YAZARLAR

Zor zamanlarda Duvar yolculuğu

Başta kendimden, çevremdeki onlarca, yüzlerce insandan biliyorum: Bu cehennem gibi hal ve zamanlarda memleketin, dünyanın halini kendi kişisel meselesi gibi dert edinen, her ne yaşanırsa yaşansın insana, hayata, topluma, dünyaya daha farklı – daha iyi bir gelecek beklentisiyle bakanlara yalnız olmadığını hissettirdi, gösterdi Gazete Duvar.

İleride 21. yüzyıl tarihi yazılırken kaç “milat” gösterilecek kim bilir.
Stanley Kubrick 1968’de çekmişti 2001 - Bir Uzay Destanı’nı. Oysa 2000’lere kalmadan, çoktan kapı komşu olmaya başlamıştı uzay, koloni çalışmaları başlıyordu 21. yüzyılda. Ancak, her ne kadar milenyum şarkılarıyla - küresel köy teraneleriyle girilse de 2000’ler pek öyle şenlikli gelmedi. 
2001, gerçek milat gibi göründü çoğuna. 11 Eylül sonrası, “21. yüzyıla şimdi girdik” manşetleri atıldı. “Küresel terör çağı”, “Medeniyetler Çatışması başlıyor” vb birbirini izledi. Yirmi yıl sonra, bugünden baktığımızda, çoktan tarih oldu 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’in uçurulması. 
Post -truth / hakikat sonrası çağ henüz ortada yoktu 2001’de. Sanal gerçekliğin fiilen para haline gelip ekonomiye, piyasalara yön vermesi; kripto para olgusu da yoktu ortada. Haliyle, kripto sanat da icat edilmemişti henüz. 
Corona virüsün zuhur ettiği Aralık 2019, elbette bir başka milat olacak. 
İçinden geçtiğimiz, geride bıraktığımız başka tarihler de sıralanabilir. Soruyu bir de kendi cephemizden soralım: İleride Türkiye tarihini yazacaklar hangi “milat”ları  işaret edecek? 
2001 bizim için de milatlarla dolu: 19 Şubat’ı hatırlayan var mı?
Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, başbakan Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatmıştı. Dolar bir gecede üç kat birden artmıştı… Ağustos’a gelindiğinde bu kez bir esnaf yazar kasayı fırlatmıştı başbakan Ecevit’e. Ne günler... Ve AKP kurulmuştu 2001’de, ertesi yıl iktidar olmuştu. O gün bugün iktidar.
Gezi dahil daha nice milatlar sayılabilir arada. Ama kim ne derse desin benim favori adayım 2016.
12 Ocak’ta Sultanahmet Meydanı’nda 13 kişinin öldüğü bombalı saldırıyla başlayan 2016’da yıl boyunca bombalı eylemlerde 350’yi aşkın insan katledildi. Başbakana anayasa kitapçığı fırlatılmadı ama 1 Mayıs 2016’da internet üzerinden yayınlanan Pelikan Dosyası’yla devrildi dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu.
Yine Mayıs 2016’da dokunulmazlıklar kaldırıldı. Milletvekilleri hapse atıldı. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ 4 Kasım 2016’dan beri tutuklu. 22 Haziran 2016’da Atatürk Havaalanı baskınını unutmayalım bu arada. Ya da tam ders yılı sonuna doğru yine Haziran 2016’da ihdas edilen “proje okul” uygulamasıyla İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi gibi orta öğretimin nitelikli kurumlarını imha operasyonlarını da milatlar arasında anmadan geçmeyelim.
Cumhuriyet gazetesi dahil medya operasyonlarının da ayrı bir yeri var 2016’da. İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, o yıl Türkiye'de 148 gazeteci ve basın çalışanı hapsedildi, 169 medya kuruluşu ile yayınevi kapatıldı. “Allah’ın bir lütfu” haline gelecek olan 15 Temmuz’un özel yeri var tabii bunda. OHAL’den Türk tipi başkanlığa, bugüne uzanan yol…
***
Kaba panoramasını andığım 2016’nın Ağustos’unda, tam kaosun içinde, mevcut yayınların tepesinde OHAL kılıcı sallandığı sırada yayın hayatına başladı Gazete Duvar.
Gazete Duvar’ın yayına başladığı zamanlardan - 2016’dan beri, sadece daha iyi bir hayat beklentisiyle gençler başta olmak üzere ülke insanı, gözünü dışarı dikmiş durumda. Fırsatını bulan gidiyor. “Hizmete özel” denen gri pasaportla yurt dışına adam kaçırma kampanyaları, ticareti bile icat edildi bu süreçte. “Beyin göçü”nü hiç anmayalım. KHK’ları, ODTÜ’ye tebelleş olmayı, Boğaziçi’ni de…
Ağustos 2016’da 2.99 TL olan 1 Amerikan doları bugün 9.26 TL.
Aradan geçen beş yılda üç kat yoksullaştık. Her şey kıtlaştı, zorlaştı.
2016 yazında -15 Temmuz öncesi mi, sonrası mı, hatırlamıyorum- bir hekim arkadaş, “cehennem gibi bir yerdeyiz” demişti. Başta kendimden, çevremdeki onlarca, yüzlerce insandan biliyorum: Bu cehennem gibi hal ve zamanlarda memleketin, dünyanın halini kendi kişisel meselesi gibi dert edinen, her ne yaşanırsa yaşansın insana, hayata, topluma, dünyaya daha farklı – daha iyi bir gelecek beklentisiyle bakanlara yalnız olmadığını hissettirdi, gösterdi Gazete Duvar.
Hemen her gün, hemen her saat insanlık dışı olaylara maruz kalırken, tanıklık ederken, klişeleşen deyimle aklımızla alay edilirken, zulüm, saçmalık, bayağılık etrafta kol gezerken Gazete Duvar, o “güncel”in içinde, onların yanında manşetine her zaman insanı taşıdı. Ekonominin, iş dünyasının ya da siyasetin, adliyenin, polisin vb mevcutların yanında onlarla eşdeğer olarak şiir de kendine yer bulabildi Gazete Duvar manşetlerinde, müzik de, sokak da, taşra da…
***
Temmuz 2020’ye dek dışında olsam da, Gazete Duvar’a dahildim başından beri. Ali Topuz başta olmak üzere gazeteyi yoktan var edenler dostum, arkadaşım. Oturup konuştuklarımız da, hiç yüz yüze gelmediklerimiz de öyle. Dahası; okuru olduğum yeni dostlar, yeni yol arkadaşları kazandım Gazete Duvar’la. Yüzünü görmediğimiz, titiz okurlar da dahil bu kazanıma.
Ali Topuz ve ekibi, hayatın her alanında dayatılan, iş dünyasının anayasası “rekabet”in üzerinden silindirle geçip izini bile bırakmadığı, insanı sürü halinden çıkarıp toplumsal varlık haline getiren temel yasaya dayanarak yaptılar ne yaptılarsa: Kolektivizmi dirilterek, ayakta tutarak, her adımda yeniden inşa ederek Gazete Duvar’ı, zor zamanların en büyük kazanımına dönüştürdüler.
Şimdi bir “yönetim değişikliği” yaşıyor bu alaşım; eskisinden farklı olacak demektir. Bir eski olarak bize bu deneyimi yaşatan herkese ve okuyuculara teşekkür.
Bu yazının ardından Adalet Ağaoğlu’nun Duvar Öyküsü’nü okumanızı önererek veda ediyorum.