YAZARLAR

Demirtaş’ı gördünüz mü?

Bakın, ben burada, bu şartlar altında, yine de vazgeçmedim, siz de vazgeçmeyin” diyen fotoğraflar bunlar. Ümidi bir kenara bırakmadan gülümseyen… Köle olarak dünyaya gelen ve özgürleşme mücadelesinden ömrünün sonuna kadar vazgeçmeyen, kendisi gibi birçok siyah kadının hak mücadelesinde önemli adımlar kat eden Sojourner Truth’unkiler kadar sahici fotoğraflar.

.

1860’ların Amerikasında Sojourner Truth isimli siyahi bir kadın, üzerinde kendi fotoğraflarının basılı olduğu on dört fotoğraf çektirdi. Kişilerin küçük fotoğraflarının kartvizit ya da andaç olarak kullanılmasının bir çılgınlığa dönüştüğü yıllardı bunlar. İleri yaşlarındaki bu kadın, saygın bir üst orta sınıf hanımefendisinin kılığında, kâh şöminenin önünde, kâh masasının başında, kucağında örgüsüyle koltuğunda oturuyordu. Bu fotoğraflardan on binlerce adet basıldı ve satıldı. Bugün bize son derece sıradan görünebilecek fotoğrafları böylesine popüler kılan, bir siyahi kadının tarlada ya da yıkama teknesinin başında değil, iç mekânda, çağının hâkim Amerikan yaşam tarzına ters düşecek biçimde, evin hanımefendisi kılığında verdiği pozların sergilediği radikal duruşun kendisiydi. Aslında kölelik karşıtı hareketin ve döneminin kadın hakları hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan Sojourner Truth’un bu fotoğrafları, birer radikal medya örneğiydi (1).

Bu örneği yeniden anımsamamın nedeni, mahpustaki cumhurbaşkanı adayının şehirlerde, meydanlarda, sokaklarda kurulan stantlarda dağıtılan kartpostalları. Hakkında kesinleşmiş bir ceza, dosyasında geçerli kanıt dahi yokken kaçma şüphesiyle tutuklu yargılanmasına devam edilen Selahattin Demirtaş’ın hapishanede çektirdiği resimlerle yürüttüğü seçim kampanyasından söz ediyorum. Bir tarafta e-miting düzenleyip seçmeninin twitterdan gönderdiği sorulara anında yanıt veren Saadet Partisi adayı Temel Karamollaoğlu, bir tarafta seçim beyannamesinde Türkiye’ye dijitalleşmenin zamanının geldiğini bildiren cumhurbaşkanı Erdoğan. Bir tarafta mitinglerinde medyanın kendisine uyguladığı ambargoya karşı seçmenini sosyal medya üzerinden canlı yayın yapmaya davet eden CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, bir tarafta eline kına ile yaptığı Türk bayrağının fotoğrafını paylaşarak sosyal medyayı sallayan Meral Akşener… Öbür tarafta avukatları ve eşi aracılığıyla gönderdiği kısa mesajları sosyal medyada paylaşarak ve üzerine fotoğraflarının basıldığı kartpostallar yaptırıp dağıtarak kampanya yürüten HDP’nin cumhurbaşkanı adayı.

Bütün diğer adaylar meydanları dolaşır, kimisi her daim, kimisi mümkün mertebede gazetelerde, televizyonlarda yer bulabilir, sosyal medyayı dilediğince kullanabilir, seçmeniyle yüzyüze buluşabilirken Demirtaş’ın kartpostallarının bize söylediği ne olabilir? Arkasında barış, demokrasi, özgürlük ve adalet özlemini dile getiren kartpostallar, bize daha iyi bir gelecek vaadinden başka ne söylüyor?

2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına çıkıp altı milyona yakın oy alan Demirtaş, bir tutsağın “dışarısıyla” iletişim kurabilmesinin yegâne yoluna başvuruyor; konuşmalarıyla, fikirleriyle seçmenine erişmesi kısıtlanmış bir siyasetçinin seçim kampanyasına şahit oluyoruz. Ne var ki bu kartpostalları, basitçe tutsak bir siyasetçinin mesajlarını halka ulaştırmasının aracı olarak göremeyiz.

