Zehra Çelenk

zcelenk@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Endişe, kompleks, taciz: ‘Mütevazı’ kibrinde boğulan erkek yazar Yıl olmuş 2023 hala her an her yerden pırtlayan bu zehirli erkeklikten ve tehditlerinden bıktık. Sizi eleştirecek ve yeri gelince sizinle dalga geçeceğiz kırılgan erkek kardeşlerim. Kadınları gönlünüzce tehdit edip sineye çekilmesini ummayacaksınız; siz kendinize hakim olmayı öğreneceksiniz.
Kırılgan erkeklik, ince kırmızı hatlar ve kadınlar: Kuru Otlar Üstüne “Kuru Otlar Üstüne”nin en cesur yanı bence Samet’in bir kız çocuğu ve bir kadınla kurduğu ilişkide ortaya çıkan çiğliğini tüm nakışlarıyla serimleme gücü. Geriye kalan her şey erkekler ve erkeklikler arasında geçse de, filmin en önemli kırılma noktaları, en kırmızı ve en parlak çizgileri buralarda ortaya çıkıyor. 'Öldüm ama iyiyim' evreni, ortak acı ve sevinç yitimi, mavi şeyler Toplumca çok zor bir dönemden geçiyoruz, her şey gösteriyor ki hayat daha da zorlaşacak ve karmaşıklaşacak. Hüznün de sevincin de mavi vadilerine varabilmemizin, 'öldük ama iyiyiz' diyebilmenin tek koşulu, yüzleşmeyi, sorumluluk almayı, bu sayede umudu ayakta tutabilmeyi ve sonuna kadar 'insan kalmayı' başarmak….
Sağımız solumuz toksik Giderek daha fazla insan, yer, ilişki ve ortam zehir yeşiline boyanıyorken bizim bunlardan ak kaşık gibi çıkmamız mümkün mü? Suya ve havaya karışan zehirden hepimiz nasibimizi almamış mıyız? Toksiklikten korunmanın yolları var mı? Güven, toplum sözleşmesinin en kuvvetli sözsüz zeminlerinden biri olduğuna göre birbirimize asgari düzeyde yeniden güvenmeyi başarabilecek miyiz? “Toksik erkeklik”ten yaygın güven krizine, toksik ailelerden toksik arkadaşlıklara, nedir, nelerden yapılmadır bu “toksik”? Karadağlı ataması bize neler söylüyor? AKP Türkiyesi 20 küsur yılda tüm toksik erkeklik uzantılarının serpilebileceği bir yayla oldu. Karadağlı “hazmedilebilir bir TV ünlüsü”nden hem çizdiği toksik hegemonik erkeklik stereotipi hem de muktedirin dümen suyuna gidişi ve sekiz İngilizce lehçesine rağmen hep hissedilen milliyetçi damarıyla düzen için hayli “kullanışlı” bir aktöre dönüştü. 'Oğlum Barbie ile oynarsa eşcinsel olur mu?' Çocuklar ve oyuncaklar Kızlar ve oğlanlar giderek ayrılan toksik dünyalarda gezinirken küçük yaşlardaki dostluk giderek yerini gıcık olma ve düşmanlığa bırakır. Cinsler pembeli mavili paravanların arkasında bir arzu/nefret döngüsüne hapsedildiğinden ilk “date”ler, ilk dokunuşlar bile dev bir önyargı külliyatıyla şimdiden küçük heriflere ve küçük kadınlara dönüşmüş “çocuklar” arasında gerçekleşir. Her iki cinsin de kendisi gibi olmasına, kendini bulmasına hiç alan bırakılmaz ki, birbirlerini bulabilsinler. Feminist Barbie’nin gişe hasılatı ve Barbenheimer diyarı İçinde gerçek anlamda bir aşk hikayesi bile olmayan, neresinden baksan alabildiğine tuhaf ve komik anlarına rağmen yer yer de depresif bir film bu. Ama dünyayı neşeye boğmayı