YAZARLAR

Soylu’nun korkusu

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, birkaç gün öncesinden İstanbul’a kayyım atanıp atanmayacağını açıklayacağını ilan ettiği CNN Türk’teki Hakan Çelik’in yayınına katıldı. Büyük kartonlara yapıştırdığı resimlerle geçmiş dönemde 94 belediye başkanının görevden alındığını, bunların yargılandıklarını, bazılarının ceza aldıklarını anlattı durdu. Ne var ki bu konuşmasında bir türlü Diyarbakır, Van ve Mardin’de halkın iradesi ile yeniden seçilen HDP’li belediye başkanlarının hangi suçtan dolayı görevden alındığını açıklayamadı.

AKP 22 Temmuz 2007 genel seçimlerine "Durmak yok, yola devam" sloganıyla girmişti. Slogan, siyaset hayatına değişim vaadiyle başlayan ve daha ilk döneminde AB uyum yasaları da dahil olmak üzere birçok değişikliği yürürlüğe koymayı başaran partinin önüne çıkan engellere rağmen çizdiği yolda devam etme kararlılığını gösteriyordu. AKP’nin 2007 yılındaki seçim başarısında diğer birçok şeyin yanında bu sloganın da payı olduğunu düşünebiliriz. Nitekim 2009 yerel seçimlerinde de “durmak yok, yola devam” sloganı seçim kliplerine taşındı. O günden bugüne (en azından AKP bakımından ilk şokun yaşandığı 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar), seçim meydanlarında adeta AKP’nin garanti gözüyle baktığı seçim zaferinin bir nişanı olarak yinelendi. Cumhurbaşkanı, en son 31 Mart yerel seçimlerinin ardından Sabah gazetesi yazarı Erdal Şafak kendisine “önümüzdeki 4.5 senelik seçimsiz dönemde” neler yapmayı planladığını sorduğunda “Her şeye planladığımız gibi hızla devam ediyoruz. Durmak yok, yola devam” yanıtını vermişti. Önümüzde 4.5 yıllık bir seçimsiz dönemin olacağına bu soruyu soran da yanıtlayan da inanır mı bilemeyiz ama, sloganlaşmış bu sözcüklerin taşıdığı anlam 2007 yılından bu yana oldukça değişti. Nitekim köprünün altından çok sular akmış, başlangıçta bir değişim vaadi ile özdeşleşen sözcükler, bugün artık her şeyin olduğu gibi devam edeceğini ima eder olmuştu. 31 Mart seçimlerinin hemen ardından uçağına aldığı gazetecilerle yaptığı bu söyleşide Erdoğan, İstanbul’da seçimin iptal edilmesi gerektiğini de açıklıyordu. Yani sorunun içindeki seçimsiz dönem vaadi daha o an bir hayal olmuştu. Ancak bunun ötesinde, her iki İstanbul yenilgisinin ardından partide ve belki de Erdoğan’ın yönetim anlayışında bir değişiklik olacağı yönündeki beklentilerin de gerçekte bir karşılığının olmayacağının işaretiydi “durmak yok yola devam” sözleri.

AKP hükümetinin, güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaşmasaydı belki de Gezi Parkı ile sınırlı kalıp barışçıl bir eylem olarak sönümlenecek Gezi Direnişi’ne verdiği aşırı tepki, daha o zamandan Erdoğan’ın 2011 galibiyetinin ardından ilan ettiği “ustalık devri”nin nasıl seyredeceğini göstermişti. Ardından yaşanan her türlü kriz, muhalefetin bir araya gelmesine vesile olacak her türlü girişim, adeta bir paranoya hali içinde karşılandı ve bunların karşısında atılacak her türlü geri adımın AKP bakımından yolun sonunu getireceğinden korkuldu. Öyle ki, bir noktadan sonra OHAL’in sağladığı imkanların da katkısıyla “korkutarak yönetmek” iktidarın varlığını sürdürmesinin temel aracı haline geldi. Ta ki, korku eşiği aşılana kadar.

