Şenay Aydemir

sinesenay@gmail.com
TÜM YAZILARI
Düşmeye gör… Aslında çok basit gibi görünen bir olayı katman katman açarak, karakterlerin dünyalarındaki etkilerini çarpıcı bir biçimde göstererek, hem gizemi korumayı hem de failin kim olduğunun o kadar önemli olmadığını hissettirmeyi başararak yılın en iyi yapımlarından birisi tanımını hak ediyor “Bir Düşüşün Anatomisi”.
Bir gasp hikayesi ya da Amerika’nın hamuru! "Dolunay Katilleri", Martin Scorsese’nin yaşayan en büyük yönetmenlerden birisi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Üstat, ABD kapitalizminin kanlı geçmişinin izini sürerken; bu geçmişin de hızla bir gösterinin parçasına haline getirilebileceğini yüzümüze vuruyor finalde. Film, bir yerde kendi varoluşunu da şüpheli hale getiriyor bu hamleyle! Filmekimi günlükleri: Ruhun ve doğanın talanı! "Gecede Kaybolanlar" ve "Kötülük Diye Bir Şey Yok"u izledikten sonra insan düşünmeden edemiyor: Neden bizim ‘taşra’ anlatılarımızda kapitalizmin izleri yok? İnsan ruhunun, taşra kurnazlığının, kasaba siyasetinin her yerden fışkırdığı bir sinema HES’leri, ormanların talanını, her şeyi zehirleyen madenleri niye kendisine hiç dert etmez? Taşralının karanlığı durmadan başrole konulur da, bu talana karşı mücadele eden aydınlık neden bir fon dahi olamaz?
Wall Street’e içeriden bir başkaldırı! Hollywood’un hikayesini anlatmaya değer bulduğu ve kahramanlık vasfı yüklediği ismin Roaring Kitty mahlaslı Keith Gill olmasını nasıl yorumlamalıyız? Bu ‘halk başkaldırısı’nın en çok kazananının Keith olmasıdır belki neden! 56 bin dolarlık hissesini 15-20 milyon dolar seviyesine çıkardığı ve ‘Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirdiği için ‘kahraman’ olmayı hak ediyor belli ki!  Cem Yılmaz’ın dilemması Cem Yılmaz, karakterleri de sevilsin istiyor. O yüzden de karakterlerini doğal yollarından uzaklaştırarak zorlama alanlara çekiyor, ikna etmeyen finallere yönlendiriyor. Seyirciyi karakteri sevmeye mecbur bırakıyor. Ama bu tuhaf biçimde kendi sevilme arzusuyla da örtüşüyor. Mücadele aydınlatır… Devam… Sinema dünyasının mücadelesi önce festival yönetimini geri adım atmaya zorladı. Sonra da günlerdir gölgeler arkasında gizlenen Kültür Bakanlığının yüzünü göstermesini sağladı. Altın Portakal sansürü: Bakanlık ve belediye neden susuyor? “Kanun Hükmü”ne sansür talebinin Kültür Bakanlığı ve valilik tarafından dayatıldığı açıkça yazılıp çiziliyor. Kurban vermeyi seçen belediye ve festival yönetimi kendilerini bile isteye “kırk katır mı, kırk satır mı” dilemmasına düşürdüler. Ya filmi tekrar programa alıp iktidarın kara propagandasını göğüslemek zorunda kalacaklar ya da “bakın bize diyordunuz asıl sansürcü bunlar” yaftası yiyecekler. Bakanlık ve valiliğin ölü taklidi yapması da işlerin istedikleri gibi gittiğinin işareti sayılmalı. Kuru Otlar Üstüne: Karanlık, daha fazla karanlık! “Kuru Otlar Üstüne”, Nuri Bilge Ceylan’ın en politik filmi gibi görünse de en karanlık yapıtı bana göre. Kışın karlarla yazın kuru otlarla kaplı bu coğrafyada Samet’in çocuklar için biçtiği karanlık gelecekten farklı dünyalardan gelmiş bu üç genç öğretmenin de kurtuluşu yok sanki. Hiç ışık sızmıyor filmden içeriye… Yine de tam bir Nuri Bilge Ceylan filmi “Kuru Otlar Üstüne”. Beklediğimizden ne eksik ne fazla.  Aile denilen çukur! “Bir Gün, 365 Saat”, Türkiye’de toplumsal muhalefetin en önemli öznelerinden biri haline gelen kadın mücadelesinin vazgeçilmez sloganlarından “Kadın kadının yurdudur”un hayata geçmiş hali gibi adeta. Eylem Kaftan, böylesine ağır, sinir uçları açık ve en ufak bir hatada istismara dönüşebilecek bir meselenin sınırlarını çok iyi çiziyor. Florent Herry de, bu ağır mevzuyu görselleştirirken aynı hassasiyeti gösteriyor. Memleketten haller!   