Ürdün tehlikede mi, Kral neden asabi?
Amman’ın Gazze’de olup bitene tepkisinin çıkış noktası; “Aman ha Ürdün’e bir şey sıçramasın.” Filistin sorununun tarihsel parçası olup da İsrail’i incitecek bir pozisyonda olamayınca yansıtma stratejisi devreye giriyor. Eski Enformasyon Bakanı Sami el Maayta "Ürdün'ün Pers projesi ile Siyonist proje arasındaki nüfuz mücadelesiyle hiçbir ilgisi yok" diyor. Bu söylemde Filistin yok. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olup da Filistin sorunundan kaçabilmek mümkün mü?
İran’ın misilleme saldırıları sırasında Ürdün’ün İsrail’e kanat geren koalisyonda yer alması Haşimi Krallığı’nın şeceresine hem rahmet hem de lanet okutturuyor!
Bu durum İsrail’e “Ürdün bizimle! Gördüğünüz gibi savaşımız İran’la, Araplarla değil” deme fırsatı veriyor. Karşı tarafta duranlar için Ürdün bir kez daha ihanet ediyor.
İlk ihanet 1970’deki ‘Kara Eylül’ olaylarıydı. Dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır, Filistin devletinin kurulması ve özgürleştirilen yerlerde Filistinli otoritesinin oluşturulmasını önerirken Haşimi Krallığı, Filistin devletini Ürdün’ü yutacak bir proje olarak görüyordu. “Filistin Ürdün’dür, Ürdün Filistin’dir” tezi işleniyordu. Basitçe Filistinlileri Ürdün temsil ettiğine göre bağımsız Filistin ya da Ürdün içinde ayrı bir Filistin siyasi organı gerekmiyordu. İngilizlerin yol haritasına uygun bir söylemdi. Kral Hüseyin, Mısır’ın bastırmasıyla Arap Birliği’nin 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) kurma kararı almasına bozulmuştu. Amman’ı teskin için FKÖ’nün kuruluş bildirisinde örgütün Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’da hakimiyet gütmeyeceği şartı yer almıştı. Ürdün 1967’de savaşı kaybedince Batı Şeria üzerindeki hak iddiası mecburen FKÖ’ye geçti. (Bu durum 1974’te Arap Birliği’nin FKÖ’yü Filistin’in yegâne temsilcisi olarak tanıyan kararıyla da resmileşmişti. Esasen karar Doğu Şeria Filistinlileri üzerinde FKÖ’ye söz hakkı tanıyarak Ürdün’ün egemenliğini de tehdit ediyordu.)
1967’de Batı Şeria ve Doğu Kudüs İsrail tarafından işgal edilince Filistinlilerin bir kez daha göç ettiği Ürdün, FKÖ’nün yeni direniş merkezine dönüştü. Meşhur Karame direnişinde Fedailerin siperdeki müttefiki Ürdün ordusuydu. O vakitler kraliyet ordusunun neredeyse yarısı Ürdünlü Filistinlilerden oluşuyordu. 1968’de Karame zaferi Yaser Arafat’ın liderliğindeki El Fetih’i büyüttü ve hikâye buradan sonra değişti. Ürdün yönetimi FKÖ’nün devleti ele geçirmesinden korkuyordu. Mademki; “Ürdün Filistin’dir o halde idare Filistinlilerde olmalıydı!” İsrail’le çatışmaların nehrin doğu yakasına taşınması, Filistinlilerin sokakları kontrol edip esnaftan vergi toplamaya başlaması, düzensizlik ve karmaşa temel bir soruna dönüşmüştü. Gidişatın Haşimi Krallığı’nın sonunu getireceği endişesi Kara Eylül hareketine yol vermişti. Krallığın başını ağrıtan Filistinli kampları bombalanmış, binlerce kişi ölmüş ve devamında FKÖ kadroları Suriye ve Lübnan’a sürülmüştü. Yönetimde Ürdünlü Filistinlilere bakış da radikal bir şekilde değişti. Haşimi Krallığı Bedevi Araplara daha fazla bel bağlama eğilimine girdi. Meclis, hükümet, ordu, bürokrasi ve üniversitelerde Filistinlilerin yerini küçülten özel politikalar geliştirildi. Filistinliler Mavera-i Ürdün’deki halklara kıyasla daha eğitimli ve daha şehirliydi. 1960-1970’lerde üniversite kadrolarına hakimdiler. Akademik kadrolarda Mavera-i Ürdünlülere gayri resmi kotalar uygulandı. 1990’lara gelinceye kadar kadrolar Filistinlilerden boşaltıldı. Filistinliler Suriyeli Ürdünlüler gibi ticarette de öndeydiler. Yani Haşimi Krallığı dengeyi kurmak ve kazığı sağlam yere saplamak için Bedevileri sistemin omurgasına çekti. Osmanlının Amman ve çevresine yerleştirdiği Çerkesler ve Çeçenler sarayın mutemet müttefikleriydi ama yeterli değildi. Filistinliler dramatik bir şekilde devletten ihraç edildi. Şimdi Çerkeslerin saraydaki varlığı da sembolik hale geldi.
Filistinlilerin ihanet olarak gördüğü sayfaya devam edersek; asıl büyük şok Ürdün’ün 1994’te İsrail’le Vadi Araba Anlaşması’nı imzalamasıydı. Mısır’da Abdunnasır’ın ölümü Ürdün üzerindeki baskıyı azaltsa da halefi Enver Sedat’ın İsrail’le 1979’da Camp David Anlaşması’nı imzalaması İsrail’e karşı Arap cephesini çökertmişti. Ürdün İngilizlerin çizmesini giyen Amerikalıların eline bakıyordu.
***
Dönelim Ürdün içine; 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan beri bu ülke bir nevi sıtma halini yaşıyor. Amman’ın tepkilerini belirleyen iki temel korku vardı:
İsrail Gazzelileri Sina’ya sürerse sıra Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e gönderme planına gelecektir. Bu da Ürdün’ü tamamen Filistinlileştirebilir. Filistinlileşmekten kasıt şu: Ürdün nüfusunun halihazırda üçte ikisini oluşturan Filistinlilerin hakim hale gelmesi, Filistin sorununun Ürdün’e ihraç edilmesi, çatışmaların adres değiştirmesi, Haşimi Krallığı’nın altını oyacak istikrarsızlığın tetiklenmesi. Ürdün Dışişleri Bakanı açıkça Batı Şeria’daki Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesini savaş nedeni sayacakları uyarısında bulunmuştu. İsrail’de pişirilen “Ürdün, Filistinliler için alternatif vatandır” önermesi Ürdün’ü yok edecek karmaşanın başlangıcı olarak görülüyor.
İkinci korku, Gazze’de kısa sürede ateşkes sağlanmazsa Ürdünlü Filistinliler hızla militanlaşabilir. Haşimi Krallığı Filistinlilerin siyaseten etkisini kıran operasyonlardan sonra çok hassas dengeler üzerinde yüzüyor. Ürdünlü Filistinlilerin kimliğinde iki yüz var: Biri Ürdünlü, diğeri Filistinli. Suriyeli Ürdünlüler, Iraklı Ürdünlüler, Hicazlı Ürdünlüler ve Filistinli Ürdünlüler arasında kendine temel arayan Haşimi Krallığı’nın ‘Ürdün’ kimliğinin oluşması için yürüttüğü toplumsal ve siyasal mühendislik aidiyet sorunsalına bir şekilde istikrar kazandırdı. Fakat kimliğin öteki yüzündeki ‘Filistinli’ aidiyetin öne çıkması krallık için tehlike işareti.
7 Ekim’den sonra İsrail Büyükelçiliği önündeki kesintisiz gösteriler eski korkuları diriltti. En az 1500 kişi gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Tabii söylem savaşının resmi tarafına bakarsanız diyorlar ki, “Hamas ve İslami Cihad Ürdünlü Filistinlilere nüfuz etmeye çalışıyor”; “Müslüman Kardeşler ortalığı karıştırıyor”, “İran, Ürdün’ü kendi savaşına çekiyor” vs. Müslüman Kardeşler’in Ürdün yapılanması İslami Eylem Cephesi suçlamaları kabul etmiyor. Sonuçta sokağa yansıyan Filistin duyarlılığı sadece Filistinlilere has da değil. Bu suçlamaların kaynağı Hamas’ın Ürdün, Lübnan ve Mısır halkına İsrail sınırlarına doğru yürümeleri çağrısıydı. Ama kimse yürümedi.
***
Ürdün’ün gösterdiği hassasiyet İsrail ve Batılı destekçilerinin yanı sıra Körfez’deki destekçilerini de memnun ediyor. İran hassasiyetinde hepsi paydaş. 2003’te Amerikan işgalinin ardından Şiiler Irak’ta iktidarın ana bileşeni olunca İran’ın bölgedeki nüfuzunun arttığına dair ilk ön uyarıyı “Şii Hilali” benzetmesiyle yapan Kral Abdullah’tı. El Kaide’ye epeyce beyin ve militan vermiş olan Ürdün’deki bazı militan unsurların bu kez ‘Direniş Ekseni’ne katılma potansiyeli Kral’daki asabiliği biraz izah ediyor. Irak’ta İran destekli milislerin Ürdün’ü tedirgin eden açıklamalarını da not etmek lazım. Ketaib Hizbullah’ın, Ürdün üzerinden 12 bin savaşçıyı İsrail’in üzerine yürütebileceklerini açıklaması Amman’ı alarma geçirdi. Irak İslami Direnişi’nin Gazze ile dayanışma için Ürdün’de Suriye-Irak sınırının dibinde Amerikan üssünü vurması Amman’da “Bu savaşı topraklarımıza taşımayın” uyarısıyla karşılaşmıştı.
Ürdün’e arka çıkan Körfez’in ağa babaları ve medya ahalisi de Ürdün’ün izinsiz hava sahasına giren İran füzelerini vurarak “egemenliğini koruduğu” tezini işliyor. Bu cenahta İsrail’e laf edebilmek evvela Yahudi devletinin Filistinlilere yaşattığı cehennemden Hamas’ı sorumlu tutmayı ve “Arap işlerine karışıyor” diye İran’ı lanetlemeyi gerektiriyor.
Suudi yorumculara bakılırsa Riyad da Ürdün’ü İran’ın Levant’ta yayılmasının önünde bir siper olarak görüyor. Ki Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid bu tantanalı günlerde Kral Abdullah’ı arayıp “Arkanızdayız” mesajı verdi. Wall Street Journal’a göre Suudi Arabistan ve BAE de İran’ın saldırısını savuşturmak için ABD’ye istihbarat desteği sağladı.
***
Beri tarafta İsrail’in savunmasına verilen katkının Filistinlileri yönetime karşı daha da öfkelendirdiği de bir hakikat. Bu öfkeyi yatıştırmak için Dışişleri Bakanı Eymen Safedi İsrail de İran’a karşı Ürdün hava sahasını kullanmaya kalkışırsa ona da müsaade edilmeyeceğini söyledi. Peki devasa bir Amerikan üssünün bulunduğu Ürdün, İsrail uçağını ya da füzesini vurabilir mi? Buna cesaret edebilir mi? Ya da Amerikan güçlerine “Hava sahamızı ve üslerimizi kullanmayın” diyebilir mi?
Kral Abdullah, “Ürdün’ün güvenliği ve egemenliği her türlü değerlendirmenin üzerindedir. Ürdün herhangi bir taraf için çatışma sahası olmayacak” diyor. Kral Abdullah’ın ABD Başkanı Joe Biden’a İsrail’in misillemeye misilleme yapması halinde bölgesel savaş tehlikesine dikkat çekip “Ürdün, topraklarında bölgesel bir savaşa izin vermeyecek” dediği de aktarılıyor. Ama Ürdün, İran’ı önleme operasyonu için kendi hava sahasını ABD ve müttefiklerine kullandırttı. Yine 2011’den itibaren ABD ve dostları Ürdün üzerinden Suriye’de çatışma tezgahlarken egemenlik paspasa dönmemiş miydi?
***
İçerdeki hassas duruma rağmen Amman’ın risk almasının arkasında Ürdün’ün oturduğu dış bağlamlar belirleyici. Bir İngiliz sömürge dizaynı olan Ürdün kuruluş felsefesinin çok uzağında olamaz. Kral Orta Doğu’nun göbeğinde bir İngiliz Dükü gibi davranıyor. Ekonomik olarak dışa bağımlı. ABD, İsrail’le barışın karşılığı olarak Ürdün’e her yıl 1.4 milyar dolar ödeme yapıyor. IMF’den 1989’dan beri destek alıyor. Körfez’in eline bakıyor. 2011’den itibaren Suriye’ye karşı vekâlet savaşında güney cephesinin Ürdün’den açılması ve operasyonların Amman Operasyon Odası’ndan yönetilmesi Haşimi Krallığı’nın Batı-Körfez ekseniyle mahkumiyet ilişkisinden kaynaklanıyordu. Kral’ın kendi ülkesinde İslamcı alternatiften ödü patlarken Suriye’yi onlara teslim eden bir müdahaleye taşeronluk yapmasının arkasında başka ne olabilirdi ki! Sonradan Şam’la arayı düzeltmeye çalışırken bir “Kusura bakmayın biz buna mecburduk” demedikleri kaldı. Gerçi dedikleri de bir rivayettir.
***
Amman’ın Gazze’de olup bitene tepkisinin çıkış noktası; “Aman ha Ürdün’e bir şey sıçramasın.” Filistin sorununun tarihsel parçası olup da İsrail’i incitecek bir pozisyonda olamayınca yansıtma stratejisi devreye giriyor. Eski Enformasyon Bakanı Sami el Maayta "Ürdün'ün Pers projesi ile Siyonist proje arasındaki nüfuz mücadelesiyle hiçbir ilgisi yok" diyor. Bu söylemde Filistin yok. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olup da Filistin sorunundan kaçabilmek mümkün mü?
Ürdün tehdit edilmekten bahsediyor ama ABD ve İngiltere ile birlikte hareket edip İsrail’i koruyan tercihiyle kendisini ‘şantaja açık’ hale getirdi. Halbuki en çok korktuğu şey 1968-1971 arasına geri dönmek. Bu korku şimdi sadece nehrin batı yakasından değil doğu sınırlarından da besleniyor.
Bu işin nereye gideceği bilinmez ama Ürdünlü Filistinliler arasında “Kimin kralı” sorusu güncellendi. Kraliçe Raniya’nın Filistinli olmasının kazandırdığı incelik de durumu kurtarmıyor. Büyük skandalların karşılığı da büyük olur!