Yenal Bilgici

yenalbilgici@gmail.com
TÜM YAZILARI
Tesadüflerin kralı Ay Sarayı’nda Onu keşfettiğim günlerin üstünden çok zaman geçti. Üstelik yıllar içinde onun yazdıklarından daha iyi romanlar, hikâyeler de okudum. Ama birkaç gündür aramızda olmayan Paul Auster, hep en sevdiğim yazar olarak kaldı. Arada bir bu konuyu düşünmüşümdür: Acaba ben neden en çok onu sevdim? Okumak, yazmak ve karşılaşmak hakkındaki fikirleri yüzünden…
Hayatımızdaki tesadüfler azalıyor mu artıyor mu? Hayatta yeni yıl muhasebeleri gibi, bir de sosyal medya muhasebeleri var. Azaltmalı mıyım, çıkmalı mıyım, sosyal içici gibi sosyal ‘sosyal medyacı’ mı olmalıyım, tüm yazdıklarımı silmeli miyim? Daha onlarca soru… Benim sorum şu: Sosyal medyalı hayatımızda tesadüflere ne oluyor? Amerika’nın baştan başa zombileştiği gün Bu hafta sonu vizyona giren ‘Civil War’ (İç Savaş), ABD’de yakın gelecekte bile değil, bugünlerde geçen hayali bir iç savaşı, dört gazetecinin savaş bölgesindeki seyahati üzerinden anlatıyor. Sarsıcı bir film ama ABD’de geçtiği için sarsıcı değil. İç savaş ortamındaki zombileşmeyi, milisleşmeyi, halden vazife çıkaranların, fırsatçıların ve hep bir fırsat bekleyenlerin canavarlaşmasını iyi anlattığı için sarsıcı… Herkes için bir uyarı notu.
Eğitim Türkiye’de bizi yükseltiyordu, ya artık yükseltemezse?  Türkiye’de eğitim önemliydi. Eğitim, Türkiye’ye olabildiğince eşitlik getirdi. Aziz Sancar’ı Mardin’den alıp Nobel’e taşıyabildi. Benim kuşağımın Anadolu Liseleri benim gibi taşrada büyüyen birçok çocuğun şansını büyükşehirlerin özel kolejlerinde öğrenim gören çocuklarıyla neredeyse eşitledi. Eğitim, Türkiye’nin en iyi işlenen fikirlerinden biriydi. O fikir aşınıyor.  Türkiye 2024: Yetenek, rehavet, muhabbet, üzüntü ve muz kabuğu Rehavet nakaratı… Seçimlerin olmazsa olmazı… Üstüne, bizim memleketin de kafa ayarı. Dünyanın en boş beleş bahanesidir rehavet. Ama hep tekrarlanır. Yine tedavülde. AKP’liler şimdi “biz çok rehavete kapıldık, sahada yeterince çalışmadık” diye ortalığa döküldü. Onlar rehavete düşünce CHP kazanmış. Rehavet kazanınca CHP de kazanmış sayılmış. Öyle olmuş böyle olmuş. Bu ok zehirli işte, bunu atmayın artık. Gurum ve ben  Hayatı gemilerde geçmiş. Altı ay çalışmış, altı ay yazmış. Aşçılık yapmış, yerleri silmiş, çarkçıbaşına yardım etmiş. Sorsam, “Dümen bile tuttum” derdi. Yazmak için çalışması gerekmiş. Aklına gelen en iyi yöntem buymuş. Hem daha yirmisindeyken akıl etmiş bunu; ikinci kaptan bir tanıdığı, “Alık alık gezme, gel bizim gemide çalış” dedikten yarım saniye sonra.  Taylor Swift ve şimdi tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey Amerikan şarkıcı Taylor Swift, tek bir destek sözüyle seçimlerin kaderini etkiliyor; bu yüzden de ABD’de kendine epey düşman edindi. Her sene seçim yaptığımız bu dibine kadar siyasi memlekette bir tane Taylor Swift’in çıkmasını beklemek çok mu? 'Size selam getirmişem'den Dombra’ya, Türkiye’nin değişen melodisi Bugünün Türkiyesi epey gri, renksiz, neşesiz… Seçim şarkıları da öyle. Heyheyli şarkılar, albenisiz şarkılar, insanın üstüne üstüne gelen, seçmeni oynatmak bir yana ağırlığıyla üstüne çullanan şarkılar… Bu işler hep böyle değildi. Memleketin melodisi zaman içinde çok değişti. Bu dünyada hepimiz yalnız mıyız Mahmut Hoca? Bu hafta gösterime giren ‘Holdovers’,  çok aşina olduğumuz, bizim memleketin kültürel kodlarına işlenmiş bir hikâyeyi anlatıyor. Çilekeş münzevi öğretmen ve şımarık öğrencilerin birbiriyle mücadelesi… ‘Holdovers’ın tarihçisi Paul Hunnam ile ‘Hababam Sınıfı’nın tarihçisi Mahmut Hoca arasında ciddi bir hat var. O hattın adı da Stoa felsefesi…  Erkekler Mars’a, kadınlar Venüs’e Financial Times gazetesinin araştırmasına göre dünyada ilk defa bir kuşak içindeki erkekler ve kadınlar ideolojik açıdan birbirlerinden farklı düşünüyor. Hem de hemen her ülkede… Buna göre, Z Kuşağı’nın erkekleri büyük ölçüde muhafazakârken, kadınları açık fikirli. Bir değil, iki Z kuşağı var. Konunun nedenine nasılına ve memleketteki yansımalarına bir bakalım. İyinin ve kötünün bahçesinde Bu hafta gösterime giren Zone of Interest (İlgi Alanı) isimli film kafamı karıştırdı. Britanyalı yönetmen Jonathan Glazer’ın övgüye ve ödüle boğulan filmi kuşkusuz çok etkileyici. “İlgi Alanı”, 2. Dünya Savaşı’nın en korkunç sahnelerinden Auschwitz-Birkenau toplama kampını, oranın yöneticisinin ve ailesinin gözünden sıradışı biçimde anlatıyor. Ama bu sıradışı hikâyecilikte benim içime sinmeyen bir şey var. Kas gücü bitti, beyin gücü bitti, sırada kalbimizin gücü var Artık “Yapay zekâ işimizi elimizden alacak mı almayacak mı” sorusunun bir hükmü kalmadı. Çünkü alacak. Alıyor. Birçok iş yavaş yavaş, azala azala bitiyor. Bugüne kadar bu konuda hep bir açık kapı ve bir direniş noktası aradım. Geçen hafta okuduğum, ofis hayatı liderlerinin kaleminden çıkma ‘umut dolu’ bir gelecek yazısı beni hapı yuttuğumuza tamamen ikna etti. Dostların arasında, güneşin sofrasında Mahrem nerede başlar nerede biter? Mahremiyetten yoksun alan zaman içinde ne kadar genişler? Kim, hiç tanımadığı birini 7/24 gözetlemek ister? Ya kim tanımadığı biri tarafından aralıksız gözetlenmek ister? Bunlar, insanın doğasıyla ilgili sorular ama dijital dünyamızda doğamıza da bir haller oluyor, işler çetrefilleşiyor. Bu yeni doğayı anlamak için bir Arjantinli ve bir Güney Koreli yazardan konuşalım… Türkiye neden korkuyor? ABD’de Chapman Üniversitesi, yıllardır yürüttüğü korku araştırmasının sonuncusunun sonuçlarını yayımladı. Buna göre, Amerikan halkının yüzde 60’ı yolsuzluktan korkuyor. İkinci sırada finansal çöküş, üç numarada Rusya tarafından nükleer saldırıya uğrama korkusu var. Peki biz nelerden korkuyoruz? Depremden, işsizlikten, geçinmemekten... Bir de hepimizin bilmesi gereken ‘gaiplik’ korkusu var. Birinci senesine yaklaşan depremde kayıplarını arayan ailelerin korkusu… Bay Hirayama’nın mükemmel hayatı Geçen hafta açıklanan Oscar ödülleri adayları arasında Alman yönetmen Wim Wenders’in “Perfect Days”[Mükemmel Günler] isimli filmi de var. “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde yarışacak eser, bugünlerde ıskalanan ne varsa, şairane biçimde anlatıyor. Zerafet, tatmin, tamlık… Sadeliğin ve rutinin gücü. Tokyo’dan dünyaya sıkı bir nakliyat.  