YAZARLAR

Trump’ın barutu, Bibi’nin ateşi

İsrail Başbakanı Benyamin ‘Bibi’ Netanyahu’nun ağzıyla konuşan Trump’ın açıklamasından dakikalar sonra İsrail ordusu, Suriye’de misilleme yapma hazırlığındaki İran güçlerinde bir hareketlilik tespit ettiklerini öne sürüp Golan’daki güçlerini alarma geçirdi, sığınakları açtı, ülke genelinde füze savunma bataryalarını aktif hale getirdi ve yedek askerlere çağrı yaptı. Bu, İsrail’in İran ve Suriye’ye karşı ABD’yi işin içine çekmeye çalıştığı tehlikeli bir kışkırtma.

İran’la ABD’yi masaya oturtmak hayli çabayı gerektirdi. Nihayetinde 2015’te Avrupalıların da “Yüzyılın anlaşması” diyebildiği Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) adı verilen nükleer anlaşma imzalandı. Trump, 8 Mayıs’ta ABD adına anlaşmayı ‘şişik’ kişiliğini yansıtan o çirkin imzasıyla çöpe attı.

Anlaşmadan çekilerek evvela Amerikan dış politikasının ayağına kurşun sıktı. Anlaşma için BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve AB ile birlikte yüzlerce saat diplomasi teri atmış eski Dışişleri Bakanı John Kerry, ABD’nin göreceği zararı şöyle sıraladı:

- Karar güvenliğimizi zayıflatacak.

- ABD sözünden dönmüş olacak.

- ABD’yi Avrupalı müttefikleri nezdinde tecrit edecek.

- İsrail’i büyük risk altına sokacak.

- İran’da radikal muhafazakârları güçlendirecek.

- ABD’nin küresel ağırlığını düşürecek.

- ABD’nin gelecekte küresel anlaşmalar yapma yeteneğine zarar verecek.

Bu kaygılar, başta Demokratlar olmak üzere Trump’ı topa tutan kesimlerden yükselen eleştirilerin de özeti.

ABD’nin itibar kaybını varsın Amerikalılar dert edinsin! Bize düşen kaygı daha büyük. Çünkü sorun sadece anlaşmadan çekilip İran’a yaptırım dayatmasıyla sınırlı olsa “İran ile ABD arasında geçmişin tekerrürü” der izleme odasına geçebiliriz. Ne var ki Trump’ın adımı daha büyük bir konseptin parçası. Bu konsept (Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’in arzularına göre işlerse) bölgeyi topyekûn cehenneme sürükleyecek yolları açıyor.

İsrail Başbakanı Benyamin ‘Bibi’ Netanyahu’nun ağzıyla konuşan Trump’ın açıklamasından dakikalar sonra İsrail ordusu, Suriye’de misilleme yapma hazırlığındaki İran güçlerinde bir hareketlilik tespit ettiklerini öne sürüp Golan’daki güçlerini alarma geçirdi, sığınakları açtı, ülke genelinde füze savunma bataryalarını aktif hale getirdi ve yedek askerlere çağrı yaptı. Yine dakikalar sonra İsrail, Şam’ın güneyindeki El Kisve Üssü’nü füzelerle vurdu. Suriyelilere göre atılan beş füzeden ikisi Suriye hava savunması tarafından önlendi. Bu, İsrail’in İran ve Suriye’ye karşı ABD’yi işin içine çekmeye çalıştığı tehlikeli bir kışkırtma. İran’ın misilleme hakkını kullanarak İsrail’e iki füze fırlattığını düşünün; İsrail bununla dünyayı ayağa kaldıracak ve ABD’yi İran’a saldırtmaya çalışacak.

Bu olur mu, o kadar kolay mıdır? Elbette değil. ABD, İran’la 1979’dan beri didişiyor. “Her türlü seçenek masada” demeyen başkan olmadı. Körfez’deki Amerikan donanması 1988’de 290 yolcu taşıyan İran uçağını düşürdü. İran’la Körfez ve Hürmüz Boğazı’nda defalarca dalaş oldu. Sekiz yıl süren savaşta İran’a karşı Saddam’ın Irak’ı desteklendi. Yine de doğrudan İran’ı vurma seçeneği masada kaldı. Geçen yıllarda İran savunma ve füze sistemleriyle çok daha güçle hale geldi.

3 yıl öncesine nazaran şu anda uluslararası kamuoyunda hava İran lehine.

İkincisi, Avrupalı ortakları, Trump’ı kararından döndürmeyi başaramasa da nükleer anlaşmaya sadık kalma konusunda ortak duruş sergiledi. Bu bozgun etkisi yapabilecek bir fren. Tabii Avrupa’da iklim alabora olmazsa.

Üçüncüsü, geçmişte BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım tasarılarına karşı veto kartını kullanmamış olan Rusya ve Çin de hiç esnemedi.

Bu tavır değişmezse, İran da anlaşmaya sadık kalıp Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile işbirliğini sürdürürse Kerry’nin dediği gibi ABD kararında yalnızlaşır.