Kartpostallara aşina olan benim kuşağım ve öncesi için üzerine Atatürk’ün resimlerinin basılı olduğu kartpostallar kadar, sevenlerinin evinde bir çerçevenin kenarına, bir vitrine, mutfakta asılı duran takvimin yamacına iliştirilen Adnan Menderes, Bülent Ecevit kartpostallarının hatırası çok da uzaklarda kalmış sayılmaz. Daha yakınlarda, yaklaşık iki yıldır dolaşıma giren 15 Temmuz kartpostallarını gözünüzün önünde canlandırın; ya da bundan 11 yıl öncesine gittiğinizde, 2007 seçimlerinde AKP genel merkezinin bastırdığı yüzbinlerce “milletin adamları” kartpostalından birine rast gelmiş olabilirsiniz. Bu sonuncusu, muktedirin mirasını sahiplendiği muhafazakâr geleneğin ve sağ popülizmin çeşitli veçheleriyle bezenmiş bir kartpostaldı. Bir başında Erbakan, öbüründe Menderes. Erbakan’ın yanında Erdoğan, Menderes’in yanında Özal: Dört siyasinin farazi bir millet için, onun bekası adına çalıştığını, hatta kendini feda ettiğini beyan eden sözlerinin üzerine eklenen portrelerinin yan yana getirilmesiyle oluşmuş posterin kartpostallara basılarak mitinglerde seçmenlere dağıtılan nüshalarıydı bunlar. Kimilerinde ise Erbakan görseli çıkartılmış, Erdoğan’ın portresi Özal ve Menderes’in arasına yerleştirilmişti. Sağa, sola, uzaklara bakan haleflerinin bir adım önünde, sağ elini göğsünün üzerine koymuş, derinlere bakarken belki de tam karşısındaki seçmenine selam veren “milletin adamı”nın profesyonel fotoğrafçılarca çekilmiş, çekim öncesinde muhtemelen siyasal iletişim uzmanlarınca her ayrıntısı planlanmış görüntüsüydü bu.

Demirtaş’ın kartpostalları ise bu tasarlanmış görselliklerin karşısında tüm sahiciliğiyle gözlerimizin içine bakıyor. Bu kartpostallar, profesyonellerce yürütülen seçim kampanyalarının liderin görüntüsünü oturma odalarına taşımak için başvurduğu bir çeşitlilik değil. Bunlar, adayın mesajını sosyal medya kullanmayan seçmenine ulaştırmasının neredeyse tek ve en güçlü yolu.

Bu kartpostallar elinize geçtiğinde, yolunuza çıktığında, fotoğrafların yüzümüze vurduğu çıplak gerçekliğe iyice bakın: Genç bir adam, mahpushanenin sarı duvarlarının önünde, kiminde üzerine hepimizin evinde bulunabilecek basit bir örtü serili masasında çalışırken; kiminde ceketli, ceketsiz, sol elini kaldırmış selam verirken… Kimileri eski günlerden kalmış, fonda deniz… Özlenen özgürlük… Saz çalarken, halaya dururken …

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir anda, bir fotoğraftan daha iyi ne anlatabilir ki gerçeği? “Bakın, ben burada, bu şartlar altında, yine de vazgeçmedim, siz de vazgeçmeyin” diyen fotoğraflar bunlar. Ümidi bir kenara bırakmadan gülümseyen… Köle olarak dünyaya gelen ve özgürleşme mücadelesinden ömrünün sonuna kadar vazgeçmeyen, kendisi gibi birçok siyah kadının hak mücadelesinde önemli adımlar kat eden Sojourner Truth’unkiler kadar sahici fotoğraflar.

Anaakım medyanın kapıları hem fiilen hem de zorunluluktan yüzüne kapanmışken, radikal medyanın gücünü bir kez daha gösteriyor Demirtaş’n kartpostalları. Mahpustaki cumhurbaşkanı adayı Demirtaş, ucunu yaktığı mektubunu kuşun kanadına bağlamış. Gördünüz mü?


(1) Birlikte çevirdiğimiz John Downing’in Radikal Medya kitabındaki bu örneği hatırlamama vesile olan İnan Özdemir Taştan’a teşekkürler. John Downing, Radikal Medya, çev. Ülkü Doğanay, Oğuzhan Taş, İnan Özdemir Taştan, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2017.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.