YAZARLAR

Şeytanca işler

Papa’nın ismi sanı olan bir kişi olduğunu açıkladığı “şeytan”la Rıdvan’ın uzak-yakın bir ilgisi yok bana kalırsa. Çok çok, güce ve iktidara koşulsuz biat etme arzusunu hayranlık, saf sevgi, çıkarsız dostluk gibi masumane duygularla açıklayan ve güçlüden yana aldığı bu tutumdan hiçbir çıkar beklentisi olmadığını ilan eden on binlerce faniden biri.

Perşembe günü, Katolik kilisesi lideri Papa Francesco, bir televizyon programında şeytanın bu dünyada yaşayan, adı sanı olan gerçek bir kişi olduğunu açıkladı. Papaya göre şeytan bizden akıllıydı ve onunla iletişime girmekten kaçınmalıydık. Teolojik bir varlık olarak görmesem de, Papa’nın sözünü ettiği Şeytan’ın bu dünyada yaşadığını düşünüyorum. Onunla sık sık karşılaşıyor, belki onu tanıyor, belki de uzaktan takip ediyoruz. Elbette kötücül biri; empati yoksunu; vicdandan, adalet duygusundan yoksun; kendinden ve çevresindekilerden başka kimseyi sevmiyor; belki çevresindekileri de sevmiyor, hiç kimseyi sevmiyor; nefret dolu; can yakmaktan, insanların canlarına, mallarına kastetmekten kaçınmıyor; amacına ulaşmak için her şeyi yapacak, her şeyi göze alacak kadar cesur; ama yaptıklarından dolayı asla pişman olmuyor; yalancı, kibirli ve çirkin. Benimkisi böyle biri.

Pek kimseye takılacak lakap değil; ancak Türkçe’de bir kişinin kurnaz, hilekâr, aşırı zeki ve akıl çelen biri olduğunu anlatmak için şeytani, şeytanca, şeytanlık yapmak gibi ifadeler kullanılıyor. Şeytan Rıdvan diye anılan Rıdvan Dilmen’e de, futbolu sırasındaki seri, çevik, kurnazca hareketlerinden dolayı bu lakap takılmıştı. Rıdvan, cennetin kapısındaki bir melek anlamını taşıyan ismiyle tezat oluşturan bu lakabı ile Avrupa’nın en iyi futbolcu lakapları listesine de girmeyi başardı. Listedeki bebek yüzlü katil, ejderha kafa, bahçıvan, Cezar, Dino, Harry Potter, Mickey Mouse gibi lakapların arasında Şeytan, kuşkusuz en ürpertici olanı. Böyle bir lakabın layığını vermek kolay olmasa gerek. Rıdvan’ın ekranda cam gibi parlayan açık mavi gözleri ve siyah saçlarının oluşturduğu tezatın verdiği tekinsizlik hissi de, futbolcunun kariyerinin ilk günlerinden beri bu lakabı taşımasını kolaylaştırmış olsa gerek. Onca seveni, hayranı var. Geçtiğimiz yaz Hürriyet’te yayınlanan röportajında düşmanlarının da çok olduğunu “Rıdvan öldü deseler kurban kesecekler var!” sözleriyle açıklamıştı.

