YAZARLAR

El Kayyum olarak devlet

Kayyım operasyonları, “terör” bahanesiyle yurttaşların seçme ve seçilme hakkının imhasını hedefliyor. Bu yol yurttaşlığın ilgasına giden yoldur. Bütün yerel yönetimler yeni Türkiye’de içişleri bakanlığının basit bir fonksiyonuna indirgenecek, süreç kabul gördüğünde. Kayyım kelimesi yerine “kayyum” kelimesinin tercih edilmesi de sürece hakim olan büyük arzuyu faş ediyor.

Kayyım. Bir hukuk terimiydi. Özellikle de medeni hukuk (TMK m 403) sahasında ve onun dalları sayılacak borçlar hukuku ile ticaret hukukunda özgül bir yeri var: Malların yönetimi, alacakların yönetimi, borçların yönetimi vs için… Ceza mevzuatında da yeri var elbette, (TCK madde 133) bir suçun bir şirket faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, durum aydınlatılana kadar şirkete kayyım atanabilir. Türk hukukunda “kayyım” yerleşik bir terimdi. Başında duran, bakan, gözeten, nezaret eden filan demek.

Sonra “kayyum” çıktı. Kayyum. Bazı sözlüklerde “kayyım”ın “galat” hali olarak verilse de çoğunda teolojik bir terim olarak gösteriliyor. Ayetel Kürsi’den bilen bilir. Allah’ın sıfatlarından. Esma ül hüsna. El Kayyum, gökleri ve yeri, canlı cansız bütün varlıkları ayakta tutan. Kayyum, “kayyım” yerine kullanılır oldu. Bir sebebi var.

SAHİPSİZ MALIN SAHİPLERİ

Hukuki kayyım teriminde, üstüne kayyım atanan mal bir sebeple “sahipsiz” kalmıştır veya yerine kayyım atanan kişi (hukuki veya fiili) bir nedenle bazı yetilerini ya da yetkilerini hukuki ya da fiili bir sebeple geçici olarak yitirmiştir, kısmen ve süreli olarak kısıtlanmıştır yani. Ceza hukukundaki kayyımda da durum ikincidekine yakındır. Her durumda kayyım, veli ya da vasiden farklı olarak bir malı ya da bir işi bir süreliğine ve kesin tanımlı sınırlar içinde yönetecektir. Mal ya da hizmet sahipsiz kalmıştır veya sahibi hizmeti görecek bir özelliğini kaybetmiştir ya da bir süre bu hizmeti yapmaması kamu için iyidir.

Hükümet, BDP-HDP hattında seçilen belediye başkanlarını görevden alıp yerine “kayyum” adıyla atamalar yaparak başladı bu işe. Neden? Neden yok da açıklanmış gerekçe var, bahane yani: Terörle bağları var. Bir kişinin terörle bağları varsa ceza mevzuatı çerçevesinde bu bağ kanıtlanır, görevden nasıl alınacağı yerine kimin nasıl geleceği yine kanunlarda var. Ama kanunlar işi uzatıyor, çabuk olmak lazım. İşte “kayyum” bu çabukluğun getirdiği icat. “Terör” bir ceza hukuku kavramı değil bir yönetsel metafor olarak hükümetin bu yeni icadının da bahanesi oldu böylece. Yerine kayyım atanan bazı başkanlar tutuklandı, bazıları tutuklanmadı, çoğu ceza da almadı. Öyle ki örneğin Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, alındığı göreve 31 Mart itibarıyla yeniden seçildi. Sonuç? Yeniden görevden alınarak yerine kayyım konuldu. Diyarbakır’ın eski belediye başkanı Gültan Kışanak’ın ardından 31 Mart’ta, üstelik Kışanak yerine atanan “kayyum”a karşı ve çok daha büyük bir farkıyla seçilen Selçuk Mızraklı’nın yerine de kayyım atandı. Eski kayyım, Mızraklı karşısında AK Parti adayı olarak çıktı, yani iktidara göre o kadar başarılıydı ki Mızraklı’yı yenebilirdi. Sonuç? Mızraklı, önceki dönemden fazla puan fazla oy alarak seçildi. Kışanak’a karşı değil, “kayyum”a karşı aldı elbet o fazla oyları. Yani “seçmen”, “kayyum”un başarılarını hiç görmemişti. Nasıl görsün, gizliydi başarıları. Mesela kayyımın en büyük başarısını seçimden sonra Selçuk Mızraklı kamuoyuna duyurdu: Başkanın makam odasına altı kişilik duşakabin yaptırmıştı. Büyük hizmet, büyük hizmet, büyük yatırım. Nankör seçmen ne anlar? Kayyımın temizlenme ihtiyacı vardı yani, hem de çok, sadece bunu seçmene anlatamamıştı. E koca Diyarbakır’ı duşakabine davet edecek zaman verilmedi ki zaten mazlum “kayyum”a.

