YAZARLAR

Hâlâ 'oyun' gibi

"Gran Turismo", ilk yarım saatin ardından finale kadar durmayan temposu, baş döndüren araba yarışı görüntüleri, kazalar, aksiyonlar ve daha bir dolu malzeme sayesinde oyuncaklı işleri sevenleri cezbedecektir. Ancak, bütün bunlar olurken, karakterimizin kat ettiği mesafenin, gittiği yolun, yaşadıklarının izleri silinip gidiyor. Neill Blomkamp görüntülerdeki 'gerçeklik' hissini yükseltmeye çalışırken filmin estetiğini de giderek oyun dünyasına taşıyor.

Bir başka yazının mevzusu olmak kaydıyla not düşerek başlayalım. "Barbie" ve bugün itibariyle vizyona giren "Gran Turismo" filmleri henüz tam olarak ete kemiğe bürünmemiş bir ticari yönelimin güçlü öncüleri gibi duruyor. Kuşkusuz oyuncak, bilgisayar oyunu vb. birçok popüler kültür ürünü ana akım sinemanın konusu oldu daha önceleri de. Ama bu iki örnek üretici firmaların da yapımcı olduğu, ürünün bir sinema hikayesinin parçası haline getirilmesinden çok uzunca bir reklamının nesnesine dönüştüğü, 'sinemasal mesafe’nin korunmadığı yapımlar olarak çok dikkat çekiyor.

"Gran Turismo", içinde markaların da göründüğü bir film değil. Bizzat markaların başrolde olduğu, geri kalan her şeyin ve herkesin bu uzun reklamın aparatı haline dönüştürüldüğü bir yapım. "Barbie"nin başarısının ardından üretici firmanın diğer ürünlerin de filmini çekme çalışmalarına başladığı haberleri gelmişti. "Gran Turismo" da başarılı olursa da benzer bir durum olabilir. Tekrar vurgulayarak bitireyim bu faslı: Bu iki örnek popüler metaların bir film evreninde göründüğü yapımlardan ayrılıyor, uzunca bir reklam haline dönüşüyor. Bekleyip görelim.

Gran Turismo, kendisi de bir dönem profesyonel araba yarışçısı olmuş Kazunori Yamauchi tarafından 1997 yılında geliştirilen bir bilgisayar oyunu. Ancak onu diğerlerinden ayıran bir tarafı var. "Gran Turismo", yaratıcısının geliştirdiği özel bir sistem sayesinde kullanıcılarına gerçeklik hissini yaşatmakta oldukça mahir. Üstelik sürekli güncellendiği için her türlü yeni teknolojinin kullanıldığı ve kullanıcı deneyiminin 'gerçeğe' yaklaştırıldığı bir oyun.

İşte bu oyuna gönül vermiş yirmi yaşında bir gencin Jann Mardeborough’un dünyasına davet ediyor bizi film. Jann, gerçek bir karakter ve film onun hayatından ilham alıyor. Gran Turismo yöneticileri, 2008 yılında oyunun en iyileri arasından bir seçme yaparak, gerçek yarışmalar sokma fikrinden hareketle akademi kuruyorlar. Jann da on binlerce oyuncuyu geride bırakarak bu akademiye dahil oluyor. Çocukluktan itibaren bir yarışçı olma hayali kuran genç adam, bir dizi ağır eğitimden geçtikten sonra gerçek bir yarış arabasının içine oturuyor. İlk başlarda hayal kırıklığı yaşasa da zamanla dereceler alıyor ve herkese ilham veren bir başarı elde ediyor.

Senaristler Jason Hall ve Zach Baylin, bütün bu hikayeyi film evrenine taşırken bazı zamanları, olayları eğip büyüyor tabii ki. Akademinin kuruluş tarihini Jann’ın katıldığı yıla denk getiriyorlar vb. Bunlar sinemada olan şeyler. Ama bir türlü olamayan, karakterin hikayesinin oyun evreninden çıkıp sinema evrenine gelememesi. İlk yarım saatte kurulan dramatik yapı, gerek malzemenin şehvetine ve bana kalırsa parayı koyanların isteklerine kapılmak suretiyle bir kenara atılıyor. Jann’in ergenlikten yeni çıkıp yetişkinliği adım atan bir genç olarak ailesiyle (özellikle babayla) sorunları açılışın ana temasını oluşturuyor. Ancak kahramanımız akademiye katıldıktan sonra bir anda bütün bu yapı unutuluyor. Aileyi ancak finale doğru görüyoruz bir daha ve burada da figürasyon işlevi görüyorlar açıkçası.

Peki, ne oluyor filmin sonrasında? Bence filmi irice bir reklam projesine çeviren tercihler burada yer alıyor. "Yasak Bölge 9", "Elysium: Yeni Cennet", "Chappie" gibi kalburüstü işlere imza atam Neill Blomkamp, zanaatını burada da konuşturuyor konuşturmasına. Gerçek pistlerde, gerçek arabalarla, profesyonel sürücüler tarafından gerçekleştirilen yarışların heyecanına kapılmamak mümkün değil! Hatta başrol oyuncusu Archie Madekwe’nin dublörlüğünü bizzat oynadığı Jann Mardenborough yapıyor. Yani 'gerçeklik' hissini koltuklarımızda hissetmemiz için hiçbir masraftan kaçınılmıyor.

Ama işte filmin sorunu da burada ortaya çıkıyor. "Gran Turismo", ilk yarım saatin ardından finale kadar durmayan temposu, baş döndüren araba yarışı görüntüleri, kazalar, aksiyonlar ve daha bir dolu malzeme sayesinde oyuncaklı işleri sevenleri cezbedecektir. Ancak, bütün bunlar olurken, karakterimizin kat ettiği mesafenin, gittiği yolun, yaşadıklarının izleri silinip gidiyor. Neill Blomkamp görüntülerdeki 'gerçeklik' hissini yükseltmeye çalışırken filmin estetiğini de giderek oyun dünyasına taşıyor.

Odasından çıkmayan, bilgisayar başından kalkmayan bir genç olarak görüyoruz ilk olarak Jann’ı. Oyun gerçeğine kendisini hapsetmiş bu genç, akademiye giderek aslında biraz hayatın gerçeğiyle de yüzleşmeye çalışıyor. Filmin yaratıcıları bu fırsatın kapısından içeri girseler de daha fazla ilerlemiyorlar. Bunun yerine markaların havada uçuştuğu, her saniye bir reklamla karşılaştığımız, kötü adamların karikatür olmaktan öteye gidemediği, etik sorunların bir görünüp bir kaybolduğu ve hızdan başımızın döndüğü bir evren inşa etmeyi tercih ediyorlar.

Gran Turismo oyuncusu değilim. Ama olsaydım filmi izledikten sonra şöyle düşünürdüm muhtemelen: "Evde direksiyona kendim oturacakken, başkasının yarışını niye izleyeyim!"