Bay Hirayama’nın mükemmel hayatı
Geçen hafta açıklanan Oscar ödülleri adayları arasında Alman yönetmen Wim Wenders’in “Perfect Days”[Mükemmel Günler] isimli filmi de var. “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde yarışacak eser, bugünlerde ıskalanan ne varsa, şairane biçimde anlatıyor. Zerafet, tatmin, tamlık… Sadeliğin ve rutinin gücü. Tokyo’dan dünyaya sıkı bir nakliyat.
1.
Bay Hirayama sabahları hep erken kalkar. Aynı saatte. Kendi kendine… Saatini kurmaz; yüzüne vuran ışıkla, temizlik işçisinin sokaktaki çöpleri süpürürken çıkardığı hışırtıyla uyanır. İlk iş, evinde kurduğu özel bir serada yetiştirdiği mini ağaç fidelerini sular. Dişini fırçalar, giyinir, işine gitmek üzere evinden çıkar. Sokağa adım attığında, gökyüzüne bakar. İyi hava, kötü hava, yağmur çamur, yumuşak ışık, gölge… Her defasında gülümser Bay Hirayama. Sokaktaki makineden bir kutu kahve alır; minivanına atlar ve işine doğru yola koyulur. Teybe bir kaset koyar… Fonda “House of the Rising Sun” çalar; dışarıda yollar, köprüler, parklar bahçeler akar akar akar…
Bay Hirayama, Tokyo Belediyesi’nde temizlik işçisidir. Gün boyu şehrin merkezindeki, hepsi bir mimari iddia taşıyan halk tuvaletlerini temizler. İşini önemser. Ciddiyetle, severek, baştan savmadan; toplumların, medeniyetlerin üzerinde yükseldiği temel kaidenin kendisi olduğunu belki bilerek belki bilmeden akşama dek çalışır.
Yalnız bir adamdır Bay Hirayama. Tek başınadır. Bir geçmişi, bir hikâyesi vardır; biz onu bilmeyiz. Onun günlerini biliriz biz. Hirayama işini bitirince bisikletine atlar, evinin mahallesindeki hamama gider, ağır ağır, memnuniyetle yıkanır. Oradan sürekli müşterisi olduğu lokantaya. Bazen bir iki tek atmak için, müdavimi olduğu mahalle barına. Evine döner, yerdeki yatağına uzanır; kitabına önceki akşam bıraktığı yerden başlar… Hirayama’nın gözleri kendiliğinden kapanana kadar, kitaptaki satırlar paragraflar sayfalar akar akar akar…
2.
Bay Hirayama bir rutin insanıdır. Bir gününün matematiği hiç değişmez. Tuvaletleri temizler, kasetlerini dinler, şehirde ağaçlara hayranlıkla bakar, kitabını okur, bisikletini ve minivanını sürer, hamama gider, yemeğini yer ve bunları hep aynı şekilde yapar. Sürprizsiz ve beklentisiz. Günün matematiğine dışarıdan müdahaleler olur elbette; kimde olmaz ki? Bir hayata girenler çıkanlar, ani gelişmeler... Hirayama rutinini olabildiğince korusa da, sürprizleri kabullenir, onları da hayatına dahil eder ve kendi yoluna gider.
Gerçek bir insan değildir Bay Hirayama. Bir film karakteridir. Ama bir yandan az önce yanınızdan geçip gitmiş kadar gerçektir. Wim Wenders’in bir su damlası gibi duru ve zarif filmi “Perfect Days”de [Mükemmel Günler] onun hikâyesi anlatılır. Aktör Koji Yakusho onu, Cannes’da “en iyi aktör” ödülüne layık görülen olağanüstü bir oyunlukla canlandırır.
İyi de, sahiden, anlatılan hikâye bu mudur? Bundan ibaret midir? Wenders’in derdi geçip giden bu birbirine benzer günleri resmetmek midir? Birbirinin aynı günler bize aslında ne anlatır?
