Tourists, Go Home!
Bu hafta başında Barselona’da göstericiler, kafelerde oturan turistlerin üzerine su sıktı. Ellerindeki pankartlarda, “turistler evlerinize dönün” yazıyordu. Abartılı ve anlamsız bir tepki olarak görünebilir ama iş buralara kadar geldi. Bu eylemler belli ki giderek yayılacak. Peki adına turist denen yeni çağ yaratığı bu işin neresinde, turizm ideolojisi neresinde, biz neresindeyiz?
1.
Venedik’in bir kapısı yok, çevresinde surlar da yok ama artık her isteyen elini kolunu sallaya sallaya şehre giremiyor. Civarda yaşayan biri değilseniz, öğrenci değilseniz, Venedik’te çalışmıyorsanız, ‘yüksek sezon’ sırasında günlük beş euro ödemeniz gerekiyor (Venedik’te geceliyorsanız bu ücretten muafsınız, çünkü zaten otelinize turist vergisi ödeyeceksiniz). Şehrin belli girişlerinde konuşlanmış özel güvenlik bu işe bakıyor. Örneğin tren istasyonunun önünde turistlere bilgilendirme yapılıyor ve onlardan ücret tahsil ediliyor. Ayakbastı beş euro…
Tıpkı bir müzeye ya da eğlence parkına girer gibi… Biletinizi alıyorsunuz ve şehre giriyorsunuz. Amaç, turistleri en yoğun günler haricinde de şehri ziyarete yönlendirmek. Birçok şehrin yöneticisi bu uygulamanın Venedik’te ne sonuç vereceğine bakıyor. En azından bir sonuç verip vermeyeceğine…
Bana göre, buradan bir çözüm çıkması sor. “Parasıyla değil mi kardeşim” her zaman kazanır çünkü. Venedik’e kadar gelen kişiyi beş euro sarsmaz. O turist, şehrin içindeki müzelere, görülecek yerlere kişi başı en az 50 euro, restoranlara daha da fazlasını bırakacak. Böyle bir ekonominin içinde beş euro nedir ki? Yoğunluğu azaltmaz da belki görevlilere istihdam olur; ödenecek yeni maaşların, sistemin maliyetinin üzerinde bir para toplanırsa da belediyeye gelir olur.
Hiçbir turist, Venedik’e beş euro daha fazla vermeyeyim diye rotasını yeniden oluşturmaz.
2.
Burada bir tuhaflık var. Söz konusu turisti, yetkililerin beş euro’luk ayakbastı koyarak azaltmaya çalıştığı kalabalığın zaten kendiliğinden caydırması beklenir. Caydırmıyor. Turist, o kalabalıklara aldırmıyor. Belki kalabalığı içten içe arzuluyor bile. Çünkü bu bir onay. Herkesin olduğu yerde olmak insanın hayatta hiç değilse bir kararını doğru verdiğini gösteriyor. “Gelinecek yer burasıydı, ben de geldim” deniyor.
Eğri oturup doğru konuşalım, hepimiz bir ölçüde turistiz. Az turistiz ya da çok turistiz. Kendimizi belli zamanlarda o kalabalıkların içinde biz de buluyoruz. Dahası, o kalabalıkların kendisi biziz. Bazen ondan şikâyet ediyoruz, bazen az önce anlattığım gibi, ‘doğru karar buydu’ diye benimsiyoruz. Tatile her çıktığımızda; belli bir destinasyona, otele, sahile, şehre her bilet aldığımızda o kalabalığa kendimizi eklemeyi de kabul ediyoruz. Bir ideolojiye, “dünya bir sahnedir, o sahne de benimdir” diyen turizm ideolojisine her defasında yeniden eklemleniyoruz.
Dünya bir sahnedir ve biz de o sahnenin üzerinde dolaşıyoruz. İki-üç haftalığına. Yaz tatillerinde. Kış tatillerinde… Hak mıdır? Haktır. Hem birçoğumuz için ileride bu bile mümkün olmayacak hem yeni yerler görmeyeceksek, ruhumuzu zenginleştirmeyeceksek zaten ne için çalışıyoruz, ne için yaşıyoruz?
Yine de bir eşiği aştığımızı görmemiz lazım. Turizmin kendisi hak hukuk tanımayan, insanların hayatını tahrip eden ve çoğunlukla insana para harcatmasına rağmen vaat ettiği zevki de vermeyen berbat bir ideolojiye dönüştü. Üstelik bu ideolojinin zevksizliği ve çirkinliği hepimizin üzerine yavaş yavaş siniyor.
3.