başarmış görünüyor. Bu başarı da, “Barbie”ye dair hiçbir şey de tesadüfi değil. Buz da olsan erime: Dünyayı kaldıran kadınlar Atılan çamurlar “dünyayı kaldıran” bu parlak gücü karartmaya yetmiyor. Ebrar da bizim, o büyük başarıya imza atan tüm diğer oyuncular da, Kübra da bizim. Bu dayanışmanın ışığı ve kadın gücü her şeye rağmen dünyayı yerinden oynatmaya devam edecek. Sevenin var, bak ne güzel: Özkan Uğur Özkan Uğur, oyun alanını genişletme hırsına hiç kapılmamış. Hiç başrole niyet etmemiş sözgelişi. Grup üyeleri içinde solo albüme sahip olmayan tek sanatçı oymuş! Bu çok üretken albümsüzlük nedeniyle de grubun ve müziğimizin en “nebi” şahsına münhasır sanatçılarından. Tersi bir iddialı hal de onu olduğundan kötü biri yapmazdı gerçi. Ama “baş ol da neyin başı olursan ol” şiarının bunca benimsendiği, koltuklara yapışanların asla kalkmadığı bir ülkede bu da az rastlanır bir tercih değil mi? Mutluluk yanımızdan gelip geçti Fuat sonunda sorumlulukları bile değil, birincil bağları ve cebindeki ağır taşlar nedeniyle 'durur', hayatının aşkını kaybeder ve istemediği bir evliliği yapar. 10 yıl sonra bir garda karşılaştıklarında Aysel’e “Ben seni hiç unutmadım. Mutluluk yanımızdan gelip geçti,”der. Filmin izleyiciyle buluştuğu 1981 Türkiye'si gibi bugün için de hem aşka hem de 'başka bir hayat mümkün(dü)'ye dair nice toplumsal anlamla yüklü bir cümleyi kalbimize böylece saplar. Yıldızlar kayarken sahnelerde 'düşenler' İnsan ya inandığı şeylerin arkasında durmalı ya da “esasen” inanmadığı şeyler konusunda hiç konuşmamalı galiba. Devran nasıl dönerse dönsün, “yaranmak” isteyen hem sanatçılığından kaybediyor hem de maalesef yaranamıyor bile, kendini düşürdüğü yerde kalıyor.Gerçek yıldızların ışığıysa hiç sönmeyecek. Suna Kan ve Nurhan Damcıoğlu’nun ruhları şad olsun, yattıkları yer incitmesin. Fırdönekler, üç eşliler, çokbilmişler ve Merve Merve Dizdar, tamamen hak ettiği bir anda, “biz” denen bir şey varsa, onu olduğumuz ve kendi olduğu en iyi haliyle gösterdi. İyi olan, hak eden, kendi gibi olan herkes ve her şey gibi “uzlaşılanlar dışında da bir yol mümkün, dünya adil bir yer olabilir” hissini verdi. Her şeyden önce “kızkardeş” olarak gurur duyuyorum kendisiyle. Kadınların seçimi: İnsan kendi geleceğine küser mi? Yalnız kendi geleceğimize değil, umutsuzluktan intihar eden gençlere, katledilen binlerce kadına ve gelecek nesillere borçluyuz bunu. Bizim küsmek gibi bir lüksümüz yok. İrademize ve gücümüze inanacağız, oyumuzu kullanacak ve sahip çıkacağız. Son ana kadar “yenildik” demeyeceğiz: Demek ki, öyle ya da böyle, mutlaka aslında kazanmış olacağız. Sektörü de ülkeyi de kadınlar ve hak, adalet bilinci değiştirecek Kadın hikayeleri, öteki kimlikler ve toplumsal hafızaya dair projeleriyle ses getiren, Bergen’in yaratıcı yapımcısı Mine Şengöz’le Türkiye’nin ilk içerik şirketi Orchestra Content ve yeni projeleri, film ve TV sektöründe kadınların mücadelesi ve