Spoiler vermiş gibi oldum ama film, evet, bu kadar. Film tümüyle, ana karakterin rutini hiç bozmadan takip etmesi üzerine. Az ile yetinmesi ve bu hayattan memnuniyet duyması üzerine. Bir hâl üzerine… Spoiler ile bozulmayacak bir hâl… Konuyu bilseniz de esas önemli olan, defalarca izlense yine tükenmeyecek, tüketilemeyecek olan bu hâl…
“Hepimizin hâlleri böyle, anlatılan senin hikâyendir” demek isterdim ama değil. Bu yaşam birçoklarına sıkıcı geliyor. Sadece sıkıcı da değil anlamsız geliyor. Sanki bugünün dünyasına artık ait olmayan, çevirmeli telefonlar, oyma mobilyalar, PTT’nin önünde Taksim’de buluşmalar gibi eski püskü; alaturka bir huzur… Makbul değil. Cep telefonuna değil ağaçlara, bulutlara bakmak; dünyanın büyüsünün farkına varmak için ıslık çala çala dolaşmak; yarınki yemeğin beklentisinden değil o an kursaktan geçen lokmadan zevk almak; başkalarının ne yaptığına aldırmadan çalışmak, araya başka hiçbir şey almadan sadece okumak… Her çağdaş masalda, “aslında ne yapmalı biliyor musun” diye başlayan her özlem tasvirinde kısmen yeri olsa da çokça demode bulunduğundan yeni yaşamlara, yeni dünyalara bir türlü yakıştırılamayan bir hâl. Normallik. Süreklilik. Rutin.
Ve tatmin… Hayatımızda en az olan… Kendimizi İsviçre çakısı gibi her işe uygun gördüğümüzden ve daha fenası olur olmaz her işe koşturduğumuzdan; zihnimizin bekleme odası okunmamışlarla, seyredilmemişlerle, dinlenmemişlerle dolup taştığından; hiç durmayan o saatin tik-taklarının içimizde hep yankılanmasından ve bu yankılı, tik taklı yaşamlarımızda “o an”ın içine bir türlü giremememizden doğan eksiklik… Bir şeyler eksik işte. Tatmin eksik.
Yönetmen Wenders, film hakkında verdiği bir röportajda bu tatmin konusunu güzelce açıyor:
“Hirayama’nın birçok insanın artık yaşayamadığı bir tatmin duygusunu temsil ettiğini düşünüyorum. Haftada sadece tek bir plak alabildiğim bir zaman vardı. O albümü bütün hafta boyunca dinlerdiniz. Her şeyin ‘stream’ edilebildiği bir çağla başa çıkmakta zorlanmamın sebeplerinden biri işte bu. Tüm seçenekler parmaklarınızın ucunda ama bu bana tüm bu seçenekleri dinlemek, seyretmek için yeterince zamanımın kalmadığını anlatıyor sadece. Hayatımda zamandan başka her şeyden bol bol var. Hirayama’nın hiçbir zaman yoksunluk hissetmemesi bana ilham veriyor.”
3.
Benim en sevdiğim yönetmen Wenders. Sevgim boşuna değil. Bu sözleri beni de anlatıyor, tarzına, sükûnetine, serinliğine hiç yaklaşamadığım Hirayama bana da ilham veriyor. Filmde anlatılan dünya, olası dünyalardan biri. Dünyalar içinde bir dünya. Hirayama’nın yeğenine anlattığı üzere, herkesin dünyası farklı. Onunkisi böyle bir dünya: Yavaş, sabırlı, tam, yeterli.
Bu az şey mi? Hep söylüyoruz ya, bu küçük bir şey mi? Küçük bir mutluluk mu? Küçük şeyleri takdir etmenin mutluluğu mu?
Hayır, küçük şeylerle mutlu olmak üzerine bir film değil Mükemmel Günler. “Küçük şeyler bunlar” dediklerimizin esasında hayatın kendisi olması üzerine. Bay Hirayama her gün, hiç bıkmadan aynı şeyleri yapıyor. Ama onun iki günü asla birbirinin aynı değil. Bir kar kristali gibi birbirinden farklılar. Bir kar kristali gibi mükemmeller…
İşte görüyorum… Bir başka mükemmel kar kristali. Direksiyon başında Bay Hirayama… Uzaklarda gün batıyor. Hirayama, batan güne bakıyor. Teypten bir şarkı yükseliyor; Hirayama da söylüyor. Sesi yollara, denizlere günlere gecelere rüyalara karışıyor.
*
PS 1: Film bizde festivaller kapsamında gösterildi ama vizyona henüz girmedi.
PS 2: Yine benzer bir konuyu işlediğim şu yazıyı da okumanızı isterim: Ya Clementine’i bilen kimseyi bulamazsak?
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI