YAZARLAR

Kapitalizmin 'yeni normali'nde siyaset

“Yeni normal”, bana göre siyasal insanın ve kurulu siyaset sistematiğinin çözülüşünü anlatıyor. Güncel kapitalizm, artık düzenin devamı için yurttaşa, siyasal insana ihtiyaç duymuyor. Egemen siyaset yordamıyla toplumsal ve kişisel yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olamayacağını deneyerek öğrenen, siyaseti kirli bir çıkar sağlama uğraşı gören birey siyasete yabancılaşıyor.

“Yeni normal” sözcüğüne, bu kadar çok ve sık başvurmaları ortada işleyen istikrarlı bir düzen kalmadığının farkında olduklarını gösteriyor. “Hiçbir şey eskisi gibi değil, ama düzen kendini yeni koşullara uyarlayarak yola devam ediyor, başka seçenek de yok zaten” demiş oluyorlar.

Bir önceki yazımda kapitalizmin tarihsel, teorik sınırlarının belirginleştiği koşullarda siyaset paradigmasının da dönüştüğünü, dünyayı değiştirmek için bu kaotik, tehlike ve olanaklarla dolu durumun kavranması, yeniden yorumlanması gerektiğini belirtmiştim.

Bu yazıda bu engin konuya, en önemli olduğunu düşündüğüm satırbaşlarıyla giriş yapmayı deneyeceğim. Başlarken iki not düşmek istiyorum. Birincisi, “paradigma dönüşümü”nü olup bitmiş, sabitlenmiş bir durum olarak değil, “eski”nin kendini yeniden üretemediği uğraktaki bir yeniden oluşum/arayış süreci olarak anlıyorum. İkincisi, “Küresel Kuzey” ile “Küresel Güney” arasındaki muazzam ekonomik, toplumsal, kültürel eşitsizlikleri asla yok saymıyor ama dönem çözümlemesini, gelişmiş olan gelişecek olanın suretini verdiği için dünya kapitalist sisteminin geleceğini en iyi resmeden en “gelişmiş” model üzerinden yapmayı yeğliyorum.

SİYASAL İNSANIN SONU MU?

“Yeni normal”, bana göre siyasal insanın (homo politicus, yurttaş) ve kurulu siyaset sistematiğinin çözülüşünü anlatıyor. Güncel kapitalizm, artık düzenin devamı için yurttaşa, siyasal insana ihtiyaç duymuyor. Egemen siyaset yordamıyla toplumsal ve kişisel yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olamayacağını deneyerek öğrenen, siyaseti kirli bir çıkar sağlama uğraşı gören birey siyasete yabancılaşıyor. Aktif kitle katılımından ve donanımlı, nitelikli insan öğesinden yoksunlaşan siyaset gerçek yaşamda ve toplumsal bilinçte değersizleşiyor.

Nedenlerini anlamak ve açıklamak için soruna tarih, sınıf ve sınır bilinciyle yaklaşmak gerekiyor.

Sermaye birikim model ve rejimlerindeki geçişler; üretim, mübadele, enformasyon, iletişim alan ve araçlarındaki sıçramalı gelişmeler; bunların emek süreçlerinde, sınıfların karşılıklı yer alımlarında, sermaye-devlet-toplum ilişkilerinde ve nihayet “insan”ın toplumsal-biyolojik-kültürel varlığında yarattığı başkalaşımlar çerçeveyi çiziyor.

SERMAYE BİRİKİM GEÇİŞ UĞRAKLARI

Sermaye birikim model ve uygulamalarındaki değişikler, kâr oranındaki düşüş eğiliminin zorunlu kıldığı ekonomi politik kaçış ya da geçişlerdir. Kabaca 1945’den 1970 sonlarına kadar kapitalizmin anayurtlarında egemen olan “Fordist” birikim modeli üretkenlik artışını, kitlesel alım gücündeki artışa bağlayan, dolayısıyla ülke iç pazarına, yüksek istihdama, düşük enflasyona dayanan, bu özellikleriyle de refah devletinin sınıfsal koşulunu hazırlayan bir birikim rejimiydi. 30-35 yıl gibi bir sürede tıkandı. Emeğin satın alma gücüyle kâr oranını birlikte artırmanın olanaksız olduğu ortaya çıktı. Fordizm sonrasının “esnek üretim”e dayalı “neoliberal” sermaye birikim modeli döneminde, yani kabaca son 50 yılda ise geleneksel düzen siyasetinin tüm eksen ve düzenekleri mutasyona uğradı. Kurulu düzen siyasetinin yapıtaşı olan siyasal partiler, sendikalar, kitle ve baskı örgütleri; grev, genel grev gibi kitlesel eylem ve mücadele biçimleri sürümden düştü. Fordizmin Türkiye ve benzeri ülkelerdeki izdüşümü “ithal ikameci sanayileşme”ydi. 1960-1980 arasındaki emekçi karakterli sol/sosyalist hareket bu zeminde yükseldi.  