Bunun önemi şu aşamada öne çıkar: ABD’nin özellikle döviz transferi, altın, petrol ve petrokimya ticareti üzerine tek taraflı yaptırımlara geri dönecek olsa da 2015’te kalkmış olan BM yaptırımlarına dönülmesi kolay olmayacak. Çünkü BM açısından İran anlaşmaya sadık kalmış ve tesislerini UAEK denetimine açık tutmuştur.

Bir diğer caydırıcı husus da İran ile Rusya arasındaki özel ilişkilerdir.

İsrail’in istediği şekilde kızıştırma eğilimi artarsa Rusya da caydırıcı kartlarını devreye sokabilir. İran’ı Ortadoğu’da bloke etme siyaseti, işin başında Rusya’yı paratoner pozisyonuna sokuyor. Yani İsrail, Suriye’de Rusya’ya İran’ı önleyici rol biçmeye çalışıyor. İlk bakışta Rusların Ortadoğu’daki değerini artıran bir rol. Fakat Suriye’deki savaşın nihayete ermesi için Rusya’nın da İran’a sahada ihtiyacı var. Rusya, İsrail’in çıkarları için İran’ı hırpalayamaz. Önceliği bu değil. Ruslar Suriye özelinde İsrail’in İran özel gündemi yüzünden işleri bozacak bir gerilimi de istemiyor. Nasıl ki Suriye’ye S300 vermeyeceğine dair taahhüdünü, İsrail’in korsan saldırılarına ilaveten ABD, Fransa ve Britanya’nın üçlü saldırısından sonra rafa kaldırdıysa İran’ın da S400 siparişini raftan indirebilir. El Mayadin TV’ye konuşan Duma üyelerinin “İran’a S400 satışının önünde engel kalmadı” demesi önemli bir sinyaldir.

***

Muhtemelen Trump, şimdilik, İran üzerinde tazyiki artıracak mekanizmalar geliştirmeyi önceliyor. Bu noktada AB’den yaptırımlara eşlik etmeleri ya da anlaşmanın revizyonu için İran üzerinde çalışmalarını isteyecektir.

Bu noktada şüpheli durum, anlaşmaya sahip çıkan AB kanadının ne denli tutarlı kalacağıdır. Acaba anlaşmanın mimarı olmakla övünen Avrupa üçlüsü (Fransa, Almanya ve Britanya), Atlantik’in öte yakasından gelen bu aşağılamayı kabullenip Amerikan yaptırımlarının tamamen devreye gireceği kasım ayına kadar anlaşmayı revize etmek için Tahran’ı zorlama yoluna gidecek mi? Tahran’la hayli kavgalı olan Britanya bir kenara, Almanya ve Fransa daha geniş bir anlaşma için müzakere zemini yokluyor. Özellikle balistik füze programını anlaşmaya sokmak ve anlaşmadaki süre sınırını esnetmek istiyorlar. Karşı çıktıkları şey daha iyi bir anlaşma olmadan var olanın iptal edilmesi.

İranlıların sadece ABD değil Avrupa’ya yönelik ciddi şüpheleri var. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney açıkça “Bu üç ülkeye güvenilmez” dedi. Fakat Tahran tek taraflı adım atmayıp AB kanadında bazı şeylerin netleştirmesini bekleyecektir. Yani İran’ın kendi yol haritasını belirlemesi AB’den alacağı garantilere bağlı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de deklare ettiği gibi Avrupa, İran’ın çıkarlarıyla ilgili güvence verirse anlaşma korunur, aksi takdirde uranyum zenginleştirme programına dönülür. O vakit Amerikalı ve İsrailliler de gece gündüz “İran nükleer silaha erişti, erişecek” diye karabasanlar içinde kalkıp oturur. Dünya bir 10 yıl daha “İran’a ne zaman vuracaklar” sorusuna kilitlenir.

Bir diğer açıdan anlaşma hepten çökerse diplomasi açısından büyük bir hezimet olur. Nihayetinde nükleer anlaşma, kabadayılık siyasetinden diplomasiye bir yarık açan başarı örneğiydi.

***

Prensip beyanlarının ötesine geçersek, cevap bulması gereken kritik bir soru daha var: İran zoru görüp AB kanadının anlaşmayı müzakereye açma önerisini kabul eder mi?

“Küresel cahil” Trump’tan farklı olarak Avrupalı liderler İran’ı daha yakından tanıyor olmalı. İranlıların ‘ulusal dava’ ve ‘ulusal onur’ meselesi yaptıkları konularda çark etme esnekliğinin ne denli sınırlı olduğu biliniyor. Bununla birlikte İran’daki sistemin gerektiğinde pragmatik çözümlere yanaşabileceği de görülüyor.

Kabaca Ruhani, Trump’ın yaptığı gibi dün ‘kara’ dediğine bugün çıkıp ‘ak’ diyemez; iç dengeler buna izin vermez. Elbette nükleer programını Şahlık döneminden beri ‘milli dava’ haline getirmiş İran, 2015’teki gibi bir kez daha masaya oturmak zorunda kalabilir. Bunu da “Onurlu taviz” diyerek sindirebilir.

