YAZARLAR

Kayyım

Bütün bu malumatın sonunda şunlara ulaşıyoruz: Esasen “kayyım” olan kelime zamanla halk dilinde “kayyum”a dönüşüyor ama o dönüştüğü kelimenin manası çok geniş ve büyük bir kelimeye tosluyor. Ama gene de bu iki kelime aynı kökten geliyor ve o kök gidip “kıyamet” kelimesiyle akraba çıkıyor. 

Kubbealtı Sözlüğü, kelimenin “kayyim/kayyum” şeklini tercih etmiş. Arapça “kiyam” kökünden geliyor, “icra etmek, yürütmek, işini görmek”ten. Aslı “kayyim”dir diyor Kubbealtı velakin Türkçede yanlış telaffuzuyla, “kayyum” şekliyle kullanılmıştır diye ekliyor. Birinci manasını şu şekilde veriyor [özgün imla]: “Câmilerde temizlik, eşyâyı korumak, eskiden kandilleri yakmak vb. işler yapan câmi hademesi”. Bir de Yahya Kemal örneği var: “Kayyum efendi dedi ki: ‘Câmi kurtuldu, yalnız hasırları eksik.’ Bu noksanın telâfî edileceğini söyledim.”

İkinci manası “hukuk” tabiri notuyla açıklanıyor: “Belli bir malın, bilhassa bir vakfın yönetilmesi, belli bir işin görülmesi için tâyin edilen kimse.” Buraya da iki örnek verilmiş, biri şair Sâbit’ten, ötekisi Ali H. Berki’den. “Miknese düşmez elinden dâim / Süpürür vakf-ı şerîfi kayyim” (Sâbit). “Kayyim: Vakfın malını görüp gözetmek ve hıfzetmek üzere tâyin olunan kimsedir. Mütevellîye de kayyim denirdi” (Ali H. Berki). 

Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ına bakıyoruz. “Kayyım” maddesinde kökü “kıyâm”a dayandırıyor ve iki başlıkta açıklıyor Devellioğlu [özgün imla]: “1. câmi hademesi, kayyum. 2. mütevelli.” Burada büyük harfli bir “Kayyûm” devreye giriyor. Devellioğlu’na göre gene “kıyâm” kökünden başka bir manası var bu yeni kelimenin: “(aslî sıfatlardan kıyâm binefsihi sıfatı dolayısıyla) Allah [bâki ve kaim olan, ezelî mânâsındadır].” diyor yazarımız.

Kâmûs-ı Türkî’ye, modern sözlükçülüğün atalarından Şemseddin Sami’ye bakıyoruz. O da kelimenin kökünün “kıyâm” olduğunu belirtiyor ve “kayyim” maddesine alıyor kelimeyi. Manayı vermeden evvel de bir “galat-ı fâhiş” (büyük yanlış, aşırı bozuk) tespiti yapıyor: “[galat-ı fâhiş olarak zebân-zedi: kayyûm] câmi‘-i şerif hizmetçisi”. Devellioğlu’ndan gördüğümüz “kayyûm”u burada da görüyoruz: “Zâtıyla kâim, ezelden ebede kadar kâim ve mevcut olan Hakk celle ve alâ hazretleri. [‘kayyim’ yerine ‘kayyûm’ telaffuzu-ı âmiyânesi galat-ı fâhiştir]”.

Türk Dil Kurumu sözlüğü, kelimeyi yanlış telaffuzunun yerleşikliğiyle madde başı yapıyor. “Kayyum” madde başının açıklamasında, kök olarak “kayyim” gösterilmiş TDK’da. İki mana veriliyor: “1. isim, eskimiş Cami hademesi. 2. isim, eskimiş, hukuk Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse.” Burada, Kubbealtı’nda olduğu gibi bir örnek yok.

Türkçenin mevcut en teferruatlı etimoloji sözlüğüne, Nişanyan’ın online sözlüğüne başvuruyoruz. O, madde başını “kayyım” olarak işaretliyor. Nişanyan da kökenin “kayyim” olduğunu söylüyor. “Duran, dikilen” manasını veriyor. Bir de “kamet” kelimesine gönderiyor; kamet hem boy, endam manasına geliyor, hem de namaz için ayakta durma manasına. Nişanyan, “kayyım” kelimesini ilk olarak 1530’a tarihlemiş, ardından Meninski’de ve Ahmed Vefik Paşa’da da geçtiğini örneklerle göstermiş. Nişanyan’ın madde sonuna koyduğu not, birkaç sözlüktür süregelen karışıklığı da özetliyor: “‘Allah'ın sıfatlarından biri’ olan kayyum, aynı kökten gelmekle birlikte ayrı sözcüktür.”

İsmail Parlatır’ın Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’nde başka bir iz süreceğiz. Burada da “kayyûm” madde başı olarak, daha önceki gibi “Ebedî ve ezelî olan Allah” şeklinde açıklanıyor. Parlatır, Tazarru-nâme’den örnek de veriyor. “Kayyım” madde başı var, “kıyam” kökünü açıklıyor, gene “cami hizmetçisi” ve “mütevelli” şeklinde iki mana veriyor. Velakin “galat-ı fâhiş” ile “kayyum”a dönüşmüş “kayyım” kelimesi için bizi “kıyam” maddesine de gönderiyor. Gidelim: “Kıyam” madde başına yedi mana açıklaması yapmış Parlatır. Sırasıyla alıntılıyorum. “1. Kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma. 2. Birine hürmet ve riayet maksadıyla ayağa kalkma. 3. Namazın ayakta kılınan kısmı. 4. Genellikle namaz, ibadet. 5. Bir işe kalkışma, teşebbüs. 6. Karşı durma, ayaklanma. 7. Haşr.” İyi bildiğimiz, gündelik hayatta sık kullandığımız yakın akrabası var bu kelimenin: Kıyamet. Kıyamette, öteki dünyada bütün ruhların “kalkıp dirilmesi” manasından ötürü akraba “kıyam” ile “kıyamet”.

Bütün bu malumatın sonunda şunlara ulaşıyoruz: Esasen “kayyım” olan kelime zamanla halk dilinde “kayyum”a dönüşüyor ama o dönüştüğü kelimenin manası çok geniş ve büyük bir kelimeye tosluyor. Ama gene de bu iki kelime aynı kökten geliyor ve o kök gidip “kıyamet” kelimesiyle akraba çıkıyor. 

“Kayyım” atanmış şehirlerden biri benim içinde doğduğum, büyüdüğüm, halen de ailemin, akrabalarımın, ahbaplarımın, dostlarımın yaşadığı şehir olan Mardin. Atanan kayyım beyefendiyi de birkaç defa görmüşlüğüm, birinde manasızlıklardan manasızlık beğendiğimiz diyaloğa girmişliğim var. Bilhassa ona ama öteki ikisine (ve belli ki bundan sonra geleceklere de) naçizane sorum şudur: Bu manalardan hangisine talipsiniz?

Saygılarımı arz eder, sözlüklerime geri dönerim. Ne demiş çok “sevdiğiniz” Cemil Meriç? “Kamus namustur”. 


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.