YAZARLAR

Para konuşa konuşa delirmemizin 8 sebebi

Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar para konuşuyoruz. Sadece geçim zorluğu değil; fonlar, tutuklanan fenomenler, dolandırıcılıklar… Hepsinin ortak noktası para. Yeni bir mevzu değil para. Hatta en eski mevzu. Ama başka mevzularımız da vardı eskiden. Şimdi ne oldu da her şeyimiz para oldu? Sebebi orta sınıfın da hakikatin de sonuna gelmemiz…

1.

Memleket orta sınıfının hayatında yeni bir şey var. Herkes paradan konuşuyor. Zenginler paradan konuşmuyor, zaten paraları var. Yoksul kesim de paradan konuşmuyor, zaten yok. Orta sınıf hızla irtifa kaybederken çaresiz, sadece para konuşuyor. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar para konuşuyor.

Sadece geçim zorluğu değil; fonlar, tutuklanan fenomenler, dolandırıcılıklar… Hepsinin ortak noktası para. Yeni bir mevzu değil para. Hatta en eski mevzu. Ama başka mevzularımız da vardı eskiden. Şimdi ne oldu da her şeyimiz para oldu? 

Temel sebep, hakikatin her düzlemde tahrip edilmiş olması. Bir günlük, bir yıllık tahribat değil bu, adım adım her gün gelişen, her adımda yeni gediklerle büyüyen bir tahribat. Berbat bir ekonomiyle; internetin ve sosyal medyanın varlığıyla, dünyadaki ekonomik-siyasi altyapının, temel aktörlerin, rutin hal ve gidişin kökten değişimiyle irtibatlı bir tahribat. Hakikatin tahribatı başka bir şeye benzemiyor. Her düzeyde, gün aşırı ve müthiş bir kuvvetle sarsıldığınız zaman, elinizdeki biricik yetiyi, bu dünyayı anlamaya, anlatmaya dair o temel içgüdüyü, yani gerçekle sahteyi, gerektiği zaman birbirinden ayırma kabiliyetini kaybediyorsunuz. 

Özellikle orta sınıflara özgü ve onun erimesiyle baş gösteren bir mesele bu. Eğitimli; ivmesinin, mobilitesinin yukarıya dönük olduğunu varsayan; iyimser; üretken; sisteme inanan, sisteme yatırım yapan ve gelecek güzel günler, sonraki nesiller için çalışan orta sınıfın erozyonu, ülkedeki hakikatin de hakikatle ilişkinin de topyekûn ortadan kalkmasına yol açtı. Şu an her şey, aynı anda çok kolay ve çok zor görünebiliyor mesela. Zengin olmak çok kolay ve zengin olmak imkânsız… Böyle bir ikili yapı nasıl mümkün olabilir ki? Bir futbol analojisine başvurayım: Futbolda takımların orta sahaları çöktüğünde, hücum ve defans arasında sürekli bir geçişlilik olur; hatlar kırılır; hızla hücuma çıkanlar daha da hızlı hücum yiyebilir. Laubalilik başlar. Roller, mevkiler can havliyle birbirine karışır. Böyle maçlarda çok gol izlersiniz. Belki biri belki öteki kazanır. Şans da yardım edebilir bazen ama kazanç varsa günlüktür, bir maçlıktır; uzun vadede, sadece orta sahası güçlü takımlar ayakta kalır. Diğerleri çürür.

İşte bizim orta sahamız çöktü. Bu çöküntüde bazıları hızlı davranmaya, eskiden mümkün olmayan rolleri oynamaya, ön almaya, kendilerini göstermeye, ya da sadece fırsattan istifade yeni kazançlar elde etmeye çalışıyorlar. Belki bir iki görece başarılı hamle de yapıyorlar. Sonra hayat kendi şartlarını dayatıyor. 

Kalanlarımız da ağzı açık izliyor. Ama oynayanlar da izleyenler de hakikatten uzak. 

Mesela para konusunda uzaklar… Büyücek bir serveti, yüksek kazanç umuduyla, bir pastanede, sistem dışı kayıtsız kitapsız teslim ederken de uzak… Sosyal medyada son günlerde epey örneğine rastladığımız üzere o paranın reelde ne kadar alan kapladığını hayal bile edemezken ya da hepi topu bir büyük çantaya sığacak miktarı, sanki odalar dolusuymuş gibi tasavvur ederken de uzak.

2.