Sonuçta Tahran’ı zorlayan tablo net: Ekonomik sorunlar giderek ağırlaşıyor. Özellikle ilaç sektöründe can yakan yokluk, artan yoksulluk, işsizlik ve enflasyon baskısı sokakların hararetini günbegün artıyor. Son aylarda taşraya yayılan irili ufaklı gösterilere özgürlük talepleri de eşlik ediyor. Bunlar demir yumrukla bir kez ezilir ve ötelenir, bu yöntem iki kez ya da üç kez tekrarlanır ama halkın haklı taleplerine karşı zorbalık sonunda sistemi çatırdatır. Rejimin yüzleştiği sorunu anlama konusunda sanıldığı kadar dogmatik olduğunu sanmıyorum. Sadece kendi limitlerini zorluyor.

Ayrıca İran’ın müdahil olduğu Ortadoğu coğrafyasındaki diğer süreçler de İranlıların daha dikkatli olmalarını gerektiriyor. İran hiç olmadığı kadar bölgede operasyonel hale geldi. Ekonomik cenderedeyken dışarıdaki operasyonları sürdürebilmek kolay değil. Bu içerideki memnuniyetsizliği de artırıyor.

Aslında İranlılar müzakereyi severler. Hatta muhataplarına ‘illallah’ dedirtirler. Batılıları en fazla öfkelendiren Suriye ve Yemen’deki krizleri bitirmek için bile İranlılarla masaya oturmak mümkün. Amerikalılar adını koymadan Irak’ta İran’la paslaşmanın yollarını bulmadılar mı, buldular.

***

İran’ın içine yönelik olası yansımalara gelince: Eğer Rusya, Çin ve Avrupa üçlüsü anlaşmanın arkasında durmaya devam ederlerse İran yıllar içinde bağışıklık kazandığı Amerikan yaptırımlarıyla baş etmenin yollarını yine bulabilir. Ki Ruhani de üç-dört ay sıkıntı yaşayabileceklerini ama bunu aşabileceklerini söylüyor. Tabii bu, AB’nin, ABD’den, İran’la çalışan üçüncü ülke şirketlerini hedef alan yaptırımlarla ilgili Avrupalı şirketler için ne denli muafiyet koparacağına bağlı. Bu noktada İran, AB’den para transferi, yatırımlar ve ticari anlaşmaların korunması konularında belli güvenceler isteyecektir. Tarafları çok zorlu bir süreç bekliyor. İlk etapta akla gelen Boeing’le yapılmış 38 milyar dolarlık uçak alım anlaşması. Bu anlaşmaya kesin öldü gözüyle bakılıyor. Avrupa’nın Airbus’ı da Amerikan parçaları kullandığı için İran’a satış yapamayacak vs.

Yine de ekonominin kara düzen gidebildiğini farz edersek, anlaşmanın siyasi yansımalar illaki olacaktır. Muhtemelen eski kısır döngüye geri dönülecek: Batı ile barışma vaadi, reformcu kanadın, değişim beklentilerini oya tahvil etme aracıydı. Muhafazakârlar karşısında bu kart zayıflamış oldu. “Amerikalılara güvenilmez” diyen Hamaney’in haklı çıkması, Devrim Muhafızları dahil kurulu düzenin unsurlarını ‘müzakereci’ cephe karşısında güçlendirecektir.

İran, Avrupa ve Asya koridorlarında dolaşabildiği sürece baskılara direnmeye ve ABD’ye asimetrik stratejilerle yanıtlar vermeye devam edebilir.

***

Tekrardan altını çizersek, muhafızları korunaklı kılan eski kısır döngüye dönülmesi, insanların “Önce İran” diyerek rest çekecekleri kritik kavşağı her geçen gün yaklaştırıyor.

İran’ı asıl zorlayan Amerikan tehditleri değil içeride devinim kazanan huzursuzluk ve mutsuzluktur. İran kendi evindeki yangını nasıl söndürecek? Reformlarla mı, baskılarla mı? Bütün mesele tercihte.

Elbette İran’ın manevra kabiliyeti ve koyu muhafazakâr tonlarına rağmen pragmatizme geniş yer veren siyaset tarzı hariçten yazılan senaryoları da açığa düşürebilir. Dış tehditler karşısında kabaran ‘ulusal gurur’ hâlâ İran’da birleştirici rol oynuyor. Zaman zaman İran’ın 3 bin yıllık geçmişine ve kültürüne hürmeten laflar etseler de Amerikalıların, tarihsel derinliği olan bu tür ülkeleri okuma ve anlama becerisi zayıf. İran rejimi mutlak kaosu ve çöküşü önlemek için kendi tarzınca esneye bildiği kadar esneyebilir. İran, Trump’ın 4 sütunluk imzasıyla çökseydi şimdiye kadar Kongre’de alınmış onlarca yaptırım kararıyla çökerdi.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.