TERÖR METAFORU İŞBAŞINDA

Kayyım atamaları sürüyor. Şimdiden 24 oldu, daha da olacak. 31 Mart seçiminden önce toplam 95’e ulaşmıştı.

Şimdi biraz duralım, Belediye Başkanları’nın “terörle bağlantılı” olduğunu kabul ederek devam edelim. Prosedür belli: Bunu kabul ettiğimize göre görevden uzaklaştırılmaları ve yargılanmaları doğal. Öyle olunca yerine kim bakacak? Belediye Meclisi’nde seçilerek gelecek kişi. Ama Meclis, aynı “siyasi gelenek”ten birini seçecek, çünkü çoğunluk elinde. Bu çoğunluğu nasıl alıyor? Seçmenin çoğunluğunun oyuyla. Elimizde iki seçim var. Önceki seçimde 95 kişi bu yöntemle alınmış. Seçmen, hemen hemen hepsinin yerine aynı partiden isimleri seçmiş. Başkan terörle bağlantılı. Belediye Meclis üyeleri terörle bağlantılı. Onları seçen seçmen? Burada da iki ihtimal var: Ya o seçmeni seçmen ehliyetine sahip olmayan, cahil, boş, geri, hatalı kişiler sayacağız, yani temyiz kudretlerine inanmayacağız ya da aynı seçmenin “terörle bağlantılı” olduğuna karar vereceğiz. Görünüşe göre hükümet iki kararı birden veriyor aslında: Seçmen ne derse desin seçilenleri görevden aldığına göre iktidar, hem seçmenin temyiz kudretini kabul etmiyor hem de seçmeni suçla bağlantılı görüyor. “Terör” suçuyla. Böyle yaygın bir suç olabilir mi? Elbette olmaz. Burada olan sadece “terör” teriminin neyin metaforu olduğunun ortaya çıkması: “Kürt” metaforudur terör. “Kürt olduğu için aldık” denilemediğinden, “terör olduğu için aldık” deniliyor.

YEREL YÖNETİMİN EN İYİSİ MERKEZİ OLANDIR

Burada bir nokta daha var: iktidar, inşaatını sürdürdüğü yeni rejimde yerel yönetimler için bir tasarıma sahip. Söz konusu tasarım hem mevzuattaki kimi değişikliklerde hem de başta kayyım olmak üzere belediyelerdeki tasarruflarda kendisini gösteriyor.

Tasarımın özü şu: Yerel yönetimler, merkezden doğrudan yönetilecek. Seçilmiş başkanlar merkezdeki kuklacının ya da karagözcünün oynattığı oyunun dışına çıkarsa görevden alınacak. Seçimden önce iktidar partisi başkanlarının istifaya zorlanması bunun önemli bir alametiydi. Belediye Başkanlıklarının dijital altyapı ve arşiv işlerinin içişleri bakanlığında birleştirilmesi, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları’nın (YİKOB) yerel yönetimleri neredeyse devre dışı bırakacak biçimde yetkilendirilmesi, kayyım-istifaya zorlama işlemleriyle beraber düşünüldüğünde, yeni yönetiminin “yerel yönetim” diye bir kategoriyi tanımak istemediğini, yapılanların sadece Kürt seçilmişleri ve seçmenleri cezalandırma değil, yeni rejimin inşasının bir parçası olduğu rahatlıkla söylenebilir.