30'uncu Adana Altın Koza Film Festivali’nin en çok merak edilen bölümü ulusal uzun metraj yarışmasında film gösterimleri başladı. Yarışmanın ilk dört filmi Filiz Kuka’nın “Yüzleşme”, Fikret Reyhan’ın “Cam Perde”, Esra Saydam- Malik Isasis ikilisinin “Öte” ve Umut Subaşı imzalı “Sanki Her Şey Biraz Felaket” filmlerine dair dair kısa notlar… Usta dedektifin ‘post truth’ sendromu "Venedik’te Cinayet"te kariyerini akıl ve mantık üzerine inşa etmiş Poirot’nun yüz yıl sonra kafasının bir an için karışmasını çağ yangınına verebiliriz. Belki artık hayaletlere, perilere yüz veren çok fazla insan yok ama yıldızların inişinin, gezegenlerin çıkışının hayatı etkilediğine inanan; doğum tarihinden karakter, isminin üçüncü harfinden kariyer analizi yaptığını söyleyenleri zengin eden milyonlarca insan var. Yaşlı dedektifimizin bir anlık kafa karışıklığı nedir ki? Bu kez daha ‘küresel’ "Adalet 3", suçun örgütlülüğünü, toplumsallığını ve hatta küreselliğini göstermesi bakımından bir tık daha derinlikli anlatıya sahip olsa da, aksiyon açısından ötekilerin gerisinde olduğunu söylemek gerek. Bunda Denzel Washington’ın artık 70’ine merdiven dayamış olmasının da payı vardır kuşkusuz. Sanki ilk iki filmin elde ettiği gişe rakamlarının yüzü suyu hürmetine bir final gerektiği düşünülmüş gibi. Hâlâ 'oyun' gibi "Gran Turismo", ilk yarım saatin ardından finale kadar durmayan temposu, baş döndüren araba yarışı görüntüleri, kazalar, aksiyonlar ve daha bir dolu malzeme sayesinde oyuncaklı işleri sevenleri cezbedecektir. Ancak, bütün bunlar olurken, karakterimizin kat ettiği mesafenin, gittiği yolun, yaşadıklarının izleri silinip gidiyor. Neill Blomkamp görüntülerdeki 'gerçeklik' hissini yükseltmeye çalışırken filmin estetiğini de giderek oyun dünyasına taşıyor. Sınırları aşamıyor Benjamin Millepied ilhamını “Serseri Aşıklar”, “Ballads”, “Breathless” gibi filmlerden alsa da; sınırlar, farklı kimlikler, suç örgütleri vb. gibi bugünün referanslarıyla modern bir anlatı denemeye kalkışsa da ortaya çıkan filmin bu çabaların karşılığını vermekten uzak olduğunu söylemek gerek. Kurulamayan sofralar "The Bear" ilk iki sezonunda bir şeyleri bağlamaya, insanları bir hedefe ulaştırmaya, bir amacı gerçekleştirip başarı hikayesi yazmaya meyletmedi. Aksine kurulup kurulup yeniden yıkılan ilişkiler, şimdiki zamanda ulaşılan bir zirvenin başka bir zamanın dibi olduğunu gösteren anlar, kendini kurmanın devamlılığı ve yoruculuğuna dair gerçekler izledik. Kimdir bu film çevirenler? Yeni Şafak gazetesinde yer alan bir haber, Kültür Bakanlığı film desteklerinin ‘yatırım amaçlı’ kullanıldığı iddia ediyordu. Ciddi rahatsızlık yaratan haberdeki bilgiler eksik olduğu gibi, sektörün ekonomik koşullarını kavramaktan hayli uzak. Tabii Yeni Şafak’ın haberinin sinema sektörüne dair talepler içeren ve geçen hafta Star’da yayınlanan bir köşe yazısının üzerine gelmesi dikkat çekiyor. Atatürk dizisi ve 'Yenikapı ruhu' Kürtçenin her platformda engellenmesine, Ermeni adının kültür sanat alanından çıkarılmasına, LGBTİ+ temalı içeriklerle yürütülen ‘kutsal’ savaşa karşı seslerini çıkaramayanlar, yine Atatürk adının güvenli ve her yöne çekilebilir sularına atıyor kendilerini. Dünyaların yok edicisi! Yönetmen Christopher Nolan’ın uzun yıllar sonra sakin kalmayı başardığı ve üzerine uzun uzun konuşulabilecek malzemeleri hikayesine yedirdiği bir yapım "Oppenheimer". Hollywood grevi neye karşı? Kapitalizmin zorunlu yasaları sektörün büyük oyuncularını birbiriyle rekabete sokup zorunlu birleşmelerle merkezileştirirken, bunun faturası önce sektörün emekçilerine sonra da kuşkusuz biz tüketicilere kesiliyor. Bu bakımdan Hollywood grevi sektörde başlayan bu ‘mecburi dijital dönüşüm’ün faturasının emekçilere yıkılmasını durdurmak için önemli bir dayanak noktasını oluşturuyor. Görevimiz 'kıymetlimis' Yapay zekaya hükmedecek anahtarları eline geçiren herkesin "Yüzüklerin Efendisi"ndeki karakterler gibi kendilerini kaybedip "kıymetlimis" kıvamına gelmeleri biraz tuhaf kaçıyor açıkçası. "Yüzüklerin Efendisi" fantastik bir anlatı olduğu için bir yüzüğün çok maharetli olması anlaşılıyor, "Mission: Impossible - Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm"de ise büyük bir gücü şekilli bir anahtarda somutlamak mantıklı olsa da abartmak komik duruyor. Eski dostlar düşman olmuş ‘Secret Invasion’, göçmen/mülteci gündemine dolaysız bağlantılar kurmaktan çekinmiyor ama bir Marvel ürünü olduğu da unutulmamış! İlk üç bölüm itibariyle asıl olarak Nick Fury ve Talos’un kötülere karşı mücadele ettiği bir ‘yaşlı kurtlar’ hikâyesi gibi. Çünkü ikilinin ihtiyarlığına ve güçten düşmelerine sıkça vurgu yapılıyor. Salonlarda seyirci krizi derinleşiyor Türkiye’de Box Office krizi giderek derinleşiyor. Yılın ilk altı ayında sinema salonlarına yaklaşık 15.9 milyon adet bilet kesildi. Bu rakam bırakalım pandemi öncesini, geçen yıl gerçekleşen 22.6 milyonluk satışın bile çok gerisinde. Sektör, krizin yükünü seyirciye yıktıkça, salonlar boşalmaya devam ediyor. 2022 yılı sonunda 37 TL olan bilet fiyatı ortalaması, yılın ilk altı ayında yüzde yüzlük artışla 74 lira civarına gelmiş durumda. NATO’ya başvuru manifestosu! Dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı refah ülkesi Finlandiya’da ırkçı partinin ikinci sıraya yerleştiği, NATO üyesi olmak için Türkiye gibi ülkelere taviz üstüne taviz verildiği düşünüldüğünde "Sisu"nun ruhunun da arzıendam etmesi anlaşılır hale geliyor. Haliyle "Sisu"nun 5-10 Nazi ile mücadelesinin kutsallığı da 'Sovyet askeri öldürmüş olmak'tan geliyor! Geriye sadece aşk kalır! “Güzel Bir Sabah”, çok ağır mevzulara giriyor kağıt üstünde bakınca. Ama film bittiğinde hayata, aşka ve ölüme dair düşüncelerimiz hafifliyor, hayatın içinde sadeleşiyor! Aşırı hız felaket getirir! 2016’da "Batman ve Superman: Adaletin Şafağı" ve "Suicide Squad: Gerçek Kötüler" filmleriyle DC’nin büyüyen sinema evrenine giren Flash, bağımsız filmiyle karşımızda. “The Flash” her ne kadar kendisini izletmeyi başarsa da Marvel’ın son dönemde izlediğimiz iki Örümcek Adam filmine olan aşırı benzerliğiyle özgün olmaktan hayli uzak. Görünen o ki hem Marvel hem de DC sinemada ‘çoklu evren’ler inşa etmeye devam ettikçe çeşitlenmek yerine tektipleşme daha da artacak. Bir ülkenin röntgeni "Bir Ailenin Röntgeni", kişisel olanın aynı zamanda toplumsal olduğuna dair güçlü bir kanıt. Firouzeh Khosrovani anne ve babasının hikâyesini anlatırken kişisel dönüşümlerin toplumsal kodlarını da ustaca çözüyor, bunu ülkesinin kaderiyle maharetle bağlıyor ve tertemiz bir anlatı çıkarıyor ortaya. Örümcek Adam benim! “Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş”, türün sevenleri, hele de ilk filmin hayranları için biçilmiş kaftan. Fakat çok gürültülü ve hızlı olduğunu, bunun da dikkatli izleyici için takip sorununu beraberinde getirdiğini de hatırlatalım. Her genç kızın rüyası Bu hafta gösterime giren "Küçük Deniz Kızı" ve "Suzume" filmleri kendini bulmaya çalışan iki genç kadını başrole taşımaları ve masalsı/fantastik hikâyeleriyle pek çok ortak yön barındırıyor. Çerçeve Türkiye sinemasının üç farklı kuşağından öne çıkan yönetmenler ve sinema profesyonellerinin çalışmalarının yer aldığı "Prizma Expanded: Algının Poetikası" sergisi Akbank Sanat’ta açıldı. Sergideki işlerde dikkat çeken şeylerden birisi, çoğu zaman sınır gibi algılanan 'çerçeve’nin, kavram ve anlamları genişleten yorumları. Galakside ‘çatlak’ var "Galaksinin Koruyucuları 3", bir yandan Marvel evreninin amentülerini tekrarlarken, karakterlerinin tanıdık özellikleri üzerinden komedi unsurlarını da ihmal etmiyor. Bir kez daha 'aile olmanın' önemine dair vurgular göze çarpıyor. Ama aile derken kan bağını değil, birlikteliği öne çıkarmasını dikkate değer bulabiliriz belki. Ötesi, iki buçuk saatlik hayli gürültülü bir Marvel filmi.