Insta-şiirden endişe etmeli mi etmemeli mi? Economist dergisi insta-şiirin yükselişini endişe verici bulmuş. Kolayca sevilen kitapların yazılması, okunması ve yükselmesi sahiden korkutucu mudur? Kötü kitap iyi kitabı kovar mı? Bana göre, satılan her bir kitap, iyi de olsa masadaki ekmeği büyütüyor. Dünyanın en güzel kütüphanesi Barcelona’nın bir işçi semtindeki Gabriel García Márquez Kütüphanesi “dünyanın en iyi kütüphanesi” seçildi. Küçük, yerel, iddiasız bir kütüphane. Ama bir işi çok iyi yapıyor: İnsanları zahmetsizce bir araya getiriyor; yaşlısına gencine bir araya gelme imkânı sunuyor. Yeni kütüphanelerin düsturu bu: Bir araya gelelim… Güzel bir niyet hem önümüz seçim, belki bir iki yöneticinin aklına böyle böyle gireriz.  Ne kadar İngilizce konuşmak yeterlidir?  Salma Hayek ve Jose Mourinho… İngilizceyi aksanlarını saklamadan, orijinal telaffuz için uğraşmadan konuşuyorlar. Belki doğru gramer kullanımı ve hatasız aksan çabasıyla zihinlerini meşgul etmediklerinden; sadece anlamaya ve anlatmaya odaklarından rahatça ve sakınımsız konuşuyorlar. Bence nefis konuşuyorlar. Peki yetiyor mu? Kesinlikle evet…  Evini foşur foşur yıkayanlara neden bayılıyoruz?  Sadece memleket sosyal medyasında değil, dünyada da her gün yeni temsilcilerle büyüyen, çoğalan, ışıl ışıl bir alan... Temizlik fenomenleri, kire pasa batmış çağımıza ve dağınık zihinlerimize bir bahar temizliği öneriyor ve bunu pandeminin ilk günlerinden beri yapıyorlar. Biz de onlara bayılıyoruz. Bu sevgimiz, belki ferahlama ihtiyacından ama bir yandan zamanın ruhuna da dair bir konu. Bana göre, usul usul zamanını bekleyen tekinsiz bir konu… Satın aldığımız her şey neden artık daha kötü? Ürünlerdeki kalitesizlik 2000’li yılları tanımlayan, tarif eden hikâyelerden biri. Yaşı genç olanlar, bu yılların içine doğanlar şu an anlamıyorlar veya fark edemiyorlar ama 1900’lü yıllardan da nasibini almış kişilerin rahatlıkla yapabileceği bir kıyas bu… Ürünler giderek kalitesizleşiyor. Eh, kendi hayatlarımız da kullandığımız ürünlerle beraber kalitesizleşiyor. Para konuşa konuşa delirmemizin 8 sebebi Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar para konuşuyoruz. Sadece geçim zorluğu değil; fonlar, tutuklanan fenomenler, dolandırıcılıklar… Hepsinin ortak noktası para. Yeni bir mevzu değil para. Hatta en eski mevzu. Ama başka mevzularımız da vardı eskiden. Şimdi ne oldu da her şeyimiz para oldu? Sebebi orta sınıfın da hakikatin de sonuna gelmemiz… Kiminin parası kiminin DNA’sı ya da Hollanda Wilders’i neden seçti? Hollanda’da İslam, göçmen ve AB karşıtı, aşırı sağcı Geert Wilders’ın  seçilmesi tek başına bir hikâye değil. Büyük bir hikâyenin parçası. Başlıktaki sorunun Türkiye’ye kadar uzanan bir cevabı var. Dizilerdeki holding patronları ne iş yapıyor?  Çetin Altan’ın sık başvurduğu bir ifadeydi “mesleksiz toplum”. Mesleksizlik, bizim toplumu anlamaya giden yoldu, anahtardı. Altan Türkiye’yi, çalışsa da bir mesleği olmayan insanların topluluğu olarak görürdü. Şimdi bu aynaya yepyeni bir insan grubu yansıyor: Fenomenler. Ama onlar da yalnız değiller.  Yeni Sanayi Devrimi Dünyanın en bilinen giyim markaları ürünlerini Bangladeş’te yaptırıyor. Bu zorlu coğrafyada bugün 3500 tekstil fabrikası var. Dört milyon Bangladeşli, neredeyse hiç ara vermeden bu fabrikalarda çalışıyor. Aldıkları para, bizim hesapla 2100 lira. Uğradıkları sömürü, yaşadıkları güvensizlik zaten düzenin bir parçası. Koca koca markalar neden bu sömürüye göz yumuyor? Yoksa zaten işin sırrı burada mı? Bugüne dek dinlediğim en iyi şarkı Bugüne dek en iyi müzik önerilerini insanlardan mı aldınız yoksa algoritmadan mı? Gazeteci Mehmet Tez’in bu sorusu üzerine kendi geçmişimi düşündüm. Makasın algoritma lehine açıldığını fark ettim. İyi de, algoritma ile insan hiç bir olur mu? Sizce olur mu? Tarih sona erdi mi? Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından “Tarih sona erdi” diyenler çıkmıştı. Buna göre Batı’nın liberal demokrasileri, tarihin o büyük yürüyüşünün nihai noktasıydı ve dünyanın geriye kalanı da yüzünü onlara dönecekti. Bugünkü dünya bize bu resmi göstermiyor. Batı’da bile. Hele Gazze’nin üstüne bombalar yağdığı ve Batı demokrasilerinin buna pek ses çıkarmadığı bu son günlerde… Gidiş yoluna da puan veriyor musunuz Hocam? Genç bir İspanyol sanatçı, El Pais gazetesinde bir itiraf mektubu yayımladı. Bir proje sunarak burs kazanmış olan sanatçı, projeyi ChatGPT ile yazdığını itiraf ediyor ama bunu içine sindiremediğini de söylüyordu. Ne yapmalıydı? Bursu geri vermeli miydi? Önemli bir soru bu. Çağımızın sorularından biri.  Başımız dik olmayınca  Hayattaki her ayrıntıya kelime arayan Almanlar, yeni çağ rahatsızlıkları için de bir karşılık bulmuş: Zivilisationskrankheiten…  Bel, sırt ve boyun ağrıları da bunların içinde. Bir bakıma bel ve boyun ağrısı çağında yaşıyoruz. Fazla oturuyoruz. Yanlış duruyoruz. Oturdukça bir batağa saplanıyoruz. Ayağa kalkmamız gerekiyor. Kelimenin her anlamıyla.  Cumhuriyet, Nâzım Hikmet ve Kaş-Kalkan yolundaki tabela  Cumhuriyet, her şeyden önce, eşitlik, hürlük ve kardeşliktir. Nâzım Hikmet, “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine / bu hasret bizim” diye boşa yazmamıştır. Cumhuriyet bir çerçevedir. Güzel ve işlevsel bir çerçevedir. İçindeki resmi siz koyarsınız. Biz hangi resmi koyduk, ileride hangisini koyacağız? Edward Said ne zaman yaşadı, ne zaman öldü? Filistinli entelektüel Edward Said bugün yaşasaydı, şimdiki savaş hakkında muhakkak onu dinleyecektik. Ama yaşamıyor. Bana öyle geliyor ki Said yaşamadığı gibi birikimi de yaşamıyor. Yani bizler artık bu birikime uzağız. Sanki ölümünün ardından sadece 20 yıl değil yüzyıllar geçti. Dünya öylesine değişti. Onun öldüğü 2003 ile 2023 arasında yeni bir yaşayışa geçildi.