Sistemin sorunu, günümüzde birikim rejimi değişikliğiyle aşılacak yalınlıkta değil. Artık, yalnız bizim gibi Marksist bir bakışla kapitalist üretim tarzının teorik, tarihsel ve pratik sınırlarına işaret edenler değil, bizatihi düzen ideologları kapitalizmin geleceğini, daha doğrusu bir geleceği olup olmadığını tartışıyorlar. Kapitalizmin bittiğini, daha şimdiden başka bir şeye dönüştüğünü iddia edenler var. Kimileri de yeni Keynesçi, sosyal demokrat reformları çözüm yolu olarak öne sürüyorlar. Bunlara sonraki yazılarda döneceğim.

SERMAYE-DEVLET İLİŞKİLERİNDE DÖNÜŞÜM

Satırbaşlarıyla özetleyelim. 

Bir: Sermayenin varlık nedeni kâr; devletinki ise toplumu düzen ve iktidar içinde tutmaktır. Devlet bu temel işlevini yalnız egemen sınıfın şiddet ve zor aracı olarak değil, bunlarla birlikte ideolojik-kültürel hegemonyayla yerine getiriyor. Günümüzde devletin baskı ve zor gücünde hiçbir azalma yok; tersine artıyor. Rıza ve onay üretme yeteneği ise zayıflıyor.  Süreç, devletlerin kamu hizmeti, güvenlik, vergi, kambiyo belirleme gibi geleneksel işlev ve sorumluluklarının özelleştirilmesi yönünde ilerliyor. Ekonomik etkinlik alanlarından çekildikleri, sermayeden daha az vergi, daha çok borç aldıkları için devlet gelirleri düşüyor; ekonomik yatırım, yaptırım güçleri, kamu hizmeti sunma kapasiteleri geriliyor. Sonuç olarak kapasitesi zayıflayan devlet, geleneksel toplumsal görevlerini yerine getiremez, toplumsal talepleri karşılayamaz hale geliyor. Devlet erki merkezli bir etkinlik olan siyasetin alanı daralıyor. 

İki: Günümüzde sermayenin hareketi ulus/ülke sınırlarını aşıyor. Küresel sermaye-ulus devletler ilişkisi artık sorunlu bir ilişkidir. Sisteme fazla gelen kimi “başarısız” devletler parçalanıp çökertilirken, küresel finans ve bilişim sermayesinin ülke ekonomi ve siyasetlerini belirleme gücü, mevcut devlet kurumları aleyhine büyüyor. Devleti ele geçirip aşan sermaye, devlet-sermaye ilişkisinin belirleyeni düzeyine yükseliyor. Tek tek ülkelerdeki ekonomi ve finans programlarını, “yönetişim” ilkelerini başta merkez bankaları, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumlar belirliyor. “Merkez bankalarının bağımsızlığı” klişesi, ekonomiyle siyasetin ayrılığı yanılsamasını küresel çapta yeniden üreterek gerçek erk merkezini görünmez kılıyor.

Üç: Ulus ya da ülke burjuva toplumunda tüm sınıfların içinde hareket ve mücadele ettiği, herkesin kendisini oraya “ait” hissettiği siyasal/kültürel çerçeveyi, bütünlüğü oluşturuyordu. Günümüz kapitalist toplumlarında ulus ya da ülkenin siyasal birim olma özelliği henüz aşılmamış, ancak önemli ölçüde aşınmıştır. Bu aşınmanın yukarıda işaret ettiklerimiz dışında siyaset açısından çok önemli bir sonucu daha var: Küresel kapitalistler artık kendilerinin ve ailelerinin geleceğini servetlerini edindikleri toprakların ve toplumların yazgısına bağlı görmüyorlar. Yurdun ve yurttaşlığın gerçeklikte ve bilinçlerde geriye düşmesi tüm sınıf ve katmanları, özellikle genç kuşakları geleceklerini yurt dışında aramaya itiyor. Emekçiler içinde de belli ölçülerde etkili milliyetçi eğilimler aynı çizgide bu duruma tepki olarak gelişiyor. Bu son konunun burada giremeyeceğimiz çeşitli boyutları var.