Cengiz Semercioğlu’nun yaptığı bu röportajda, Rıdvan, doğru sözlülüğü, Cumhurbaşkanına yakınlığı ve 16 Nisan referandumunda “evet” oyu lehine yaptığı kampanya nedeniyle çok düşman edindiğini söylüyordu. Erdoğan’ın ve ailesinin “demokrat ve adaletli” olduğuna can-ı gönülden inanıyor; yakinen tanıdığı cumhurbaşkanının “son derece çocuksu, sıfır kini olan, hayata pozitif bakan bir insan olduğu”nu belirtiyordu. Aslına bakılırsa, hayatını televizyonda futbol yorumculuğu yaparak kazanan Dilmen’in yalnızca futbolla ilgili değil, hemen her konuda net bir görüşü vardı. Örneğin gazetecilerin ya da Enis Berberoğlu’nun tutukluluğunu hukuki durumlarla ilgili bir adaletsizlik olabileceği sözleri ile açıklıyor; tutuksuz yargılanmaları gerektiğini ancak ortada devlete ihanet gibi bir durum varsa her kim olursa olsun cezasını çekmesi gerektiğini belirtiyordu. Kendisi hem Atatürkçüydü, hem demokrat, hem de dürüsttü. “Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seven ve onu bu ülke için bir şans gören” biriydi. Oysa pek çok sanatçı ve sporcu, çıkarları için Cumhurbaşkanının yanında görünüyorlar ya da ona karşıymış gibi görünürken çıkarları söz konusu olduğunda bir anda sus pus oluyorlardı. Mesela sanatçılar arasında solcu geçinenler vardı: Demirtaş’a oy vereceğini açıklayan dizi oyuncusu, TRT’nin dizisinde oynam ya başlayınca sus pus oluyordu; ATV’de program yaparken “a demeyenler” sonra çıkıp “akademisyenler için imza” atıyorlardı. Elbette Dilmen, neden bir oyuncunun siyasi görüşünden dolayı kâğıt üzerinde kamu hizmeti yayıncılığı yapan TRT’de rol alamadığını ya da bir sanatçının hükümete yakın bir kanalda çalışırken hükümeti eleştiremediğini sormaya gerek duymuyordu. Ona göre bunlar hep çıkarcılıktan ve kişilerin omurgasızlığından kaynaklanıyordu. Kendisinin ise siyasette, bakanlıkta, yöneticilikte gözü yoktu; ama “yarın öbür gün Tayyip Bey ‘Sana şu görevi veriyorum’ derse” sözü olmazdı.

İşte kendisine takılan Şeytan lakabından rahatsızlığını her fırsatta dile getirmiş olan Rıdvan, böyle dürüst bir insandı. Nitekim, birkaç gün önce “İşçi Partili bir babanın oğlu olarak tüm samimiyetiyle”, Erdoğan’ı yeşil parkasız (Reyya Advan’ın dünkü yazısında belirttiği gibi, kendisi parkesiz diyor) bir Deniz Gezmiş olarak gördüğünü ilan etti. Ona göre Cumhurbaşkanı demokrat, sol görüşlü bir insandı; Deniz Gezmiş gibi o da emperyalizmle, Amerika’yla savaşmaktaydı ve NATO’nun düşman olarak gördüğü iki kişiden biri Erdoğan, diğeri ise Atatürk’tü.

Yeşil sahalarda değil ama futbolu bıraktıktan sonra ekranlarda çizdiği bu tablo, Rıdvan’ın şeytanlık peşindeki birinden çok, kafası epeyce karışık bir insan olduğunu düşündürtüyor. Papa’nın ismi sanı olan bir kişi olduğunu açıkladığı “şeytan”la Rıdvan’ın uzak-yakın bir ilgisi yok bana kalırsa. Çok çok, güce ve iktidara koşulsuz biat etme arzusunu hayranlık, saf sevgi, çıkarsız dostluk gibi masumane duygularla açıklayan ve güçlüden yana aldığı bu tutumdan hiçbir çıkar beklentisi olmadığını ilan eden on binlerce faniden biri. Benim gözümde 12 Eylül darbesini “bekliyordum, çok sevindim, çok mutlu oldum” sözleriyle karşılayıp Kenan Evren’e teşekkür eden, Erdoğan hayranlığını ise “Ben bu kadar vefalı, yakın, sıcak, hümanist bir insan görmedim. Ben Turgut Amca’mı (Özal) çok sevdim. Nurlar içinde yatsın. Bir de Sayın Erdoğan’ı çok seviyorum.” sözleriyle açıklayan Zerrin Özer’den pek bir farkı yok.

Ne diyeyim, şeytan azapta gerek…


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.