YAZARLAR

Mehmet Barlas portresini nasıl çizeyim ben?

Engin Ardıç Bey rahmetli, Oğuz Atay’la dostluklarını farklı vesilelerle defalarca kaleme almıştı. Barlas ve Ardıç, TUTUNAN olmayı seçerek bu çemberi kırdıkları için mi o kadar tepki çektiler acaba? Duayen köşe yazarlarımız yokuş yukarı çıkmayı, tutunmayı başarmışlardır. İleri görüşlüdürler, tehlikeyi de, geleceği de görür, ona göre pozisyon alırlar.

Rahat, huzur yok. Ne hafta sonu, ne Pazar istirahati. Sayın Yayın Yönetmenim’den yeni talimat var: Basınımızın acı kayıpları, art arda yitirdiğimiz duayen kalemler Engin Ardıç ve Mehmet Barlas’ın portrelerini yazacakmışım. Ne haddime! Kalemim onları tasvire acizdir, diyerek affımı rica ettim.

Ne yazık ki uygun bulunmadı ricam. Vazifeye memur edilmiş bulunuyorum. Bülbülün çektiği dil belası, derler, benimki de o hesap. Hangi münasebetleydi hatırlamıyorum, Sayın Barlas Bey’le de, Ardıç Bey’le de farklı zamanlarda, farklı basın kuruluşlarında birlikte çalıştığımı söylemiştim. SYY* kaydetmiş ve unutmamış. “Madem birlikte çalıştılar, hiçbir şey yazamıyorsa hatıralarını, izlenimlerini de mi yazamaz!” diye haber göndermiş.

Kıdemi meslek hayatımın yarısını ancak bulan SYY, boşuna Yayın Yönetmeni olmuyor. Her şeyi kaydedip gerekli yer ve zamanda kullanıma sokacaksın, bu işler böyle. Veri, bilgi bankacılığı her şeyin temeli. Hepsinden önce de gazeteciliğin. İşte onun için o yayın yönetmeni, onun için biz musahhih olarak başladık, yolun sonuna geldik hala başladığımız yerdeyiz. Neyse.

Neyse değil aslında; yine aynı sebepten benim rahmetli üstatlarla ne hatıram olacak, ne izlenimim olabilir kendilerine dair? Onların her zaman müstakil odaları, özel telefonları, sekreterleri (gerçi çoktandır “asistan” deniyor), şoförleri olmuştur. Biz doğru dürüst masa bile bulamayız. Muhabbetleri kendi aralarında. Patronlarla, yöneticilerle. Sadece gazetenin yöneticileriyle değil, memleketi yönetenlerle, iş hayatını, parayı, ekonomiyi yönetenlerle muhabbetleri. Tamam, aynı yayın kuruluşunda çalışmışlığımız var ama sokakta karşılaşsak bilmezler beni.

Sayın Barlas bir yılbaşı partisinde aramıza katılmıştı. Adamın göğüs hizasına ancak geldiğimi fark etmiştim. Kadehi elinde, kendisi gibi köşe sahibi arkadaşlarıyla iştahla konuşurken etrafa mütebessim, babacan bakışlarla selam, sevgi dağıtıyordu. Güven ve heybet vardı duruşunda. Hep bir şeyler anlattığını, arada kahkahalar attığını, etrafındakilerin onun ardından, kendisini taklit edercesine “hah hah” diye eşlik ettiklerini hatırlıyorum.

Sayın Ardıç nedense bana hep karnı aç gibi görünürdü. Ekürisiyle yemekhaneye geldiklerinde masaları sabitti. Bizler dikdörtgen masalarda, ikişerli sandalyeler, karşılıklı dört kişi otururduk. Bir diğer rahmetli duayen Hıncal Uluç ve ekibi olarak ayrı, özel masaları vardı. Tıpkı bedenleri, kendileri gibi masaları da büyüktü, yuvarlaktı, beyaz örtülüydü, özeldi. Uluç’un kahkahaları gevrek, Ardıç’ınki top patlaması gibi… Konuşması da öyle. Kalın, yüksek sesle ve üst perdeden.

Bunları yazdığım anda rahmetli üstatların daimi konuşan, gülen ve yemek dahil her konuda aşırı iştahlı olduklarını fark ediyorum. Mutluluk ve başarının sırrı belki de burada.

Hatıra ve izlenimlerim bu kadar. Dediğim gibi, portrelerini çizmekten acizim maalesef.

