Üniforma tartışması: Eşitlik bir maske mi?
Üniforma meselesinin tek bir açıklaması ve sihirli bir çözümü yok. Tektipleştirmeye, renksizliğe ve homojenliğe hapsolmaya hayır; ancak akademik disiplin çerçevesinde özgürlüğe, farklılıklar içerisinde biricikliğini sergilemeye ve çağdaş düşünce alanları yaratarak eğitimin ufkunu açmaya evet…
“Hangi insanların çizgili pijama, hangilerinin üniforma giyeceğine kim karar vermişti?”
Çizgili Pijamalı Çocuk, John Boyne
İki lacivert polo yaka tişört- biri kısa, diğeri uzun kollu... Göğüs kısmının sağ tarafında küçük, dikdörtgen bir Fransız bayrağı, sol tarafında ise bulunduğu bölgenin bilgisi işlenmiş. Beraberinde iki kazak örneği de var.
Tamamen bölgedeki tekstil atölyelerinde üretilmiş olan bu okul üniforması prototipi, 2024-2025 akademik döneminde ülkenin farklı bölgelerindeki 100 civarı okulda uygulanacak ve öğrencilere ücretsiz olarak verilecek.
Her çocuğa beş adet polo yaka tişört, iki kazak ve iki çift pantolon verilecek. Bu da öğrenci başına yaklaşık 200 Euro’ya denk geliyor. Maliyetin yarısı yerel otoriteler, yarısı ise devlet tarafından karşılanacak. Dolayısıyla aile bütçesine üniforma alımı konusunda ek bir külfet getirilmeyecek; ebeveynler için maliyet azaltıcı bir mekanizma olacak.
Kendisi de zamanında okulda akran zorbalığına uğradığını itiraf eden Fransa’nın Eğitim Bakanı Gabriel Attal’ın ilk icraatından biri, okullara zorunlu üniforma getirmeye yönelik bir pilot projenin hazırlıklarına başlamak oldu. Bu proje, özellikle 2000’li yılların başından beri Fransa’da birçok eğitim bakanının ve hatta 2022 yılında aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in kampanyasının da gündemindeydi, ancak bu doğrultuda somut bir adım atılmamıştı.
Ancak Attal da üniformanın toplumdaki tüm eşitsizlikleri çözecek mucize bir çözüm olmadığının farkında.
Bu yıl Eylül ayında, Fransa’da bazı okullarda iki yıllık dönem için zorunlu üniforma uygulaması başlatılacak. Amaç, Fransız öğrenciler arasındaki eşitsizlikle mücadele etmek, akran zorbalığını ve baskısını azaltmak. İki yıl boyunca araştırmacılar da ulusal düzeyde bilimsel bir değerlendirme yaparak üniformanın akademik başarı, okul disiplini ve sekülarizmin korunması gibi alt başlıklar üzerinden etkisini ele alacak.
Ancak şu ana kadar yapılan tartışmalara bakıldığında, Fransa’da okul üniforması sistemine geri dönüş çabalarında sosyoekonomik farklılıkların çocuklar arasında hissettirilmemesi yönündeki bir arayışın ne kadar etkili olduğu meçhul. Yoksa bunun sekülarizm tartışmaları ve Cumhuriyet değerlerine bağlılık ekseninde okullarda başörtüsü kullanımının önünün kesilmesine yönelik bir çaba mı olduğunu net olarak görmek henüz mümkün değil.
Madalyonun iki yüzü var: Eğer hayata geçerse, üniforma uygulaması, bir açıdan öğrenciler arasında giysi temelli farklılaşmanın önüne geçecek ve her sabah “bugün ne giysem” derdine son verecek. Kimileri ise toplumsal farklılıkların okul ekosisteminde maddiyatın ötesine geçtiğini, üniformaları tektipleştirildiğinde de öğrencilerin çantalarındaki eskimişlik ve/veya spor ayakkabılarındaki deliklerin daha görünür hale geleceğini savunuyor. Zira sonsuz bir tüketim sarmalının çocukları giysilerinden utandıkları bir konuma düşürmesi ve o dönemin modasının dikte ettiği sneaker’ı giymedikleri için onları -üniformaya rağmen- alaycı bakış ve sözlerin hedefi haline getirmesi tamamen önlenemiyor; cumhuriyetin eşitlik ve kardeşlik değerleri de bu şekilde güçlenmiş olmuyor. Sadece belirli saatler dahilinde “örtbas” ediliyor.