sektörün geleceğine dair kapsamlı bir sohbet yaptık. İyi ne kötü ne: Boğa Boğa Kusurlarıyla beraber, örneğine az rastladığımız türden, baştan sona soluksuz izlenen ve alttan alta bir meselesi de olan bu filmi “Boğa Boğa” izlemenizi tavsiye ediyor, mahkum olmadığımız bir haksızlıklar iklimindense mümkün mertebe "iyi tarafta" kalarak karanlığı yara yara çıkabilmemizi diliyorum. Aynalar, perdeler, kör noktalar, kadınlar: Festivalin ardından Bir festival daha bitti, şehirden nice hikayeyle beraber Annie Ernaux geçti. Kadınların hem kendi hikayelerini yeniden hem de ‘erkek alanı’ sayılan hikayeleri cesur ve yenilikçi yaklaşımlarla ele aldıkları filmleri ödüllendirildi. Bakarsınız pek yakında ülkemize bahar da gerçekten gelir… Kızılcık Şerbeti övüyoruz: Huzurunuz bozulsun! Yakarsa dünyayı Nursemalar yakar. Kadınların ve hakikatin yanında olacağız, sonuna kadar. Bu düzen, bu dünya böyle böyle değişecek. Huzurunuz bozulsun ki huzur bulalım. Erkeğin aşkı kadın yazara verilmiş bir paye değil, kadınları 'okuyun' Kadın yazarlar yazarlıklarını hasır altı edecek şekilde hep “erkeklerin ilham perisi” olarak konuşuluyorlar. Adeta bir “lisedeki popüler kızı kapma çekişmesi”ne dönüyor mesele. Halbuki bu kadınların hiçbirinin “esas" derdinin erkeklerin arzu nesnesi olmak olmadığı açık. O erkekler niye ilham perisi olmuyor mesela bu kadınların, kıllı peri olmaz diye bir kaide mi var? Şerefinizin elini kadınların bedeninden çekin Değişim ve umut rüzgarları esiyor. Bunları dönüştürücü ve kalıcı kılabilmek içinse bu dili ve zihniyeti değiştirmek şart. Şerefinizin elini kadınların bedeninden çekin. En son ne zaman normaldik? İsyanın sesi bugünlerde her yerden yükseliyor. Tüm bu yıkıntılar arasındaki umudu görmek istiyorsanız, servis edilen “acı hikayeleri”ne değil, baştan sona acıya kesmiş hakikatin kendisine bakmaya çalışın. Tribünlerden taşan sese, herhangi bir sokak röportajında halkın öfke ve çaresizliğe rağmen inanılmaz bir doğrulukla haykırdıklarına kulak verin. Hakikat artık her yerde, herkesin dilinden konuşuyor ve halkın dayanışması, tüm çelmelemelere rağmen sürüyor. Normalleşmeyeceğiz, acının ve çocukların takipçisiyiz Evladı evlat yapan tek şey kan bağıysa, toplum toplum olmaktan çıkar. Laik bir ülkede çocukları din, örf ve adetler değil yasalar korur. Devletin ve yasanın koruması gereken çocukları tarikatlere, cemaatlere teslim etmeyeceğiz. Çocuk istismarına her cepheden dur diyeceğiz. Normalleşmeyeceğiz. Acının, ezilenin, zorda olanın, çocukların takipçisi olacağız. Gülünecek ne vardı? "Mucizeler" bazen konuşur da. Ve hakikatin süslenmeye hiç ihtiyacı olmaz. Enkaz altından 150 saat sonra çıkarılan bir kadının şu ilk sözlerinin önüne hangi “edebi” tanımlama ya da acıdan yağ çıkarma geçebilir: "Param yok, beni özele götürmeyin." Sonrası Her şeye rağmen insanlık ve sivil dayanışma galip geldi, tek güç ve umut burada. İmkanı olan olmayan pek çok kişi ve kuruluş deprem bölgesine yardım için elinden gelenin ötesini yaptı. Vicdanı ve aklı olan hemen herkes, kendi şahsi sıkıntılarını bir hafta için olsun paranteze alıp “başkalarının acısı”na baktı. 'Şimdi' hep çok geçtir: Hafıza, yas, güneşin örttükleri, Aftersun Aftersun’ın etkileyici final sekansında çoğumuzu hüngür hüngür ağlatan şey babayla kızın son yemeğine eşlik eden güzel Candan Erçetin şarkısı değil sadece. Çocukluğun, anın, kaybettiğimiz kişinin geri döndürülemezliğiyle yüzleşmek. Bizi ısıtan güneş çekilmiş, dünyanın ve hayatın akşamına gelmişiz, an şefkatini alıp gitmiş ve geri dönmeyecek bir daha. Yanan yerlerimizse hep acıyacak. Yeni yıl, yeni hikayeler, dikkat, sevgi ve kolektif deneyimin gücü Hepimizin iki muazzam kuvvet arasında bir seçim yapmamız gerekiyor diyor Hari: Parçalanma ve akış. W. H.Auden’in “birbirimizi sevmezsek öleceğiz” sözüne atıfla, “hep birlikte odaklanmazsak” ve kolektif eyleyebilme becerimizi geri kazanamazsak, çalınan dikkatin dev kara deliği hepimizi yutacak diyor. Sevginin, anlayabilmenin “gerçek konuşma” ve kolektif deneyimin gücünün, gücün yıkıcılığını yendiği daha güzel bir dünya dileğiyle... Kâbuslarımız rüyalarınızdan güzel: Kurak Günler İzleyiciyi ilk dakikadan itibaren avucuna alan kâbus atmosferinden, işlediği temalara ve uğradığı baskılara dek, iyi bir filmden de fazlasıyla karşı karşıyayız. Filmin ruh hali ülkenin ruh haline, kâbusları ise gerçekliğimize sarsıcı derecede denk düşüyor. Muhteşem finaliyle beraber de, bu kâbustan her nasılsa umutla çıkmayı başarıyoruz. O muhteşem eksik parça, çok tuhaf çok tanıdık: Vesikalı Yarim Toplum erkeklere sevmeyi, kadınlara ise arzu nesnesi olarak sevilmeyi buyurduğundan anlatıların büyük aşıkları erkekler olmuş genelde. Karşılıklı, gerçek aşkı, insani tutkuyu, aşkın o ten titreten, ruh yakan karşılıklı yanını anlatabilen eser öyle az ki. “Vesikalı Yarim” işte onlardan biri. Taşra, travma, babaları affetmek: Cici Babalara atfedilen değer, baba hikayesinin aynı zamanda “travma” hikayesi olmasını kaçınılmaz kılıyor. Öte yandan daima ve ne yaparsa yapsın “en korkuncu olmadıkça” affetmeye, onaylamaya çok gönüllü olunan baba imgesi hikayelere damgasını vuruyor. Gündelik kötülük, dünyayı güzel terk edenler Billur Kalkavan, ölümcül bir hastalıktan bahsederken bizi gerçekliğin ağırlığından koparıyor. Yitirmekte olduğu hayatını onun gözlerinden görüyorsunuz. Son derece mahrem bir şeye tanıklık ediyorsunuz. Ama merakla karışık gizli bir utanç oluşmuyor içinizde izlerken. Andropoz, Karadağlı, komedide erkekler kulübüne devam Dizi sosyal medyada en çok, kadrosunda, üstelik başat rollerden birinde Tamer Karadağlı’ya yer vermesi bakımından topa tutuldu. Üzülerek belirtmeliyim ki, Karadağlı dizinin en küçük sorunu. Yazarı, yönetmeni, oyuncusuyla çok güçlü bir ekipten yer yer gülümseten anları olan ama özellikle kadın karakterlere bakışı açısından hayli sorunlu bir komedi çıkmış maalesef.