YAZARLAR

Dindarlık, muhafazakârların politik sorumluluğu için ahlâki bir standarttır

“CHP muhafazakâr toplum kesimiyle barışmak, onlarla diyalog kurmak istiyorsa” deniyor, “ülkeyi demokratik bir kültürle yönetebilecek bir yapıya kavuşturması ve sadece muhafazakarları değil bütün toplumu buna ikna etmesi gerekiyor.” Maalesef boş laflar bunlar. Ülkeyi demokratik bir kültürle yönetebilecek bir yapıya kavuşturmak, CHP’nin elinde değil, bunun için öncelikle iktidara gelmek gerekir.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir süredir yürüttüğü yeni siyaset tarzı, muhalefetin bazı muhitlerinden yoğun eleştiri alıyor.

Kılıçdaroğlu, bildiğiniz gibi, CHP’ye oy vermeyen dindar muhafazakâr kesimlerle buluşmak, niçin CHP’ye oy vermediklerini öğrenmek ve nihayet onları kazanmak istiyor, böyle bir çabası var. Eleştirinin konusu bu. En son Saadet Partisi’nin düzenlediği Kudüs mitingine katıldı Kılıçdaroğlu ve meydanı dolduran dindar muhafazakârların sıkça alkışladığı bir konuşma da yaptı. Bu pek hoş karşılanmadı: “Ülkede her şey normalmiş, hiçbir derdimiz, sorunumuz yokmuş, ülke bir felakete sürüklenmiyormuş da esas meselemiz Kudüs’müş gibi” CHP liderinin kalkıp oraya gitmesi de ne demek oluyormuş! O mitinge katılmak, “ülkeyi yeterince dert etmemek, yaşanan yıkımı umursamamak” demekmiş!

Kudüs mitingi özelinde bu ve benzeri şeyler söylenirken, genelde de Kılıçdaroğlu’nun yeni siyaset tarzının laiklikten ödün verdiği eleştirisi yapılıyor. “AKP’nin gitmesi için AKP’lilik yapmak”la suçlanıyor Kılıçdaroğlu; “Erdoğan’dan rol çaldığı”, “dindarmış gibi davrandığı” teşhisi konuluyor ve böylelikle benimsediği yeni siyaset, “AKP’nin elindeki ‘İslâmcılık kartını’ almak istiyor” şeklinde yorumlanıyor.

Kılıçdaroğlu’nun tercihi ve buna yönelik eleştiriler, yukarıdan tarih ve aşağıdan tarih diyebileceğimiz ikilik içinde kendi anlamını bulan önemli bir bakış açısı ayrışmasını ortaya koyuyor.

Yukarıdan tarih, kurumlarla ilgilenir, taht, meclis, saray, ordu, parti vs. ile… Aşağıdan tarih ise kişilerle ilgilenir. Sıradan insanla… Sokakta yürüyen adamla… Uzun vadede tarihi yazacak olanla yani.

Yukarıdan tarih, yani kurumlara öncelik vermek, sıradan insana politik hiçbir sorumluluk vermez, hatta var olanlardan da kurtarır onu. Ama aşağıdan tarih, yani kişilere öncelik vermek, sıradan insana apaçık politik bir sorumluluk verir. Bir bakıma, izleyiciyi sanat yapıtının anlamından sorumlu tutan klasik estetiğin kategorileri gibi yani… Klasik estetikte nasıl ki sanat yapıtını anlamak izleyicinin (okurun, dinleyicinin) sorumluluğundaysa, izleyiciden zihinsel bir gayret bekleniyorsa, aşağıdan tarihte de içinde bulunulan gerçekliği anlama sorumluluğu kişiye aittir, gerçekliği kavrayışta kendisinden ahlâki bir standart talep eder.

Kılıçdaroğlu’nun tavrı da, “AKP’nin gitmesi için AKP’lilik yapmak” veya “AKP’nin elindeki ‘İslâmcılık kartını’ almak istemek” değil, tamamen, sıradan insanı reel politikadan sorumlu tutacak ahlâki standarda yöneltme gayretidir.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’dan rol çalmıyor, dindarmış gibi de davranmıyor. Dindar muhafazakâr kesimleri, ülkenin politik perişanlığı karşısında tavır almaya çağırıyor sadece. Bunu, o kesimin kendi kültürel değerleri üzerinden yapmayı deniyor. Helal, rızk, kanaat, adalet (ve evet, Kudüs) gibi, ortalama bir dindar muhafazakârın şu hayatta kendi kültür çerçevesinde bir yol bulmasına imkânı sağlayan, tutum ve davranışlarına rehberlik eden değerlerle işleyen politik bir dil kullanmak, “AKP’nin elindeki ‘İslâmcılık kartını’ almak istemek” değil, “Elhamdülillah Müslümanım” diyeni reel politikadan sorumlu tutan ahlaki bir standarda yöneltmek istemektir. “Elhamdülillah Müslümanım” mı diyorsun? O zaman komşusunun açlığı rağmına tok yatandan şikayetçi olacaksın! Haram lokma mıdır senin korktuğun? Kursağından helal lokma geçmeyenin gırtlağına sarılacaksın! Mazlumdan yana mısın? Zulmedene dikleneceksin! Kılıçdaroğlu, helâl, rızk, kanaat, adalet diyen dindarlardan, kendileri farkında olmasa da, özgürlük, eşitlik, kardeşlik isteyen kitleler devşirmek istiyor, hepsi bu.

“CHP muhafazakâr toplum kesimiyle barışmak, onlarla diyalog kurmak istiyorsa” deniyor, “ülkeyi demokratik bir kültürle yönetebilecek bir yapıya kavuşturması ve sadece muhafazakarları değil bütün toplumu buna ikna etmesi gerekiyor.” Maalesef boş laflar bunlar. Ülkeyi demokratik bir kültürle yönetebilecek bir yapıya kavuşturmak, CHP’nin elinde değil, bunun için öncelikle iktidara gelmek gerekir. Muhalefet unsurları, bugüne dek ülkeyi demokratik bir kültüre kavuşturmak için her şeyi yaptı, çok da bedel ödedi. Artık CHP’nin (veya başka herhangi bir muhalif partinin ya da kurumun) öncelikle yapması gereken tek şey, AKP iktidarının yarattığı gerçekliği anlama sorumluluğunu üzerine alması için AKP’ye oy vermiş herkesi ve elbette dindar muhafazakârları politik bir ahlâki standarda yöneltmektir.

Elbette hiç kimse CHP’nin siyasal İslam’ın pratik bilgilerine seküler sol bir saygınlık kazandırmak derdinde olduğunu düşünmez. Kılıçdaroğlu’nun tavrında laiklik tenzilatı gören bakışta da böyle bir düşüncenin izi zaten yok. Ama kurumlara (CHP’ye ve onun kimliğine) öncelik veren yukarıdan tarihin izleri çok belirgin.

Söz konusu bakışa sahip olanların muhalefet etme biçimleri, belki (kitlelerin kendi çıkarının aleyhindeki partilere oy verişini, yoksul hayatlarında her şeyi değiştirecek meselelere onca ilgisizliği karşısında hiçbir şeyi değiştirmeyecek soyut yüceltmelere düşkünlüğünü bazen alaycı, bazen öfkeli biçimde dışa vuran, buna bağlı olarak sorunu akıldışı toplum düzeninde değil de kitlenin sahip olduğu düşüncelerde, mesela dinde gören) modernliğin o bildik snob fanatizmiyle aynı değil, ama muhalefet etme biçimlerinin, beğenmedikleri toplumsal sistemi değiştirecek nitelikte olmadığını da söylemek gerekiyor. İktidar olmak isteyen bir zihniyet böyle muhalefet yapmaz. “AKP’lilik yapmak”, “Erdoğan’dan rol çalmak”, “laiklikten taviz vermek” şeklinde ilerleyen kolaycı kategorileri, muhalif konumlarına bağlılık gösteriyor, o konumu değiştirme iradesine değil.

Daha demokratik, daha insancıl bir toplumsal hayat kurabilmenin yolu, toplumda muhalefet yeteneği daha gelişkin olanların önderliğinde gerçekleştirilecek bir yenileşmeden değil, toplumun bütün kesimlerinin kendi yeteneklerini geliştirebilecekleri bir ortamın oluşturulmasından geçiyor.

Cahil bırakılıp yoksulluğuyla rehin alınmış olması bu halkı bu yeteneklerini geliştirme sorumluluğundan kurtarmaz. Kaldı ki, bugüne kadar hiçbir yönetim, insanı toplumsal sisteme indirgeyememiştir. Gerçeklik yanılsamasının en yoğun olduğu zamanlarda bile, insanın içinde yaşadığı toplumsal sistemi kabullenmesi tam olarak mutlak bir özdeşleşmeye vardırılamadı. AKP’ye oy vermiş olanları ahlaki bir standarda yönlendirmek için fena sayılmayacak bir başlangıç noktasıdır bu.

Muhalefet bugün AKP’ye oy veren yoksul kitleleri maruz kaldıkları siyasetin anlaşılmasından sorumlu tutan ahlâkî bir standarda yöneltmek zorundadır. Muhafazakâr değerler, onlara sahip olanlar için bu standardı yeterince belirler. Helal, rızk, kanaat, israf gibi değerlerle sınandığında maruz kalınan siyaset, hatırı sayılır ölçüde anlaşılır olacaktır.

Henüz denenmemiş olan doğru yol budur.