl bir bölge bırakacağı sorusuna dönüyoruz. Aslında Biden ilk geldiğinde Obama çizgisini sürdürecek gibiydi. Biden, İran ile nükleer anlaşmaya geri döneceğini söylemişti. Görüşmeler başladı ancak ilerlemedi. Yeni dönemde İran’ın hem ABD ile ilişikleri tırmandı hem de İsrail ile ilişikleri dönüştü. Tarihsel olarak ilk defa bir şey oldu. İki taraf karşılıklı olarak doğrudan birbirini hedef aldı. Dolayısıyla Biden’ın bir İran meselesi var ve bunun Irak boyutu var çünkü 2003’ten bu yana İran’ın bölgedeki en önemli etki alanlarından biri Irak. İran’ın Irak’taki varlığı aynı zamanda, Suriye ve oradan Hizbullah ve Hamas’a ulaşma imkanı. ABD oradaki askeri varlığını sürdüremeyecek. İşte bu noktada sanki Türkiye hem kendi çıkarları açısından Irak merkezi yönetimi ile ilişkilerini geliştirecek hem de Irak’ı Batı’ya bağlayarak İran’ı biraz da olsa dengeleme rolü üstlenecek gibi görünüyor.

'BİDEN TÜRKİYE’YE BİR UZAKLIK POLİTİKASI UYGULUYOR'

Bu noktada şunu sormak isterim, anladığınız çerçeveyi de dikkate alarak, basına yansıdığı kadarıyla Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta ABD Başkanı Biden ile Beyaz Saray’da bir görüşme yapması bekliyor. Erdoğan ABD’ye giderken heybesinde ne taşıyor, nasıl başlıklar var?

Bana kalırsa bahsettiğimiz Irak’ın istikrarı ve İran’ın buradaki etkisi konusu masada olacaktır. Bu hem Türkiye hem de ABD çıkarlarıyla örtüşüyor görünüyor. Ancak şunu akılda tutalım, bölgede hep yapılmak istenenle ortaya çıkan arasında bir fark oluşuyor. O nedenle bunlar ne derece gerçekleşecek bilemiyoruz. Yine de burada ciddi bir gelişme olduğunu görüyoruz. Benzer biçimde Filistin meselesi de olacaktır. Türkiye’nin kendi meseleleri de var elbette. Ziyaret pek çok açıdan önemli. ABD ile Türkiye ilişkileri son dönemde sorunlu, buna karşın hem Obama hem de Trump, Erdoğan ile görüşmüştü, bir angajman vardı. Biden dönemi çok özel bu anlamda, Biden bir uzaklık politikası uyguluyor. Oysa Biden, Suudi Arabistan’a da sert sözler söylemişti, ancak oraya gitti. Türkiye konusundaki tutumunu değiştirmedi, uzaklık politikasını sürdürdü, ziyaret bu açıdan da önemli olacak.

Meliha Benli Altunışık kimdir?

Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Altunışık, 1988-1989 Akademik Yılı’nda Harvard Üniversitesi'nde Center for Middle Eastern Studies’de Fulbright burslusu olarak eğitim görmüştür. Doktorasını 1994 yılında Boston Üniversitesi’nden almıştır. Ortadoğu politikası ve uluslararası ilişkiler, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkileri ve uluslararası petrol politikaları konularında uzmanlaşmıştır. Washington D.C’de bulunan Middle East Institute’da “non-resident fellow”dur.


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.