Dört : Devlet siyasetlerinin seçilmiş temsilciler tarafından değil, devlet görevlileri/bürokratları tarafından belirlenip, sanki halkın kendisi belirliyormuş gibi sunulması kapitalizmin yönetme ilkelerinden biridir. Günümüzde bu işlevler devlet bürokratlarından bilişim tekellerinin teknokratlarına, giderek bu firmaların kontrolündeki Yapay Zeka yazılımlarına geçiyor. İki durumda da, toplum ve devletle ilgili temel kararlar “seçilmiş” organların dışında verilmiş oluyor.

Yalnızca karşıtlık, karşıt olanı verili zeminin ve eksenin dışına çıkarmıyor. Dolayısıyla, sıraladığımız gelişmeler, toplumsal muhalefeti, komünist siyaseti de etkiliyor.

Tabloyu genel görünümüyle de olsa tamamlamak için bilişim çağı kapitalizminin tüm bu süreçlere getirdiği yeni ve sarsıcı değişikliklere bakmamız gerekiyor.

BİLİŞİM OLİGARŞİSİ

Finans, bilişim ve sanayi sermayeleri arasındaki kaynaşma ve yeniden yapılanmayı ampirik verileriyle ortaya çıkarmak günümüzün en ivedi kolektif devrimci görevlerinden biridir. Bilişim sermayesindeki yükselişi ve yol açtığı sonuçları eğilimler olarak ayırt etmek için ise bu kaynaşma ve konfigürasyonun tam bilgisine sahip olmamız gerekmiyor.

Bu kayıtla bugünkü durumu şöyle formüle edebiliriz:  Bilgi ve enformasyon, “Büyük Veri”, “Büyük Dil Modeli” (Large Language Model, LLM) , Kuantum Bilgisayarlar (Quantum Computing) ve binlerce Yapay Zeka (YZ) uygulamasıyla birlikte çağımızın en önemli üretici gücü, en önemli üretim aracı haline gelmiştir. Erk, bunları kontrol edenlerin ellerinde yoğunlaşıyor.

Günümüz dünyasında bilişimin efendileri Amerikan ve Çin oligopolleridir. Bunların ABD’deki en büyükleri, kendi adlandırmalarıyla “muhteşem yedili” şu şirketlerden oluşuyor: Alphabet (Google), Apple, Amazon, Meta (Facebook), Microsoft, Nvidia ve Tesla. Bu alanda faaliyet gösteren 14 büyük Çin şirketi var. En büyük 4’ü olan Baidu, Tencent, Alibaba, SenseTime ABD oligopolleriyle rekabet edecek güçteler.  

Bilgiye hükmeden sermayeye de, devlete de hükmediyor: Oligarşik kapitalizm!

Oligopolleri, kapitalist üretim biçimi çerçevesinde mümkün olmayan küresel örgütlenme/planlama gereksiniminin, sistem içinden ve tersinden karşılanması olarak okumak gerekiyor.  

Bu sürecin mantıksal sonucu, devletin geleneksel işlev ve sorumluluklarının giderek daha çoğunun finans-bilişim oligopollerine geçmesidir. Tam da böyle oluyor. Yalnızca iki örnek vereceğim. Elon Musk’ın uzay “alçak yörünge”sindeki uydu takımadaları, tüm internet iletişimini bunlar üzerinden kuran uygulamaları, Starlink yazılımları üzerinden ve uzaydan akıllı insansız hava, kara ve deniz savaş araçlarına hükmetme olanakları ona devletsi bir güç veriyor. İkincisi, günümüzde örneğin bilimsel araştırma ve geliştirmede (AR-GE), özellikle de YZ yazılımları konusunda söz konusu oligopoller örneğin Google, özel sermaye-devlet iş birliği üzerinde kurulu ABD üniversitelerinin önüne geçiyor.

Kanımca hepsinden daha önemlisi, bu gelişmelerin aynasında kapitalizmin teorik sınırlarının billurlaşmasıdır. Kimilerinin “bulut sermaye” de dediği finans-bilişim sermayesinin cesameti doğrudan artık değer üretmesinden değil, sanayi sermayesinin ürettiği artık değere bir tür senyoraj hakkı, ya da  “bilgi rantı” mantığıyla el koymasından kaynaklanıyor. Sistemik sınır işaretlerinden biridir. Temellendirmek ve açmak için daha kapsamlı ampirik bilgi ve soyutlama gerekiyor.    