Bordeaux Üniversitesi’nde emeritus profesör olan eğitim sosyoloğu François Dubet’nin ifadesiyle, “üniformaların norm haline gelmesi, kimsenin inanmayacağı bir tür eşitlik dekoru yaratacak ve üniforma ile aslında eşitsizliklerin üzerine bir tişört giydirilecek”.
Dolayısıyla üniforma aslında Fransa’da eğitim sistemi dahilinde görülen zorbalık, sosyal eşitsizlikler, devlet okullarının yeterli kamu finansmanına erişememesi, binlerce atanamayan öğretmen sorunu, öğretmenlerin özlük haklarındaki bozulma, maaşların düşüklüğü gibi konularda geçici ve “suya dayanıklı olmayan” bir “yara bandı” olacak, ancak bandın altında yara halen kanamaya devam edecek.
Fransa’da ilk liseler 1802 yılında Napolyon Bonapart’ın çıkardığı bir yasayla kurulup “ulusal bir elit tabakası” yaratılması hedeflendiğinde, askeri üniformaya benzer bir şekilde öğrencilerin tek tip üniforma giymesi gerekiyordu. Fransa’da okullarda üniforma uygulaması, özellikle dönemin özgürleşme hareketinden alınan güçle 1968 yılında birkaç istisna dışında tedricen sona erdi.
Öte yandan, Harry Potter gibi popüler filmlerde de sıklıkla gördüğümüz üzere, Birleşik Krallık’ta uzun zamandır okullarda üniforma geleneği var. Hatta geçmişi 16.yüzyılda aristokratların çocukları için bir ayrıcalık tasarlanma çabasına dayanıyor. Gerekçe olarak üniforma üzerinden bir etiğin, kimliğin, aidiyet duygusunun ve gururun pompalandığı, okullarda güvenliğin sağlandığı, öğrenciler arası giysi temelli rekabetin azaldığı belirtiliyor.
Ancak bu okullarda da akran zorbalığı ve öğretmenlerin otorite noksanlığı halen ciddi bir sorun olmaya devam ediyor.
Ayrıca Londra merkezli Education Endowment Foundation isimli vakfın yaptığı kapsamlı bir araştırmaya göre üniforma ile öğrenim sürecindeki iyileşme arasında bir bağlantı yok.
ABD’de National Women’s Law Center isimli araştırma merkezi tarafından yapılan bir araştırma da Washington D.C.’deki siyah öğrencilerin, giysi kurallarını ihlal ettikleri gerekçesiyle beyaz öğrencilere göre 20 kat daha fazla okuldan uzaklaştırma aldıklarını ortaya koydu. Dolayısıyla, ayrımcılık söz konusu olduğunda üniforma sadece bir ayrıntı. Aslolan zihniyet…
Benzer şekilde Kuzey ve Güney Kore, Japonya, Malezya, Kamboçya, Tayvan ve Vietnam başta olmak üzere birçok Asya ülkesinde, eski İngiliz sömürgelerinde, Şili, Yeni Zelanda, Meksika, Avustralya gibi bazı ülkelerde de üniforma zorunluluğu söz konusu. Bu ülkelerin çoğunda da toplumsal eşitsizlikler had safhada. Ancak “eşitlik” dendiğinde akla ilk gelen coğrafya olan İskandinav ülkelerinde öğrencilere üniforma dayatması yok. İsviçre de üniformanın ardında totaliter eğilimlerin gizlenebileceği riskine dikkat çekerek Hitler gençliğine dair göndermelerde bulunuyor.
