YAZARLAR

İmamoğlu-Yıldırım 'karşılaşmasını' kimin yöneteceği önemli mi?

İstanbul’un iki belediye başkanı adayı, seçmene en iyi, en dinç, en kararlı görünebilecekleri kıyafetleri seçip, doğru makyaj, doğru ışık ve en tarafsız moderatörün karşısına çıkarak kendilerine yöneltilen soruları en iyi biçimde yanıtlamaya çalışacaklar ve halk da buna göre kararını verecek öyle mi?

Seçim kampanyalarının Amerika’daki tarihine şöyle bir göz atmak, televizyon ekranlarına çıkan iki rakip aday arasındaki siyasi karşılaşmaların iktidarı elinde tutan ve medyada da önemli bir görünürlüğü olan adaya seçim kaybettirirken kamuoyunda daha az tanınan adayın kazanmasına vesile olabileceğini gösterir bize. Seçim kampanyalarının “Amerikanlaşması” olarak da tanımlanan bu durum, özellikle seçim kampanyalarının profesyonellerce tasarlanan ve sürekli yenilenen kamuoyu anketlerinden çıkan sonuçlara göre yönlendirildiği, seçmenin parti ile bağının zayıfladığı, yurttaşların siyasetin öznesi, yapıcısı olmaktan çıktığı modern toplumlarda, medyaya seçimi kimin kazanacağı ya da kaybedeceği konusunda son derece kritik bir rol yükler. Geniş kitleler tarafından izlenen bir yayında, Kennedy’ye seçimi kazandırdığı söylenen ünlü Kennedy-Nixon karşılaşmasında olduğu gibi, adayların makyajından kravatlarının rengine, ya da kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri yanıtlardan ses tonlarına ve beden dillerine kadar pek çok unsurun seçmenin tercihini etkilediği ileri sürülür. Televizyonun iktidarın tüm olanaklarını elinde bulunduran bir adaya bile seçim kaybettirebilecek denli güçlü olduğu varsayımı üzerine kurulu “siyasetin medyatikleşmesi” tezinin ardında, seçmenlerin birbiriyle serbestçe rekabet eden iki aday arasında kendisine makul, sempatik, dinç, güçlü ya da konuya hâkim görünen arasında -rasyonel ya da duygusal sebeplerle- bir seçim yapacağı ve seçmenin bu kararında demokrasinin dördüncü gücü olan medyanın bir tür “moderasyon” rolü oynayacağı varsayımı yatar: Seçimler sahnelenen bir performanstır ve bu performansın sonucunda en iyi “oynayan” kazanır.

Ne var ki bu yaklaşımın, Amerika gibi ülkelerde dahi seçmen davranışını açıklamadaki indirgemeci perspektifinin taşıdığı sorunlar bir yana, neredeyse tümüyle iktidarın kontrolündeki ana akım medyanın iktidar yandaşları nezdinde bile bir güvenilirliğinin olmadığı, seçmenlerin önemli bir kısmının klientalizm ve yoksulları sürekli olarak yoksul tutmak üzerine kurulu sadaka sistemi ile iktidara bağlandığı Türkiye gibi bir ülkede, olası İmamoğlu-Yıldırım karşılaşmasının nasıl sonuçlanabileceği konusunda aydınlatıcı olması zor görünüyor. Üstelik, iktidar partisi sonucunu beğenmediği seçimi kolayca yeniletebiliyor, maaşa bağladığı medya mensupları ve internet trollerinin de katkılarıyla her türlü muhalefeti –içişler bakanına yönelik sade bir vatandaşça dillendirilen bir sitemi bile- terör yandaşlığıyla ilişkilendirebiliyor; seçilmemiş bir bakan seçim kampanyasının ana yürütücüsü gibi meydanlara çıkıp muhalefet mensuplarını hedef gösterebiliyorken, her geçen gün montajlanmış yeni bir iftira gerçekmiş gibi kamuoyunun önüne sürülüyor, iktidar mensupları, bakanlar ve parti sözcüleri kısa sürede açığa çıkacağını bildikleri halde bu yalanın taşıyıcısı olmaktan en ufak bir utanç duymuyorlarken, usulüne göre yapılmış bir televizyon programının sihirli bir değnek gibi Türkiye’nin kayıp demokrasisini yeniden bulmasını sağlayacağı bekleniyor. İstanbul’un iki belediye başkanı adayı, seçmene en iyi, en dinç, en kararlı görünebilecekleri kıyafetleri seçip, doğru makyaj, doğru ışık ve en tarafsız moderatörün karşısına çıkarak kendilerine yöneltilen soruları en iyi biçimde yanıtlamaya çalışacaklar ve halk da buna göre kararını verecek öyle mi?

Bu noktada, henüz programın tarihi, canlı mı banttan mı olacağı ve hangi kanalda yayınlanacağı belirlenmemişken iktidar yandaşları Binali Yıldırım’ın moderatör olarak Sözcü gazetesi yazarı, televizyoncu Uğur Dündar’ı önermesini bir politik jest, kendine duyduğu güvenin bir göstergesi olarak yorumlarken, muhalefetin işin altında bir bit yeniği, İmamoğlu’na yönelik bir kumpas araması şaşırtıcı değildi. Bir gün önce kendisine verilen bu görevden onur duyduğunu belirten Dündar’ın kendisi üzerinden “her iki adaya ve demokrasimize zarar verebilecek hazırlıklar yapıldığı” duyumuyla yayını yönetmekten vazgeçtiğini açıklaması ise, eğer yapılırsa, bu televizyon programının iki aday arasında, Amerikan başkanlık seçimlerinde gördüğümüze benzer bir “karşılaşma” olmayacağının, Türkiye koşullarında böyle bir televizyon yayınının zaten mümkün olmadığının açık bir göstergesi. Bu nedenle muhalefet bloğu bakımından İmamoğlu-Yıldırım karşılaşmasının olup olmaması ya da olursa yayını kimin yöneteceği ikincil bir mesele olmalı. Bu kısır döngüden kurtulmak için, muhalefetin, İmamoğlu’nun 31 Mart seçimlerinden bu yana seçmenle kurduğu diyalogdaki güçlü yanları daha iyi tespit edip, ısrarla kendisini görmek istemeyen, görse de aleyhine yürüttüğü karalama kampanyasına yeni bir fasıl açmak üzere kullanan televizyon ekranlarına bel bağlamak yerine, seçmenle yenilikçi bir ilişki kurmaya yönelmesi gerekiyor. Bu ilişkinin nasıl olabileceğine dair ufuk açıcı bir giriş için, dostum Ayşen Uysal’ın Başka bir Seçim Kampanyası Mümkün başlıklı yazısını buraya bırakıyorum.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.