KAYYIMDAN KAYYUMA

AB Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nın ihlalinden bahsetmek sadece basit bir sonuçtan bahsetmek olur, yapılan şey “yerel yönetim”in de merkezileşmesidir. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu yönetimindeki belediyenin kimi yetkilerini alma arzusu da aynı sürecin bir parçası. İnşa parça parça sürüyor: Kürt laboratuvarında denenen usuller başarıları oranında diğer yerlerde de uygulanacak.

Gelelim “kayyum” kelimesinin “kayyım” yerine zuhuruna. Bu seçim, meselenin basit bir hukuki mesele değil, büyük bir güç isteyen yeni rejim inşasıyla bağlantılı olduğunun delili aslında. Yerleşik hukuk terimi yerine Allah’ın bir sıfatını geçirmek, dini siyasal sermaye yapmanın bir görünüm biçiminden ibaret.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneten ve dindarlığını siyasal sermaye olarak işleyen heyet, kendisinden önce ve kendi döneminde çıkan kanun metinlerinde düzenli biçimde kullanılan “kayyım” ile “galatı meşhur” bile değil de “galatı fahiş” olduğu belirtilen teolojik “kayyum” terimi arasındaki farkı biliyordur elbette. Bu bilmeye rağmen tercih ettiği kelimenin “kayyım” değil de “kayyum” olması, iktidarın doğasının “hukuk” ve “içtihat” olmaktan çok kendinden menkul bir ilahiyat olmasıyla bağlantılı anlaşılan.

En özetle, bir hukuk terimi ile bir ilahiyat teriminin içeriklerinin yeni bir siyasal terimde birleştirilmesi, ne hukuk lügati cehaletiyle ne de teolojik bilgi sıkıntısıyla ilgisi var. Bir eksiklikten, bir boşluktan kaynaklanmıyor bu seçim, özel bir tercihten kaynaklanıyor. Bu bakımdan “kayyum” kelimesi, kayyım atama işlemini “dinsel” bir sahaya göndermesiyle tercih edilmiş gibi duruyor; tabii bir de göndermenin yapıldığı kudretin yeni rejime de atfedilmesiyle: Devlet, bu iktidara göre, tıpkı Allah gibi, “şerik kabul etmez.” Bu iktidarın “medeniyetimiz” dediği devlet geleneğinde eskiden devletle özdeş kabul edilen padişahtan büyük Allah vardı; medeniyet yerinde saymak olmadığından ve padişahlık da laik kafirlerce kaldırılmış olduğundan ortam kısa devre için müsait hale geldi: Artık ilahi sıfatları üstünde taşıyan, üstünde taşımak ne bir de görevlendirme yapabilen devlet var. El Kayyum olarak devlet.

Bu devlet, bir şahısta cisimleştirilmek isteniyor: Halkın organik lideri olarak cumhurbaşkanı. Bütün bu prosedür, sadece kanunlara aykırı bir işlem serisi olmaktan çok öteye gidiyor: Milyonlarca seçmenin iradesi, İçişleri Bakanlığı’nın basit bir tasarrufundan çok daha önemsiz bir hale getiriliyor. O bakanın kâh Kürt belediye başkanlarına kâh İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na aklına eseni söylemesi boşuna değil yani.

Seçme ve seçilme ehliyeti bile olmayan insanlar ülkesine hoş geldiniz tabelaları çok uzakta değil.