Fransız hükümetinin bu uygulamayı savunmasındaki temel gerekçelerin başında, sekülarizmi zedeleyecek adımların önüne geçmek yatıyor. Zira geçen Eylül ayında hükümet “laik değerlere yönelik bir meydan okuma” olarak gördüğü abaya tarzındaki uzun elbiseleri yasaklamıştı. Ancak bu yasak ülke çapında eleştirilmiş, vücut hatlarını örten bol giysilerin “dinsel” bir anlam ifade etmeyebileceği ve yasaklanmaması gerektiği savunulmuştu.
Ancak Fransa’da sekülarizmin ana ilkelerinden biri, bir öğrencinin dini aidiyetini ortaya koyan herhangi bir işaret veya giysi giymesinin yasanın ihlali olarak görülmesi. 2004 yılında kabul edilen mevzuata göre, kamu okullarında ne başörtüsü, ne haç, ne kipa ne de türban kullanımı mümkün, zira bunlar “bariz dini semboller” olarak görülüyor.
Ayrıca birçok uzmana göre, sekülarizm açısından üniforma uygulaması pek bir değişim yaratmayacak. Özellikle birkaç senedir Fransa’da devlet okullarında öğretmenler ile öğrenciler arasında yoğun tartışmalar, zaman zaman bıçaklı saldırı girişimlerine dek varmış durumda. 2020 yılında radikalleşmiş bir öğrenci ve ona yardımcı olan akranları tarafından Fransız öğretmen Samuel Paty okul önünde öldürülmüştü.
Gelelim ülkemizdeki duruma…
Türkiye’de bir süredir özel okul kıyafetlerinde belirli koşullar dahilinde serbesti söz konusu; ancak bazı kolejlerde ve devlet okullarında halen üniforma uygulaması devam ediyor. Bu, özellikle siyah ve mavi önlüklü, beyaz yakalı ilkokul yıllarından gelen ebeveynler arasında sık sık tartışma konusu oluyor. Uzmanlar da okul giysisinde serbesti ile üniforma arasında bölünmüş durumda; zira her iki tarafın da makul açıklamaları ve gerekçeleri var.
Bir açıdan bakıldığında, üniforma geleneğini yaşayan çoğumuz bu tektipleştirme çarkının içinde sustuk, siyah ve beyaz dışında farklı renklerde düşünmekten kaçındık, itaat ettik ama itiraz etmedik. Öğrenmeyle tek taraflı bir ilişki kurmamız istendi. “Şimdi bunu giyme zamanın” dendi, sorgulamadık.
Üniforma konusu açıldığında İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nde okumuş olan babamın sık sık anlattığı bir anekdot aklıma gelir: “1966 yılında okula girdiğimde giysi serbestisi vardı. Ta ki 1971 yılının 12 Mart’ına kadar... Bize aynı yıl tek tip giysi olacağını bildirdiler. Siyah ayakkabı, bordo ceket, lacivert pantolon, beyaz gömlek, siyah kravat… O zaman 17 yaşındayız ve sınıfta üç kişi bu kurala karşı eylem yapmaya karar verdik. Üçümüz de saçlarımızı sıfır numara tıraş ettik ve o şekilde Pazartesi merasimine katıldık. Müdür bizleri odasına çağırdı ve çekincelerimizi anladığını ancak buna karşı çıkarsak disiplin açısından kendisi dahil herkesin zorluk yaşayabileceğini söyledi. Biz de boyun eğmek zorunda kaldık.”
Uzun yıllara dayalı ve birçok neslin de karşı çıktığı, esnetmeye çalıştığı bu tektipleştirme yaklaşımı bir süredir belli ölçülerde terk edilip, çocuğu da öğrenme sürecine katan ve onun biricikliğini her açıdan önemseyen eğitsel yaklaşımlar ağırlık kazanıyor.
Fide Okulları kurucusu ve eğitimci Müjdat Ataman’a göre üniforma aynılaştırıcı ve birçok açıdan da militarist boyutu olan bir uygulama.