DİSCONNECTUS ERECTUS YA DA TUTANLAR VE TUTUNANLAR

Vazife vazifedir. Yasak savmış gibi olmayalım. Araştıracağız, üstatların hakkını vermeye çalışacağız. Genç gazeteci Göksan Göktaş kardeşimiz Sayın Barlas’la uzunca bir söyleşi yaparak 2019’da bir Mehmet Barlas Kitabı hazırlamış. Bir başka büyüğümüz, siyaset duayeni yine rahmetli Süleyman Demirel’in veciz ifadesini seçmişler kitap adı olarak: Dün Dündür.

Sofra yarenliği ettiği rahmetli Turgut Özal’la, yanağını okşayacak kadar yakınlık duyduğu ve kurduğu sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la karşılaştırıldığında rahmetli üstat Barlas’ın rahmetli Demirel’le ilişkisi bir hayli mesafeli görünür. Ancak kendisini anlattığı kitaba onun özdeyişini alması, tam bir değerbilirlik, tam bir yüce gönüllülük. Dün Dündür sözü her şeyin geçiciliğini ifade ettiği gibi, önümüze bakalım, önemli olan şimdi ne dediğiniz, ne yaptığınızdır anlamlarını da taşıyor.

Aynı zamanda yine rahmetli gazeteci Uğur Mumcu’nun rahmetli Barlas’a vermiş olduğu “fırdöndü, dönek liboş” gibi yakışıksız sıfatlara, lakaplara da cevap teşkil ediyor Dün Dündür adı.

Maalesef zamanında almamıştım kitabı. Usta edebiyatçı, hayranı olduğum büyük yazar Selim İleri de bir Sunuş yazmış. Tanıtımlarda İleri’nin şu ifadesi yer alıyor: “Uzun yıllar boyunca güncel siyasetin çerçevesinde tanıdığımız Mehmet Barlas, Dün Dündür’le herhalde pek bilinmeyen bir kimlikle karşımıza çıkacak. Yani, hep uygarca yaşamalardan yana, hep o barışçıl kimliğiyle, sürgit arayışıyla.” 

Hayli merak ettim, birkaç arkadaşı aradım ama kimsede yok kitap. Şaşırtıcı. Hemen sipariş verdim. Okuyup portreyi en kısa zamanda hazırlamaya çalışacağım. 

***

Engin Ardıç Bey rahmetli, Türk edebiyatının büyük ismi, müteveffa Oğuz Atay’la dostluklarını farklı vesilelerle defalarca kaleme almıştı. Malumunuz, Atay 1970 TRT Roman Ödülü’nü kazanan Tutunamayanlar’la edebiyat dünyasına adım atmıştı. Ama Atay ve romanı 1980’li yıllarda yeniden keşfedildi, efsaneleşti. Okur – yazar takımında Tutunamayanlarmania yaşandı uzunca bir zaman. Herkes kendindeki, kaderindeki tutunamayanı keşfetti. Selim Işık ve Turgut Özben oldu herkes. Azgelişmiş ülkenin azgelişmiş aydını olarak herkesin kaderiydi tutunamamak. Sadık Özben diye mizahi bir karakter bile çıktı köşe yazarı olarak.

Barlas ve Ardıç, TUTUNAN olmayı seçerek bu çemberi kırdıkları için mi o kadar tepki çektiler acaba?

Oğuz Atay kahramanını, yani tarihsel, klasik Türk aydınını, yazarını bakınız nasıl anlatıyor:

Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.

Oysa andığımız rahmetli duayen köşe yazarlarımız yokuş yukarı çıkmayı, tutunmayı başarmışlardır. İleri görüşlüdürler, tehlikeyi de, geleceği de görür, ona göre pozisyon alırlar.

Atay  Tutunamayan'ın hissi halini, olaylar karşısındaki tavrını, birbirleriyle ilişkilerini şöyle resmeder:

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler).

Bizim üstatların içgüdüleri fevkalade gelişkin, korunma biçimleri, kavgaları tutunamayanların tam karşıtıdır.

***

Duayen olmak, Tutunamayan olmamaktan geçiyor demek ki. TUTUNMA öncülerini, atalarını araştırdım. Bilahare paylaşacağım sizlerle ki, kıymetleri bilinsin, anıları yaşasın.

Saygıyla.

--------------------

*SYY: Uygun bulunursa kendilerini artık böyle anmak istiyorum Sayın Yayın Yönetmeni