Ama dedim ya, bir günlük bir tahribat değil bu. Bugüne gelene dek, bu tahribatı adım adım mümkün kılan, alışılmadık, tuhaf zamanlar yaşadık. Daha önce bilmediğimiz, hazırlanmadığımız şartlarla karşılaştık. Orta sınıf, kimisi cazip kimisi yıkıcı görünen bu şartlara, zenginlerin ve yoksulların aksine, her defasında ve hep maruz kaldı; bir süre bir şeyleri başarır gibi oldu, nihayetinde büyük oranda çuvalladı ve hakikatini yitirdi. Kendini de yitirdi. Şimdi artık neredeyse yok. Onun yerinde sadece paradan konuşan ağızlar var. Ağızlarımız.

Neydi bu şartlar? Hatırlayalım…

Birincisi, üretim araçlarının ortadan kalkması. Bir başka tarifle, ekonomide, “sahip olmadan kazanma”nın mümkün olması. İşin aslı, az kişi için mümkün olması ama çok çok fazla kişiye mümkün görünmesi… Hiçbir otomobile sahip olmayan taksi şirketi Uber, hiçbir mekâna sahip olmayan konaklama şirketi Airbnb… Restoransız yemek şirketleri, envantersiz mağazalar, içeriksiz medya şirketleri… Bu bir devrim olarak sunuldu ama siz devrimi bir de bu sistem içinde çalışan şoförlere, kuryelere ve gazetecilere sorun. Sahip olmadan kazanmak toplumun yüzde 99’u için hâlâ ilüzyon ama yüzde 1’in reklamı ve sloganları her yeri, tüm zihinleri sarıyor. Her şeyi mümkün gösteriyor. Olanla görünen arasındaki derin ayrım, hakikati zedeliyor. 

İkinci etken elbette, bu yeni ekonomiye de el veren internetin kendisi. İnternet, “mümkün” hissini herkese ileten araç. Her an, her yerde hazır ve nazır. Artık içinde yüzdüğümüz deniz o. Öne çıkmayı, ünlü olmayı, sistemden fayda sağlamayı sıradan insan açısından kolaylaştıran o. Sistemdeki gedikleri gösteren de o. Baktıran da o. Ama bedel ödeten de o. Bugünün sosyal medya-para-yükselme meseleleri üzerinden değerlendirirsek, daha rahat anlarız. Bu kadar bakışın, bunca dağınık ilgiyi üzerinde toplamanın bir bedeli var. Gerçek bir üretiminiz yoksa ve standartlarınız sürekli yükseliyorsa, ilk anlardaki ilginin devamı, bir süre sonra sadece hınçla geliyor. Gerçek üretim yoksa varlığınızı savunamıyorsunuz. Rüyada gibi… Tatlı bir şey yaşarken birden korkulu anların içine düşer gibi… Hakikat zemininde durulmadığında, manzara da koşullar da birdenbire değişiveriyor. 

Üçüncüsü, pandemi… İnsanın hakikatle, hayatın kendisiyle ilişkisini zayıflatan dolu dolu bir üç yıl yaşadık. Sadece sağlıkla ilgili bir mesele değildi pandemi; sürecin sonunda eğitimle ve iş yaşamımızla ilgili yeni ilişkiler tanımladık. “Uzaktan” sözü hayatımıza girdi. Uzakta, evde, tek başına, topluluk haricinde… Biz böyleyiz artık. Yüzlerce yıldır kurduğumuz toplum yaşamı ve işbölümünde bambaşka bir viraj aldık. Bir gazeteci olarak kendi tanıklığımı anlatayım: Pandemi öncesi ve sonrasında birçok medya kurumu “mekân olarak” aynı kalmadı. Ama bu durum, sadece güncel haberciliği değil, mesleğin kendisini de dönüştürüyor. Daha da fazla dönüştürecek. İnsan ilişkilerini de etkileyecek. Hakikat bildiğimiz ne varsa her şeye derinden bir müdahale bu. 

Dördüncüsü, eğitimin önemsizleşmesi. Uzun vadede en korkunç mesele bence bu. Eğitim, Türkiye’de artık daha önce açtığı kapıları açamaz hale geldi. Birçok insan yükselmek için, ayakta kalmak için artık ona ihtiyaç duymuyor. İyi eğitim görmüş birçokları çaresiz. Mülakat usulsüzlüklerinin bunca ayyuka çıkmasının zararı tahmin edilenden çok daha büyük. Bu gibi zorluklar, orta sınıflar açısından eğitimin hakikatini bitirdi. 

Bir yandan eğitim sefilleşti… Kötü yurtlar, kötü kampüsler… İktidarın berbat ekonomi yönetimi yüzünden, bir öğrenci olarak yaşamak pahalı hale geldi. Öğrencilik imkânsızlaştı. Zaten “mesleksiz toplum” olmanın sıkıntılarını çeken bir ülkeyken, mesleksiz de bir şeylerin başarılabileceğine hatta zengin olunabileceğine dair ilüzyon, eğitime dair umutları iyice aşağı çekti. Şunu da unutmamalı: Üniversitede hatta lisede eğitim almak sadece bir meslek öğrenmek demek değildir; bu sayede dünyayla daha farklı, daha görgülü, daha rafine bir ilişki kurarsınız; sizin gibi insanlar tanırsınız. Bu insanlarla beraber ve onlara göre yaşarsınız. Bu güzel bağ Türkiye’de koptu. 

Hakikatin tümden yitiminin beşinci nedeni cezasızlık… Buna sadece suç işleyenlerin adil bir şekilde yargılanmaması gibi bakmayın; tümden bir geri bildirim yokluğu olarak değerlendirin. Başarısız bir bakanın, bir bürokratın yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı yerini kaybetmemesi de var bunun içinde; 21 senedir iktidar olan partinin ve liderlerinin başarısızlıklarının seçmen nezdinde cezalandırılmaması da var. Memlekette başarısızlığa ilişkin bir yaptırım yok. Geribildirimsizlik yüzünden, başarısızlıklar da rahatça tekrarlanıyor. Kimsenin cezalandırılmadığı, belli sözler kullananların toplum nezdinde yine de itibar gördüğü bir sistem bu. Sistemin kodlarını doğru okuyanlar yola her durumda devam ediyor; okuyamayanlar hesaptan düşülüyor. Bayrak inmez, ezan susmaz demek bazen her şeye yetiyor. Elbette bunun seküler cenahta da karşılıkları var. Zaten karşılığı olmasa, sistem tek ayak üzerinde bu kadar uzun süre gidemezdi. 

Altıncı neden, bağlam kaybı ve zaman kayması... Çok şey yaşanıyor, her an yaşanıyor, hayat sadece bugünden ibaretmiş ve her şey bugünle ilgiliymiş gibi yaşanıyor. İnsanlar yıllar önceki dosyaları kıyasıya tartışırken dünkü gündemi atlayabiliyor. Neden-sonuç ilişkisinin çok dışında, kaotik bir ruh hali bu. Kendini hep haklı gören, öfkeli ve hep kırılgan bir ruh hali. Yani sürdürülemez bir ruh hali. Hakikatten uzak bir ruh hali… 

Yedinci neden, öfkenin kanalize edileceği araçların yokluğu… Kısacası şu: Orta sınıfın önemli bir bölümü, Türkiye’de haksızlıklara karşı sokağa çıkmak istemedi. İsyan yerine fırsat aradı. Zaten isyanını mümkün kılacak mekanizmalar da bulamadı. Başta sendikaların içinin boşalmasıyla örgütsüz kaldı ve siyasi partiler tarafından da temsil edilmedi. Gezi’deki kıvılcımın devamı gelmedi. Orta sınıflar, iktidarın sert müdahalesi karşısında da sindi. Sokak yok, sendika yok, siyaset yok. Ne var ki? Maalesef artık orta sınıfın kendisi de yok. 

Sekizinci neden, olağanüstü miktarda kara paranın Türkiye’de dolaşması… Bunu sadece uluslararası mafya hesaplaşmalarının Türkiye’de yaşanmasından dahi anlarsınız. Bu konularla uğraşan gazetecilere her gün iş çıkıyor. Sisteme girmek isteyen kara para dokunduğu yeri yozlaştırıyor. Bazı iktisatçılar iki binli yılların başında uluslararası piyasalardaki para bolluğunun AKP’nin işine yaradığını ve bizim ekonomiyi bir süre işler kıldığını söyler. Kara para bolluğu da birçokları için benzer bir etki yapıyor ve bir ilüzyon yaratıyor. Yakalanana kadar… Ya yakalanmayanlar? Bu da ayrı bir soru. 

3.

Böyle böyle hakikatin de hakikatsiz ortamda ilk yıkılacak kesim olan orta sınıfın da sonuna geldik. Bu ortamda zenginler kayığını her türlü yüzdürüyor, hatta daha güzel yüzdürüyor. Yoksulların zaten kayığı yok, umudu da yok. 

Sisteme dair umudu besleyenler hep orta sınıflardır. Orta sınıfın fiilleri hep gelecek kipinde çekilir. Şimdi kip değişti. Şimdi ivme değişti. Şimdi sadece eskiyle bugünü kıyaslayan bir sınıf var. 

Şimdi bu sınıf aşağıya düşüyor ve düşerken sadece tek bir mevzudan bahsediyor: Paradan…


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.