Ataman, “Okul sadece bilgi öğrenimini sağlayan bir alan değil; aynı zamanda bir sosyalleşme mekânı. Giyinmek de bir öğrenme süreci. Dolayısıyla serbest giysi uygulaması, çocukların giyinmeyi de öğrenmesi ve bir süre sonra karakterlerini ve tercihlerini yansıtan giysi seçimlerinde bulunması için bir araç olarak da görülmeli,” diyor.
Dolayısıyla kimi uzmanlar aslında üniformanın “eşitleyici” yönüne kuşkuyla bakıyorlar.
Benzer şekilde eğitimde onlarca kökleşmiş sorun varken kısa süre önce “öğretmenlerin mesleklerini temsil etmeleri ve öğrencilerine rol model oluşturmaları için” önlük giymeleri yönünde bir tartışma başlamış; bir “öğretmene yakışır şekilde giyinmek” kavramının içi üstenci şekilde doldurulmaya çalışılmıştı.
Ataman’a göre, üniformalarla sosyoekonomik farklılıklar kısıtlı bir süre için gizlenmeye çalışılıyor; ancak yine de üniformanın dışında kalan ayakkabı, bileklik, telefon, çanta, akıllı saat gibi aksesuarlar kişinin maddi durumunu görünür kılmaya devam ediyor.
Sonuçta, tek tip kıyafet, öğrencilerin tüm yaşam alanlarını kapsamadığı için, sosyoekonomik statü farklılıklarıyla ilintili sorunları da engelleyemiyor.
“Zaten Sultanbeyli’deki bir okuldaki çocukların da Suadiye’de sosyoekonomik açıdan daha avantajlı bir mahalledeki okuldaki çocukların da giyimleri aşağı yukarı aynı. Burada, egemenlerin çocukların ne giyeceğine karışma hakkı yok. Çünkü giyim kendi içinde bir sosyokültürel ifade biçimi. Üniforma uygulaması sonucu çocuklarda seçme özgürlükleri olmayan bir aidiyet hissi yaratılıyor ve şayet bir koleje gidiyorlarsa o üniformalarla toplumda ayrıcalıklı bir statü elde ediyorlar. Bu, mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştirip görünür kılıyor,” diyor Ataman.
Ancak bir başka açıklamanın da mantıklı yönleri var.
Eğitim bilimci Aylin Çalışkan’a göre üniforma bir yandan koruyucu etkiye sahip. “En kötü senaryodan yola çıkarsak, okuldan kaçan çocukların tespit edilip okul yetkililerine tespit edilmesi üniforma ile daha kolay ve koruyucu olabilir. Diğer yandan devlet okullarında serbest kıyafet uygulamasında velilerin çocuğun gelişimine uygun olmayan giysilerle çocuklarını okula göndermeleri ve giyimlerine yeterli özen göstermemeleri de bazı disiplin bozucu sonuçlar doğurdu,” diyor.
Üniforma meselesinin tek bir açıklaması ve sihirli bir çözümü yok. Ancak Fransa’da olduğu gibi bizde de bu konuda kapsamlı ve uzman görüşlerini temel alan bilimsel bir tartışma alanı açmanın vakti gelmiş olabilir. Tektipleştirmeye, renksizliğe ve homojenliğe hapsolmaya hayır; ancak akademik disiplin çerçevesinde özgürlüğe, farklılıklar içerisinde biricikliğini sergilemeye ve çağdaş düşünce alanları yaratarak eğitimin ufkunu açmaya evet…
Önemli bir anımsatma: Fransa üniforma uygulamasını tartışadursun, bizim bir an önce okullarda ücretsiz bir öğün yemek uygulamasını yürürlüğe koymamız gerekiyor. Kocaman bir çocuk neslini kaybetmeden… Bu vesileyle #okullarda1öğünücretsizyemek haktır, anımsayalım, anımsatalım.
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Bütçeden empatiye de pay ayırır mısınız lütfen? 01 Aralık 2024
Birleşmiş Milletler’e kadın genel sekreter aranıyor 24 Kasım 2024
Diyabetli çocuklar için sensör lüks değil, hak 17 Kasım 2024
Eğitim İzleme Raporu ışığında, Aydınlanma’nın izinde 10 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI