YAZARLAR

Bir demokrasi masalı ya da AKP’nin çıkış yolu

Bu program AKP açısından seçimlerin İstanbul’da ikinci bir kez kaybedilmesi durumunda bir çıkış yolu açmış oldu. Seçim bu sefer kaybedilirse, sorumlusu İmamoğlu karşısında zayıf bir performans sergileyen, amatörce hazırlanarak A4 kağıda basılan ve spiral dosyada birleştirilen tablolarda yanlışlıkla İzmir’e ait bilgilere yer veren (böylece kampanya ekibi de suçu paylaşmış olacak), sinirlenen ve sıkça rakibinin sözünü kesen, mal varlığı konusunda “kamuoyuyla paylaşılacak diye bir adet yok” diyerek yanlış anlaşılmaya müsait bir yanıt veren Yıldırım sorumlu olacak. Belki bir kez daha kendini ifade edemediğini söyleyecek. Yıldırım’ın bu programdaki performansı üzerine günlerce konuşulacak ve her koşulda, AKP bakımından seçimin bir kez daha kaybedilmesi durumunda ihale bu sefer Yıldırım’a kalacak.

Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın bir araya geldiği açık oturumu İsmail Küçükkaya “Türkiye bunu başaracak, çok partili hayat açısından son derece önemli bu kavşağı da geçecektir” sözleriyle açtığında bir tartışma programı neden çok partili hayat açısından önemli bir kavşak olsun diye düşünmeden edemedim. Günlerdir bu programın önemi üzerine yapılan konuşmalara, basında yayınlanan yazılara bakınca, adayların ekranlarda konuşmasıyla sihirli bir değneğin dokunduğu ülke siyasetine yeniden bahar gelecek sanabilirdiniz. Adeta AKP öncesine, 90’lı yılların ortalarında izleyicileri saatlerce ekranların başına bağlayan ve her ne kadar gerçekte öyle olmasa da Ali Kırca’nın mutlak bir tarafsızlık iddiasıyla sunduğu Siyaset Meydanı günlerine geri dönülecekmiş gibi bir heyecan vardı. Kendisine düşen bu görevin ne denli önemli olduğunun bilinciyle programı açan İsmail Küçükkaya, tıpkı bir zamanların Ali Kırca’sı gibi -birebir aynı cümlelerle- “burası demokrasi meydanı” deyiverdi. Ülkeye demokrasi, bir kez daha ekranlarda gelecekti.

Program iyi yapılandırılmıştı. Küçükkaya her iki adaya da eşit söz hakkı tanımaya özen gösterdi; saniyeler hesaplandı; programı kapatırken iki adayın da tarafsızlığına onay vermesini istedi. Programın sonunda her iki aday aileleriyle birlikte yan yana fotoğraf vererek bu demokrasi şölenini taçlandırdılar. Böylece, Küçükkaya’nın açılışından anladığımız haliyle, bugüne kadar ülkede olmayan çok partili hayata yeniden dönüş için kritik bir adım atılmış oldu. Hatta bir adım ileri gidersek, eşit şartlarda yarışan adayların katıldığı seçimlerin yargı (YSK) güvencesi altında, adil biçimde gerçekleştirilmesi için önemli bir adım atıldı; özgür basının görevini tümüyle tarafsız biçimde yapabilmesi, siyasetçilerin kampanyalarını serbestçe ve eşit şartlar altında yürütebilmesi, kamuoyunda görüşlerin serbestçe dile getirilip tartışılabilmesi ve ifade özgürlüğü açısından bir eşik aşıldı. Sanırım bundan sonra yapılacak yorumlar bu yönde gelişecek. En azından AKP’nin ve Yıldırım’ın kampanyasının tamamlanabilmesi için, bu türden yorumların daha çok ve daha yüksek sesle dillendirilmesi gerekiyor. Şu nedenle: Her ne kadar, programın hazırlık sürecinde iki adayın birlikte yer almış, süreci birlikte yönetmiş görünseler de, bu program gerçekte Binali Yıldırım’ın kampanyasının bir parçasıydı. Daha da ötesi, AKP için seçimin muhtemel kaybı karşısında bir çıkış yoluydu.

Bildiğiniz üzere, Binali Yıldırım’ın kampanyası, Cumhur İttifakı’nın 31 Mart öncesinde yürüttüğü kampanyadan hayli farklılaştı. Beka söylemi aracılığıyla eldeki milliyetçi oyları korumayı partinin çeşitli kademelerine ve MHP genel başkanının tasarrufuna bırakan Yıldırım, rakibinin pozitif dili karşısında negatif söylemlerin kendisine özellikle gençler ve ılımlı seçmen nezdinde oy kaybettirdiğini tespit ederek İstanbul seçmenine “normalleşme” vaat etti. Tıpkı eski “normal” zamanlardaki gibi adayların karşı karşıya gelip tartışacakları böyle bir televizyon programı, Yıldırım’ın bu programdaki performansından bağımsız olarak, iktidarın baskıcı, hükmedici dilinden ve otoriterlikten yorulmuş seçmenin aradığı demokrasiyi ekranlarda bulmasına yardımcı olacaktı. Nitekim, genç, dinamik, kendinden ve haklılığından emin, değişim vaat eden, herkes için demokrasi mücadelesi verdiğini ileri süren İmamoğlu karşısında, İstanbul’u çeyrek asırdır yöneten bir siyasi kadro adına konuşan ve söyleyecek yeni bir sözü olmayan Yıldırım’ın baskın çıkacağını düşünmek safdillik olurdu. Buna karşılık, yaratılan demokrasi illüzyonunun Yıldırım’ın İstanbullu seçmene “normalleşme” vaat eden ılımlı, makul, tecrübeli siyasetçi imajına katkıda bulunmadığını da söyleyemeyiz.

Diğer yandan, bu program AKP açısından seçimlerin İstanbul’da ikinci bir kez kaybedilmesi durumunda bir çıkış yolu açmış oldu. Seçim bu sefer kaybedilirse, sorumlusu İmamoğlu karşısında zayıf bir performans sergileyen, amatörce hazırlanarak A4 kağıda basılan ve spiral dosyada birleştirilen tablolarda yanlışlıkla İzmir’e ait bilgilere yer veren (böylece kampanya ekibi de suçu paylaşmış olacak), sinirlenen ve sıkça rakibinin sözünü kesen, mal varlığı konusunda “kamuoyuyla paylaşılacak diye bir adet yok” diyerek yanlış anlaşılmaya müsait bir yanıt veren Yıldırım sorumlu olacak. Belki bir kez daha kendini ifade edemediğini söyleyecek. Yıldırım’ın bu programdaki performansı üzerine günlerce konuşulacak ve her koşulda, AKP bakımından seçimin bir kez daha kaybedilmesi durumunda ihale bu sefer Yıldırım’a kalacak.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.