Kemal Kılıçdaroğlu, adalet talebiyle, Ankara’dan yola çıkıp Edirne’ye kadar olmasa bile İstanbul’a kadar yürüdüğünde, bu eşiğin ılımlı muhalefette ısrarcı CHP bakımından bile aşılabileceğine dair bir ışık yakmıştı. Arkasından 24 Haziran seçimleri öncesinde daha güçlü bir ses, demir parmaklıkların ardından yükseldi. Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş Edirne Cezaevi'nden yürüttüğü seçim kampanyasında telefondan “Korkma, bağır” diye sesleniyordu. 31 Mart’ta ve daha sonra da 24 Haziran’da bir araya gelen ve bütün marjinalleştirme girişimlerine rağmen birlikte kalmayı başaran muhalefet kadar, en yetkili ağızlardan terör yandaşı olmakla suçlanan seçmen de korku eşiğini aştığını göstermiş oldu. CHP, Saadet ve hatta İyi Parti liderleri bile Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının keyfe keder görevden alınmaları karşısında ses çıkarmaktan geri durmadılar. Ekrem İmamoğlu, pejmürde ederiz tehdidine rağmen, Diyarbakır’ı ziyaret ederek görevden alınan belediye başkanlarıyla bir araya geldi. Beş altı yıl önce attığı tweetler nedeniyle 31 Mart seçiminin ardından alelacele yargılanan ve görülmedik bir hızla geçtiğimiz Perşembe günü görülen karar duruşmasında on yıla yakın ceza alan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, duruşmanın ardından yaptığı konuşmasında korkmadığını şu sözlerle yineliyordu: “Korkutmaya çalışsalar da, inandığımız eşitlik yolundan döndürmeye çalışsalar da sarılmak için uzanan ellerimizi kollarımızı bağlamaya çalışsalar da ne sesimiz kısılır haykırmaktan ne de ruhumuz vazgeçer özgürlükten.” Kaftancıoğlu ile aynı gün, dinleme listelerinin başına yerleşen bir kolektif şarkıda genç müzisyenler “#Susamam” diye haykırıyorlardı. İklim değişmişti bir kere.

Bütün bunlar olup biterken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, birkaç gün öncesinden İstanbul’a kayyım atanıp atanmayacağını açıklayacağını ilan ettiği CNN Türk’teki Hakan Çelik’in yayınına katıldı. Büyük kartonlara yapıştırdığı resimlerle geçmiş dönemde 94 belediye başkanının görevden alındığını, bunların yargılandıklarını, bazılarının ceza aldıklarını anlattı durdu. Ne var ki bu konuşmasında bir türlü Diyarbakır, Van ve Mardin’de halkın iradesi ile yeniden seçilen HDP’li belediye başkanlarının hangi suçtan dolayı görevden alındığını açıklayamadı. Bunun yerine, “suça meyilli olan bir kişiyi niye aday gösterir?” diyerek HDP’ye çıkıştı. Bakan, yanında getirdiği destelerce resimli kartonla belediye başkanlarının suçlarının ne olduğunu açıklayamasa da suça meyilli olduklarına kanaat getirmişti. Konuşmasında, her ne kadar İstanbul’a veya Ankara’ya kayyum atanmasının söz konusu olmadığını belirtse ve bunun için terörle irtibatının ve günün moda deyimiyle iltisakının bulunması gerektiğini söylese de, aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyordu: İmamoğlu’na yönelik pejmürde ederiz tehdidine, “eğer siz kendi işinizin dışında bir taraftan orada terörden alınmış belediyelere destek olabilmek ve diğer taraftan kendi işinizin dışında dönüp birtakım meselelere girerseniz elbette ki biz bu konuda üzerimizdeki sorumlulukları yerine getiririz” sözleriyle açıklık getiriyordu. Muhalefetin adalet, özgürlük ve demokrasi arayışında ilk kez bu şekilde bir araya gelebilmesi, belli ki bugüne kadar korkutarak yönetmeye alışagelmiş iktidar ortaklarını korkutuyor, bu korku İçişleri Bakanı’nın konuşmasına böyle yansıyordu. Bunca tehdit ve yıldırmaya karşın, muhalefetin daha çok ve bir arada ses çıkarabilmesi, elbette taleplerin haklılığının yanı sıra iktidarın gittiği yolun yol olmadığını görmeme konusundaki ısrarcılığından da kaynaklanıyor. Siz hiçbir şey olmamış gibi yolunuza devam etmek istiyor olabilirsiniz, ancak yollar yürümekle aşınıyor.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.