YAZARLAR

Spor neden var?

Harcama limiti, marcama limiti demeden spor kulüplerinin hepsi devreye girmeli. İkiyse iki, üçse üç hafta, depremden hasar gören kardeşlerimiz sıcak bir mekanda kalana kadar, sıcak iki kap yemek yiyebilene kadar maç hasılatlarını depremzedelere harcamalı. Zaten spor ne için var? Toplum yararı için değil mi?

Bir yaz akşamıydı. Gençtik. Gelecek. yıl, hayatımızın çizgisinin eğriliğini ya da doğruluğunu belirleyecek devletin eleminasyon şovunun parçası olacaktık. Hangi üniversitenin yolunu belirleyeceğimize dair bizi bir süre sınıflara kapatıp, sonra da o süre ile değerlendireceklerdi. O sebeple bu yazı iyi geçirmemiz gerekiyordu. Ve okulların yetmediği konusunda herkes hemfikir olduğu için dershane yolları bir sonraki gün aşındırılmaya başlanacaktı. Son geceydi yani.

Dedim ya yaz akşamıydı ve hava çok sıcaktı ve biz 6-7 arkadaş dışarıdaydık. Gamsız insan döneminin son gününü kutluyorduk. Öyle büyük şenlik falan beklemeyin. Sohbet muhabbet. Ta ki eve giden son otobüse kadar. Son otobüs kaçarsa mecbur uyuyan babayı yataktan kaldırıp kendini aldırman gerekiyordu. Üç kilometre için bu zahmete değmezdi zaten.

Bilet koçanları vardı o zamanlar. Otobüse binmek için bir tane bilet keser sonra da kutuya atardık. Şans ki benim koçan bitmişti. Neyse ki yanımdaki arkadaşlarımdan birinin koçanında iki bilet kalmıştı. O eve yürüme mesafesinde olduğu için koçanı verdi bana. Tek bilet kutuya, tek bilet cebe, istikamet ev.

Sanırım eve girdiğimde saat 12.45 civarıydı. Uyuduğum saati hatırlamıyorum. Ama uyandığım saati çok net hatırlıyorum. Saat 3’ü sadece 2 geçiyordu. Yan binada engelli bir çocuk vardı. Sallantıyla birlikte onun çığlıklarına uyanmıştım. Biz sürekli sallanıyorduk, komşumuzun çocuğu ise sürekli bağırıyordu.

Semt olarak daha önce hiç tecrübe etmediğimizi bir şeyle karşı karşıyaydık. Deprem oluyordu. Sanırım ne yapmamız gerektiğini sadece babam biliyordu. Ama o bile panikle balkona çıkmıştı. Yani depremde yapılması dokuz kusurlu hareketten birini daha ilk dakikada yapmıştı.

Ama sonra kendine geldi. Önce sakinleştik. Belki de sallantı azaldıkça biz de sakinleştik bilmiyorum. Süre ne kadardı o anda bir şey söylemek de imkansızdı. Konu Einstein’e emanet. Kamuya göre 45 saniye, bize göre dakikalarca. Neticede Gölcük yıkılmıştı. Vahameti biz evden dışarı çıkabildiğimizde anladık. Türkiye ise ancak sabah helikopter görüntüsü sayesinde yıkıma vakıf oldu.

Sonra ne mi oldu? Önce yatacak yer bulmak zordu, sonra yiyecek bir şeyler. Bunca felaketin arasında şanslıydık ki hava sıcaktı. Dolayısıyla bağlarda bahçelerde, okul önlerinde bir an olsun gözümüzü kırpmak mümkün oldu. Ama neticede tüm hayatlar değişti, hayata bakış açısı da değişti. Mesela devlet 17 yıllık ömrümü sınayacağı için biz şehir değiştirmek durumunda kaldık. Bir yıl boyunca annem hiç yaşamak istemediği İstanbul’da benimle kalmak durumunda kaldı, babam ise sabah Gölcük, akşam İstanbul arası yol tepti. Yani bizim için hayat tümden değişti. Rayına oturması için çok zaman geçmesi gerekti. Ama hep bir yanımız yaprak döktü. Eski düzenimiz hiç geri gelmedi zaten. Semtin demografik yapısı değişti yavaş yavaş. Tanıdık yüz sayısı azaldı. Merkez yukarı kaydı. Değişim kaçınılmazdı.

Sporda ise koca bir şehrin takımı eriyip gitti. Şampiyonluk kovalayan Kocaelispor, adım adım battı. Önce haklı olarak futbolcular kalmak istemedi, sonra zaten tıkır tıkır işlemeyen ödeme sistemi tamamen çöktü. Sonra borçlanma, cezalar, lig düşmeler derken, taraftarı kaldı kulüp ise taraftarına tutundu.

Ülke için ise bir kırılım yaratacağını umduk bu depremin. Deprem sonuçta yeniden hayatımıza girmişti. Deprem vergileri toplanmaya başlandı. Sandık ki bir daha deprem olduğunda devlet daha hızlı ve daha etkin müdahale edebilecekti. Bakalım deprem için verdiğimiz vergiler işe yarayacak mı? Elazığ’da ve diğer şehirlerde depremden etkilenenler için süreç daha yumuşak geçirilebilecek mi? Çünkü Elazığ’daki kardeşlerimizin benim kadar şansı yok. Çünkü ben 17 derecede dışarıda kaldım, onlar -17 derecede. Zorluklarına zorluk eklendi. O sebeple çok hızlı hareket etmek gerekiyor. Devlet kendine düşeni ivedikle yapmalı.

Harcama limiti, marcama limiti demeden spor kulüplerinin hepsi devreye girmeli. İkiyse iki, üçse üç hafta, depremden hasar gören kardeşlerimiz sıcak bir mekanda kalana kadar, sıcak iki kap yemek yiyebilene kadar maç hasılatlarını depremzedelere harcamalı. Zaten spor ne için var? Toplum yararı için değil mi?

Biliyoruz ki bu topraklar doğaya ve insana uygun şartlarda yaşamaya imkan vermiyor. En azından dara düştüğümüzde olabilecek en büyük yardımı yapalım bari. Parasını pulunu geçin bunca insanın önce hayati gerekliliklerinin sağlanması sonra da psikolojisinin düzeltilmesi elzem. Çünkü biliyorum ki bundan 20 sene sonra bile, arkadaşını son kez gördüğünü bilemeden aldığı o tek bileti saklayarak yaşamaya devam edecek onlarca insan, hayatları normale dönsün diye bekliyor.


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’