Notlar:

1-

Kayyım-kayyum tartışması dil bilgisi açısından aslında bir tartışma bile değildi. Terimdeki karışıklık, ne etimolojik sorunlardan ne de teolojik sorunlardan kaynaklanıyor. Yeni iktidarın ruh halinden kaynaklanıyor: Her durumda gücünü en üst düzeyde gösterme çabası, Alah’ın sıfatlarından birini basit ve seçmenin elinin tersiyle ittiği bir memur için kullanmaya azmetmiş bir ruh hali.

Tartışmaya dair bazı yazılar:

Kayyım, Tanıl Bora.

https://www.birikimdergisi.com/haftalik/7935/kayyim#.XdBK2y3BLow

Kayyım, Mehmet Said Aydın

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/08/20/kayyim/

Tanıl Bora’nın yazısında terimin kamu hukukunu ilgilendiren boyutu, yani ceza hukukundaki yeri eksikse de Tanıl Bora, teknik hukuki bir kurumun siyasallaşmasına dikkat çeken ilk isim oldu. Cezadaki varlığıyla bir kamu hukuku terimidir kayyım fakat giderek hem bir yönetim hukuku hem de siyasal terim haline ulaşma süreci bu “siyasallaşma” ile başlar. Böylece terim aşama aşama hukuktaki kullanım maksadının tam tersine dönüşerek bir “anti hukuk” terimi halini alır: Geçiciyken kalıcılaşır, sınırlıyken genelleşir, mülkiyet ve bazı medeni hakları koruma amacıyla düzenlenmişken, seçme-seçilme ve siyasal katılım haklarını sistematik ihlal kaldıracına dönüşür.

2-

Ruşen Keleş ve Can Giray Özgül, “Belediye Organlarına “Kayyım” Atamaları Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı ortak makalelerinde özel hukuk ve kamu hukuku alanında yer alan “kayyım” teriminin, “yönetim hukuku” alanında kullanılmasının isabetsizliğini dilleri döndüğünce anlatıyorlar. İki yazar hem işlemin hukuki olmadığını hem de seçilen terimin uygun olmadığını vurguluyorlar, en özetle. Fakat bu makale, HDP ve BDP’yi eleştirme gayreti, kayyım atama işlemlerinde “hukukilik” olmasa da haklılık payı bulunabileceği imasını kuvvetle yapma gayretiyle bir saf hukuk çalışması olmaktan çıkıp yazarların kendilerini hukuksuzluk tehdidinden koruma gayretiyle sakatlanır. Hukukun “anti hukuk”a dönüşümüne, hukuku en çok sayan ve dikkate alan kalemlerin katkısı da böylelikle sağlanmış olur.

3-

Atamalar kaymakam ya da valilerden yapıldı. “Kaymakam” etimolojik olarak “kayyım” ile akraba aslında. Vali de velayet makamı olması hasebiyle kavramsal bir akrabalık içinde. Fakat bu iki kurum, seçilmemiş de atanmış kişilerin işgal ettiği makamlar olarak “demokrasi” anlayışına aykırı kurumlar. Yerel yönetim mantığının güçlenmesi, bu kurumlardaki kişilerin de ya seçimle gelmesi ya da yetkilerinin daha kısıtlı olmasını gerektirirken, mevcut yetkilerine bir de belediye başkanlığı yetkilerinin eklenmesi, bu iki kurumun-makamın yeni devletin inşasında önemli istasyonlar olarak görüldüğünü ortaya koyar.

4-

Kayyım atanan belediyelerde HDP'nin oy oranları:

Diyarbakır: %62,93

Van: %53,83

Mardin: %56,24

Hakkari: %59,97

Yüksekova: %66,18

Kulp:%49,97

Kayapınar: %66,35

Bismil: %71,43

Kocaköy:%61,67

Karayazı: %61,83

Nusaybin:%77,42

Erciş: %49,71

Cizre: %76,99

Saray: %61,38

Kızıltepe: %70,45

Derik % 69,34

Suruç % 59,36

Savur %48,02

Mazıdağı %56,40

Akpazar % 35,90

İdil % 73,84

Yenişehir %62,32

Hazro %52,61

Ipekyolu %54,47