Bu hafta başında Barselona’da göstericiler, kafelerde oturan turistlerin üzerine su sıktı. Ellerindeki pankartlarda, “turistler evlerinize dönün” yazıyordu. Abartılı ve anlamsız bir tepki olarak görünebilir ama iş buralara kadar geldi.
Neden?
Birçok sebebi var.
İnternetle beraber yaygınlaşan konut kiralama sektörü, ev kiralarını uçurdu; makul koşullarda barınmayı neredeyse imkânsız hale getirdi.
Turizm-yoğun şehirlerde, şehir merkezlerinde birçok dükkân ve hizmet, öncelikle ya da sadece turistlere yönelik hale geldiğinden, şehir sakinleri ikinci sınıf vatandaşa dönüştü.
Birçok turistin, şehrin kendisine de sakinlerine en ufak bir saygı göstermeden dolaşması, para bıraktıkları için her şeyi kendilerinde hak görmeleri, hatta kimilerinin şehri bir çöp tenekesine çevirmesi, şehir sakinlerini usandırdı. (İlginç bir örnek: Barselona belediyesi, bazı otobüs hatlarını Google Maps’ten kaldırttı. Sebebi turistlerin, o hatları kullanan yaşlılara saygı göstermemesi…)
Her şeyden önce, turizmden sağlanan müthiş gelir, şehir sakinlerinin çoğuna aktarılmadı; şanslı veya fırsatçı bir azınlık tarafından paylaşıldı. Sektörün kendisinin içinde bile yoğun bir adaletsizlik var; mesela Kanarya Adaları’nda turizm çalışanları köle gibi çalıştırıldıkları için de isyanda.
Bu adaletsizlik, iptidailik ve saygısızlık, turizm ideolojisinin de sacayaklarını oluşturuyor. Maalesef, her bir turizm deneyimimizde biz de bu değirmene su taşımış oluyoruz; fasit dairenin dışına çıkamıyoruz. Bir yandan turizmle bilinen şehirlerde yaşıyorsak mağdur da oluyoruz. Kimbilir, Barselona’da turistlere su sıkanların bazıları da kendi tatillerinde gidip başka şehirlerin sakinlerinin canını sıkıyorlardır.
4.
Turizm şehirlerinde yaşayanlar birbiri ardına isyan ediyor. Malagalılar, Tenerifeliler, Atinalılar… Daha onlarca şehir de sırada bekliyor. Çocukken, Hayat Bilgisi dersinde bizlere, artık nasıl bir hırsla yazıldılarsa, “turist döviz getirir”, “turizm bacasız sanayi” gibi laflar ezberletilmişti. O zaman o dövizin herkese değil sadece bazılarına kaldığını bilmiyorduk. Üstelik 1980 sonrasının bugünkünü aratmayan dizginsiz liberal ideolojisi her şeye yeşil ışık yakmıştı. ‘Bacasız sanayi’ için her bir koy, her bir tepe müsaitti.
Ama seksenlerde turistin kendisi de biraz daha ölçülü ve saygılıydı. Gezdiği şehirle, tanıdığı insanla, bulunduğu doğayla daha makul ve medeni bir ilişki kuruyordu. Sayıları da daha azdı.
Şimdi yeni bir turist var. Çok fazla, çok ölçüsüz…
Yusuf Atılgan, Aylak Adam’da şöyle der: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.”
‘Aylak Adam’ zaten turizm için de uygun metafor; benzerini turist için düşünebiliriz. O da kısa ömürlü bir yaratık, o da bu haliyle eski çağların bilmediği bir karakter. Ama gördükleri nedense onu insanlarla barışık, salt çıkarını düşünmeyen biri yapmamış. Hatta tam tersine dönüştürmüş: Çevresindeki herkesi kendi turizm sahnesinin dekoru sayan; sahnenin kendisine de bir otel odasından daha fazla saygı duymayan birine…
Bu yeni kişi, şehirleri tahrip eden turizm ideolojisine uygun bir kişi. Bu kişiye beş euro’luk ayakbastı parası koymaz. Bilakis, o beş euro onu kendini şehrin bir günlük sahibi sanmasına; o da değilse şehri bir lunapark, sakinlerini de onun çalışanları olarak görmesine yol açar.
Bu kişi gün gelir, beğenmediği çalışanları da müessese müdürüne şikâyet eder. Su sıkanlar bir de böyle düşünsün…
*
PS - Bu uzun bir bahis, daha epey yüzü var; fırsat buldukça devam etmek istiyorum.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Bu muz asla sadece bir muz değildir 01 Aralık 2024
Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava 24 Kasım 2024
Kavaklar uğuldarken 28 Temmuz 2024
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI