YAZARLAR

Bağdat’ın çözümü: PKK’ye siyasi mültecilik!

Iraklılar PKK ile ilişkileri birdenbire ‘düşmanlık’ ilişkisine dönüştürmek istemez. "Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözdüğünde PKK’nin de halledileceğini" düşünüyorlar. Erdoğan’ın ise büyük bir savaş için hem askeri hem psikolojik hazırlık yaptığı ayan beyan ortada. Sonrasında dümeni farklı bir yere kırıp kıramayacağı ise milyon dolarlık bir soru.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 12 yıl sonra Bağdat’ta giderken yaza doğru PKK’ye karşı büyütmek istediği savaşa Irak’ı ortak etmeyi hedefliyordu. Bağdat’ta heybesine bir şeyler koydu ama savaşa ortaklık bunlardan biri değil.

Irak hükümeti çatışmaya karşı ön alıcı bir duruş sergilerken PKK üyelerine siyasi mülteci statüsü vermekten bahsetti. Bu, Bağdat ile Ankara arasındaki farklılaşmayı teyit ediyor ama Erdoğan’ın vaat ettiği askerî harekâttan sonra farklı bir sürece işaret ediyor olabilir mi diye sormak gerekiyor. Şimdilik rüzgâr sertlikten yana.

30 km tampon bölgeyi de içeren askeri stratejinin Bağdat’ta kabul görmesi için Erdoğan’ın elinde üç koz vardı: Irak’ın hasret kaldığı ‘su’, umut veren ‘Kalkınma Yolu’ ve sürüncemede bırakılan ‘petrol sevkiyatı’. Kısaca üç başlıkta nereye varıldığına bakalım:

- Asya bağlantılı, Körfez/Faw çıkışlı, Irak/Türkiye aktarmalı ve Avrupa varışlı 17 milyar dolarlık Kalkınma Yolu Projesi Irak, Türkiye, Katar ve BAE’nin imzasıyla anlaşmaya dökülürken kazan-kazan metaforuyla diğer başlıkları ezip geçti. Kara ve demir yollarına paralel olarak enerji ve iletişim hatlarının olacağı hattın inşası için 2028, 2033 ve 2050’ye kadar aşamalı bir takvim var. Tünelin ucunu görmek için köprülerin altından çok su akacaktır. Ayrıca Ovaköy’den açılacak kapı Habur’u baypas edeceği için huzursuz Kürdistan’ın yeni koridorla nasıl ilişkilendirileceği önem kazanacaktır. Erdoğan, Kalkınma Yolu’nu Irak-Suriye sınır hattını, en azından Fişhabur’dan Rabia’ya kadar olan bölümünü, Türkiye’nin kontrol edeceği bir güvenlik bariyeri olarak kurguluyor. Kürdistan’ın bölgedeki kontrolünü sınırlayan bir boyut da içeriyor. Erdoğan’ın Bağdat’tan sonra Erbil’e gitmesi Kürdistan’la ilişkilerin altını çizdi. Erdoğan, Erbil’de Türk bayrağını görmekten memnundu. Kürdistan karşılık umuyor ama ne alacağı meçhul. Kürdistan Demokrat Parti’yi (KDP) memnun eden bu ziyaret, Süleymaniye tarafında PKK’ye yakınlığından dolayı ‘düşman’ muamelesi gören Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) mutsuzluğunu giderecek bir yumuşama getirmedi. KYB, Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani’den Süleymaniye bağlantılı uçuşlara Türk hava sahasını kapatan kararın kaldırılmasını gündeme getirmesini istedi ama haber çıkmadı. Kürdistan Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani de “Ağabeyimi mazur görün” dercesine Erbil’de konuyu Erdoğan’a açtı. Erdoğan pek renk vermedi.

- Su konusunda Dicle’den saniyede 400 metreküp, Fırat’tan 500 metreküp su bırakılmasını bekleyen Irak, Ankara’nın çizgisine yaklaştı. Mutabakata göre petrol gelirlerinden kurulacak bir fonla sulama sistemleri yenilenecek, hassaten açık su kanalları kapalı kanallara dönüştürülecek, yağışlı ve kurak dönemlere göre regülasyonu sağlayacak barajların inşası için ortak projeler yürütülecek. Ankara’nın hakkaniyete göre paylaşım tezine uygun bir uzlaşma. Ama sorun çözülmüş değil. Su dosyası kolay kolay kapanmaz. Susuzluktan tarım alanlarının yarısını kaybeden Irak’ta projelerin hayata geçirilmesi de kararlılık gerektiriyor. Genelde komiteler kurulur, kurulduğu yerde kalır.

- Petrol konusunda ise Paris’teki tahkimden gelen 1.4 milyar dolarlık tazminat ve davanın ikinci bölümü üzerine pazarlıklar sürse de Ankara sevkiyatın yeniden başlayacağını bildirdi. Şimdi sıra Bağdat ile Erbil arasındaki kilidin açılmasında. Petrol şirketlerinin Kürdistan’la yaptığı anlaşmaları unutup Irak petrol şirketi SOMO ile el sıkışması gerekiyor. Bağdat artık sorunun Türkiye’den kaynaklanmadığını teyit etti.

***

Gelelim stratejik çerçeve mutabakatına ya da bunun içindeki kılçıklı ‘terörle mücadele’ meselesine. Bu konu henüz nihai anlaşmaya bağlanmadı. Oluşan manzaraya bakılırsa Erdoğan’ın kuzeyde askeri üslenme alanlarını ve operasyonları genişletme arayışına Bağdat eşlik etmiyor. Çatışma, savaş ve gerilim Bağdat’ta dışlanan seçenek. Irak ordusunun Erdoğan’ın istediği şekilde kuzeyde pozisyon alması ya da seferber olması zaten mümkün değil. Yapabilecekleri sınırlı; belli yerlerde sınır muhafızı yerleştirmek, Şengal’de merkezin kontrolünü artırmaya yönelik Erbil ve Bağdat arasındaki mutabakata biraz daha ağırlık vermek, PKK ilintili yapıları görünür olmaktan çıkarmak vs.
Türk ordusu, Irak merkezi güçleri ve Peşmerge arasında öngörülen ortak harekât merkezinin fonksiyonu sınır güvenliğinin artırılmasına yönelik önlemlerden öteye geçemeyebilir.

Ankara’yı teskin için "Irak topraklarından başka bir ülkeye saldırı düzenlenmesine izin veremeyiz" denildi. Mutat bir açıklama. İlaveten Irak Ulusal Güvenlik Konseyi’nin PKK’yi ‘yasaklı örgüt’ ilan ettiği vurgulandı. Bunlar memnuniyetle karşılandı. Yasaklı örgüt tanımının karşılığı önemli. Uygulamada çok ciddi değişiklikler ya da önlemler beklenmiyor. Iraklılar PKK ile ilişkileri birdenbire ‘düşmanlık’ ilişkisine dönüştürmek istemez. "Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözdüğünde PKK’nin de halledileceğini" düşünüyorlar. Türkiye’nin operasyonlarını da egemenlik ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak görüyorlar. Buna "İşgal” diyenler, hatta Başika üssüne roket sallayanlar Sudani hükümetinin paydaşları arasında. İki anlaşma, iki protokol ve 22 mutabakat zaptının imzalandığı ziyaretten sonra da bu kolayca değişmez.

***

Erdoğan, PKK’nin ‘terör örgütü’ ilan edilip Irak’taki varlığına tamamen son verilmesi beklentisini yineledi. Iraklılar acaba muziplik yapıp “2013’te PKK silahlı unsurlarının sınır ötesine çekilmesi anlaşmasını Abdullah Öcalan’la yapan siz değil miydiniz” ya da “Onlarca yıldır Kürt sorununu çözmeyip askeri operasyonlarla PKK’yi sürekli sınırın ötesine iten Türk devleti değil miydi” diye sormuş mudur? Tabii ki hayır!
Savaşa ortaklık derken Irak Hükümet Sözcüsü Basim el Avvadi, Rudaw’a çarpıcı bir açıklama yaptı. “Irak'taki her bir PKK üyesi siyasi mülteci olarak kabul edilecek ancak siyasi ve askeri faaliyette bulunma veya silah taşıma gibi bir hakkı olmayacak. Irak hükümeti, BM ve uluslararası insani yardım kuruluşları tarafından denetlenecekler. Irak onlara böyle yaklaşacak” dedi. Ayrıca PKK meselesini İran’la yapılan güvenlik anlaşmasındaki gibi ele alacaklarını vurguladı. İran, İranlı Kürt partilerin bulunduğu yerleri bombalamış, işgal tehdidiyle Bağdat’ı anlaşmaya zorlamış, ardından kamplar boşaltılmış ve sınır boyunca güvenlik önlemleri artırılmıştı. İranlı Kürtlerden bir kısmı bilahare BM denetimindeki kamplara alındı. Fakat PKK, üslendiği kamplar, bulunduğu alanlar, savaşçı sayısı, silah kapasitesi, çatışma tecrübesi, ilişkiler ağı, Kerkük’e kadar nüfuz etmiş siyasi ve sivil uzantılarıyla İranlı partilerle kıyaslanamayacak bir ölçek arz ediyor. Bir de özellikle Kandil mevzubahis olduğunda Türkiye’nin konuşması gereken taraf Bağdat değil Tahran. Malum Kandil, İran sınırları boyunca uzanıyor.

Irak’ın siyasi sığınma yaklaşımı üç senaryo ile ele alınabilir:

- Birincisi bu, Bağdat’ın Ankara’ya rağmen meseleyi ele almadaki tercihini ve PKK’ye siyasi bir hareket olarak bakma eğilimini yansıtıyor. Halihazırda 1990’larda Türkiye’deki köyleri yakıldıktan sonra birkaç kez yer değiştirip nihayetinde Mahmur’da kamp kuran Kürtler de mülteci statüsüyle yaşıyor. Nüfusu 12 bini aşan Mahmur kampının girişinde bir BM ofisi var. Fakat kamp sakinleri yerinden yönetim icra ediyor. Kamp kadroların kontrolünde ve küçük bir kantonu andırıyor.
- İkincisi Bağdat, Mahmur’dan hareketle kendince Türkiye’ye bir yol gösteriyor olabilir. Fakat silahlara veda ve sivil hayata geçiş büyük bir uzlaşmayı gerektiriyor. Uzlaşmanın gelip dayanacağı yer Türkiye’deki çözüm süreci. Aksi halde mülteci statüsünün herhangi bir karşılığının olması mümkün değil. Dağdakiler için fantezi olmanın ötesine geçmez.
- Üçüncüsü mülteci statüsü Türkiye ile konuşulmuş olabilir. Bu da Erdoğan’ın sıcak yaz senaryosunun ardından yumuşama sürecine gireceği anlamına gelir. Buraya Amerikalıların da Kandil’dekilere sürgün yeri bulma fikrini birkaç kez gündeme getirdikleri bilgisini de bırakalım.

***

Erdoğan’ın büyük bir savaş için hem askeri hem psikolojik hazırlık yaptığı ayan beyan ortada. Sonrasında dümeni farklı bir yere kırıp kıramayacağı ise milyon dolarlık bir soru.
Erdoğan aylardır bütün mesajlarında, 2019’dan beri süren Pençe-Kilit serisine sert bir halka daha ekleme ısrarını ortaya koydu. Irak’taki hava ne olursa olsun bunu yapmaya kararlı. Bu da yeni sayfa tantanasına rağmen Irak’la gerilimlerin süreceği anlamına geliyor. Erdoğan, NATO zemininde AB ve ABD ile yeniden yakaladığı uyumu sonuna kadar kullanmak istiyor. Evet sertleşme bir tercih. İçeride DEM ve Mezopotamya Ajansı’na yönelik operasyonlar, dışarıda özellikle de Fransa ve Belçika’da Kürt hareketine yönelik artan baskılar bu tercihe paralel gelişiyor.
Yanıt arayan soru; Erdoğan PKK’nin belini kırma adına bütün gücüyle yüklendikten sonra baruttan gayri bir şey solumayan ortaklarına ve ekibine dönüp “Askeri yolla buraya kadar” diyebilir mi? 2011-2013 zeminine dönebilir mi? Yoksa yeni anayasa değişikliği ve iktidarını daim kılmak için iç siyaseti terörize edecek bir savaşa mı bel bağlıyor? 2015’te iki seçim arasında yaptığı gibi.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.