'TEK KİŞİ TEK OY'DAN 'TEK KİŞİYE TEK YÖNETİCİ'YE…

Egemenlerin, bize “yeni normal” diye sundukları yoğun devlet şiddeti, otoriter-diktatoryal yöntem ve uygulamalar, bana göre tarihsel vadesi dolmakta olan bir sistemin yönetme bunalımının dışa vurumlarıdır. Meşruluğu, ikna ederek yönetme gücü azalan azınlıklar zora daha çok başvurur. İkna güçlerinin azalması ise kendilerinin yarattığı ideolojik-kültürel ikilemden kaynaklanıyor. Özetlemeye çalışalım: Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma ve bunların üzerine gelen burjuva demokrasisi deneyimleri, insanın kul ya da uyruk olmaktan toplumsal birey olmaya doğru ilerlediği tarihsel adımlardır. Kendi aklıyla, iradesiyle düşünüp davranan bireyin hücresini oluşturduğu bir toplumu yönetmek kolay değil. Öte yandan, hep altını çizdiğimiz nedenlerle artık “kendi” burjuva demokrasilerini de taşıyamıyorlar. Aydınlanma öncesi değerlere dönüyorlar. Dinsel inançların, hurafelerin, akıl ve gerçek dışı söylencelerin, komplo teorilerinin yalnız bizde değil başta ABD birçok ülkede bu ölçüde etkili olmasında bu yönelişin önemli payı var. Sınırdan ileriye gidemedikleri için gericileşiyorlar. Bunların emekçi halk içindeki etkisi ise düzenin ideolojik etkileme, koşullama gücünün yanı sıra, günümüzde bilimin, aklın, eşitlikçi, kurtuluşçu toplumsal siyasetin dönüştürücü aktif bir özne, kolektif  örgütlü fail olarak kendini var edememesinden kaynaklanıyor.

Buradan ara başlıktaki “tek kişiye tek yönetici” den neyi kastettiğime geçebiliriz. Bu ibare değerli bir dostumun gönderdiği bir video linkini izlerken oluştu zihnimde. Google’ın eski CEO’su, şimdi ABD Yapay Zekâ Politika Belirleme Kurulu ve ABD-Çin Yapay Zekâ İlişkileri Kurulu üyesi Eric Schmidt (1955) Yapay Zeka ve Kuantum Bilişim başlıklı  videoda, yakın bir gelecekte bugünkü biçimiyle üniversite ve benzeri kurumların ortadan kalkacağını söylüyordu. Düşünen, öğrenen, öğreten gelişkin bir makine olan Genel Yapay Zeka, kişiye özel versiyonuyla interaktif bir öğreten olacaktı.

Bilimsel- teknolojik süreçleri yasaklama ya da sınırlama düşüncesi saçmadır. Başta YZ uygulamaları bu alandaki gelişmeler, evet, yaşamlarımızı kolaylaştıran, iyileştiren, yeni bir dünyayı tasarlanabilir, inşa edilebilir kılan maddi önkoşulları da hazırlıyor.

Bunlara bugün sözünü ettiğimiz oligopollerin hükmetmesi ise dehşet vericidir. Son örnek üzerinden düşünelim: Schmidt’in senaryosu bu teknolojiye hükmedenlere yalnız şeyleri, nesneleri değil, insanı, insan aklını, insan bilincini yönetme gücü veriyor. “Devletin İdeolojik Aygıtları” nın yerini oligarşik kapitalizmin kontrolündeki her kişiyi teke tek yöneten kuantumlu Yapay Zeka’nın alması, yalnızca siyasetin değil, her türlü kolektif özneleşmenin sonu olacaktır. Toplumsal bireyin bu kez yalnızlaşıp bencilleşerek parçalanmasını getirecektir.

Kolektif fail olma iradesinin, birlikte özgürleşme arayışının yerini çaresizliğin, güçsüzlüğün, gelecek kaygısının, bireysel hayatta kalma ve sahip olma güdüsünün, açgözlülüğün, hazcılığın aldığı bir toplumda yaşamak istemeyenler olarak “ne yapabiliriz?”i tartışmak da gelecek yazının konusu olsun! 

 


Haluk Yurtsever Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1973-1976 ve 1980-1992 yılları arasında İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa ve Almanya’da bulundu. 1974’de İngiltere’de TKP üyesi oldu. Bir yıl Moskova’da Lenin okulunda eğitim gördü. İlki 1990’da yayımlanan Sınıf ve Parti (Dönem Yayınevi, Ankara) olmak üzere yayımlanmış 15 kitabı var. 8 ortak kitaba katkı yaptı. Son iki kitabı, Uygarlık Dönemeci 2021’de, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk 2023’de Yordam Kitap’tan yayımlandı. Yurtsever Nisan 2024’de yine Yordam Kitap tarafından yayımlanan 15 yazarlı 100 yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de yazarları arasında bulunuyor. Tarih, felsefe ve siyaset üzerine çalışıyor, kitap ve makaleler yazıyor. İzmir’de yaşıyor.