YAZARLAR

Durmak yok yola devam… Ama AKP’siz

Erdoğan’ın şimdilik erken olup olmayacağını bilemediğimiz bir sonraki genel seçimleri kaybetmesi ihtimali karşısında yoluna AKP’siz devam edebilmenin önlemlerini almakta olduğu, pek de uzak bir ihtimal gibi durmuyor.

“İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözlerinin üzerinden kısa bir süre geçmişken hem de ikinci kez ve açık ara farkla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kaybeden Erdoğan’ın bu kaybın ardından partisinde önemli değişikliklere gideceği beklentisi şimdilik karşılıksız kalmış görünüyor. En azından kısa vadide Erdoğan’ın İstanbul’da ve Ankara dahil birçok büyükşehirde oy kaybından sorumlu tutulan Cumhur İttifakından ya da Süleyman Soylu ve Berat Albayrak’tan vazgeçmeye niyetinin olmadığı görülüyor. Tam tersine, Deniz Yıldırım’ın 17 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısında ortaya koyduğu gibi, Erdoğan’ın bütün eleştirilere rağmen ekonomi yönetiminin başında tutmaya devam ettiği damadının yetki alanını adım adım genişlettiği görülüyor. Her ne kadar 31 Mart öncesindeki beka söylemiyle siyaseti kutuplaştırmakla suçlanan yol arkadaşlarının sesi son günlerde biraz daha kısık çıksa ve Erdoğan’ın ağzından “kızgın demiri soğutmak” gibi bir cümle dökülmüş olsa da, 23 Haziran’dan bu yana olup bitenler, Erdoğan’ın AKP için öngördüğü stratejinin şimdilik bir revizyon, canlanma, parti içindeki muhalif seslerin arzuladığı gibi bir tür “fabrika ayarlarına dönüş” olmadığı anlaşılıyor. Dahası, adeta AKP’yi gözden çıkarmış, hatta kendi iktidar alanını koruduğu sürece yeni kurulacak partilerle yola devam etmekte bir sakınca görmeyen bir Erdoğan’ın hazırlık hamlelerini görüyoruz. Ne cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olma ihtimali karşısında bahçesine helikopter indirilen Abdullah Gül’ün ve Babacan’ın ne de bir pelikan operasyonuyla başbakanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalan Davutoğlu’nun yeni parti kurma girişimleri karşısında “ümmeti bölmek” çıkışının dışında bir tepki göstermemesini de bu kabullenişin bir işareti olarak değerlendirmek mümkün. Üstelik, Davutoğlu’nun Kurban Bayramı’nı Süleyman Soylu ile aynı otelde geçirdiği ve aralarında bir görüşme gerçekleştiği iddiaları gündeme düşüyor.

16 Nisan Referandumu'yla, tüm uyarılara rağmen işleyebilir, sağlıklı, denge ve denetleme mekanizmaları ile korunan bir başkanlık sistemi yerine demokratik ülkelerde örneği görülmeyen bir sistemi yürürlüğe koymayı başarmış Erdoğan için bundan sonrasında yola hangi partiyle devam edeceğinin pek bir önemi kalmamış gibi görünüyor. Son birkaç ayda, seçim yenilgisinin ardından genel başkanı olduğu partiyi toparlamak yerine kendi etrafında kümelenen çıkar odaklarını memnun etmeye yönelik hamleleri bunun bir göstergesi olarak okunabilir. Örneğin Ağustos ayının başında İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ısrarında parmağı olduğu söylenen, kamuoyunda Pelikancılar olarak bilinen Bosphorus Global’i, masraflarının kim tarafından karşılandığı tam olarak bilinmeyen yalısında ziyaret ediyor. Üstelik Bosphorus Global parti tabanı tarafından sosyal medyada yürüttüğü iftira kampanyalarıyla partiye oy kaybettirmekle suçlanıp yoğun biçimde eleştirilirken gerçekleştirilen bu ziyarette, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel tarafından evine dört maaş girmekle eleştirilen Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da bulunuyor. Dört maaş suçlamasının muhataplarından Fatmanur Altun, kendini “devlette dolgun ücret karşılığı çalıştığı iddia edilen kabiliyetli bireylerin” ulus ötesi şirketlerde çalışmak yerine “devlet hizmetine talip olarak büyük fedakârlık gösterdikleri”ni söyleyerek savunuyor. O ziyaretin yapıldığı yalının kirasının nasıl ödendiğini bilemediğimiz gibi, bu “büyük fedakarlığın” neden özellikle Altun ailesinden istendiğini de tam olarak bilemiyoruz. Ancak Altun ailesinin bu savunmasının, AKP tabanında ne tür bir karşılık bulacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bu ziyaretin ardından, Bosphorus Global tarafından yönetildiği bilinen bazı sosyal medya hesaplarından, Erdoğan’ın eski metin yazarı ve eski Ankara Milletvekili Aydın Ünal’ın ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın da aralarında olduğu AKP içindeki kimi isimlere yönelik yeni karalama kampanyası başlatılıyor.

Pelikan ziyaretiyle hemen hemen aynı günlerde, AKP’nin düşünce kuruluşu olarak kurulan SETA, Türkiye’deki uluslararası basın kuruluşlarında çalışan gazetecileri fişleyen raporunu yayınlıyor. Rapora ulusal ve uluslararası medyada geniş tepki bulurken, iktidara yakın medyadan dahi rapora karşı sesler yükselebiliyor. Raporun yayınlandığı günlerde, SETA’ya Bakanlar Kurulu kararıyla 2013 yılında “kamu yararına vakıf” statüsü verilerek vergi muafiyeti getirilmiş olduğunu öğreniyoruz. Yalnızca Amerika’daki şubesine dahi bağış adı altında milyon dolar para aktarıldığı haberi de hemen hemen aynı günlerde dolaşıma giriyor. Üzerinde bunca şaibe oluşmuş ve AKP tabanında dahi tepki ile karşılanmaya başlayan bu oluşum da, Erdoğan’ın yola devam stratejisinde Bosphorus Global gibi merkezi bir rol oynuyor olmalı. Zira partiden gelen eleştirileri bir kenara bırakıp yalnızca kendine bağlı olan, belli ki “önemli görevlere talip olmakla büyük fedakarlıklarda bulunduğu”na inanan ve bu nedenle her türlü kayırılmayı ve imtiyazı kendine hak gören bu yeni siyaset profesyonelleri ile yoluna devam etmeye kararlı görünüyor. Bu pencereden bakınca, SETA genel koordinatörü Burhanettin Duran’ın kardeşinin Erdoğan tarafından Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü görevine atanması da yadırganmıyor.

Bütün bu hamlelerin devamında neyin geleceğini kestirmek için belki de Eylül ayını beklemek gerekiyor. Ancak 23 Haziran’dan bugüne olup bitene şöyle bir bakınca, Erdoğan’ın şimdilik erken olup olmayacağını bilemediğimiz bir sonraki genel seçimleri kaybetmesi ihtimali karşısında yoluna AKP’siz devam edebilmenin önlemlerini almakta olduğu, pek de uzak bir ihtimal gibi durmuyor.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.