YAZARLAR

Pompeo orta dünyaya ne getirir?

ABD'nin Dışişleri koltuğundaki değişimin, Suriye politikasına ve Kürtlerle ilişkilere nasıl yansıyacağını şimdiden kestirmek zor. Fakat Pompeo’nun bilinen tutum ve görüşleri Ankara açısından kaygı verici olabilir. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında attığı tweette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “İslami totaliter bir diktatör” olarak nitelemişti. Bu sözler temaslarda bir süre kulaklarda ‘çın’ etkisi yapacaktır.

Amerikan yönetiminde A takımı, tespihin taneleri gibi imameye göre diziliyor. Dışişleri Bakanı Rex Tillerson iş dünyasından gelen biri olarak temkinli yaklaşımlarıyla Başkan Donald Trump’ın densiz, dengesiz ve tehlikeli gidişatı karşısında az da olsa fren vazifesi görüyordu. Tillerson’ın kovulmasıyla o fren aradan çekildi. Trump’ın tarzına uygun bur kovulma oldu. Trump, Afrika gezisinin tam ortasında Tillerson’ı görevden aldığını bir tweet mesajıyla duyurdu. Yerine temel meselelerde Trump’la örtüşen CIA Direktörü Mike Pompeo atandı. Yani uyum sağlandı. Gerçi ‘uyum’ tanımı fazla iddialı. Tillerson, Trump’ı büyük bir sabırla idare ediyordu.

Peki, Tillerson neden kovuldu? Trump’a göre Tillerson’ı kovma nedenlerinin başında, İran’la nükleer anlaşmayı savunması geliyor. İkili arasındaki bir diğer çatlak, Kuzey Kore üzerine yaşandı. Trump düne kadar nükleer bombayla tehdit ettiği Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile görüşme kararını Tillerson’dan habersiz aldı. Tillerson, bu konuda alınacak yol olduğunu belirterek patronuyla ters düştü. Halbuki Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster ‘önleyici saldırı’ yaparak Kuzey Kore rejimini değiştirmeyi önerirken Tillerson diplomaside ısrarlı olageldi. Tillerson, Pyongyang ile iletişim başlatmak için elinde birkaç kanal olduğunu açıkladığında Trump, tweet atıp dalga geçmişti: “Bay Tillerson, Küçük Roket Adam’la müzakere için boşuna zaman tüketiyor. Enerjini kendine sakla Rex. Biz gereken neyse yapacağız.”

Tillerson, Tel Aviv’deki elçiliği Kudüs’e taşıma kararına da soğuktu.

Suudi Arabistan ve BAE’nin başını çektiği cephenin, Doha’da saray darbesini tetiklemeye yönelik tecrit ve ablukaya başladığında Trump, Katar’ı terör destekçisi ilan etmişti. Trump’a Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın 10 bin askerle birlikte Katar’da üstlendiğini hatırlatan Tillerson idi!

Neredeyse Trump’ın başını yiyen Rusya’nın seçimlere müdahale iddiaları konusunda da Tillerson Moskova’ya karşı eleştireldi. Halbuki kabinenin ‘En Rus Dostu’ üyesiydi. Üstelik Exxon Mobil’in CEO’su iken Vladimir Putin’le kurduğu dostluk nedeniyle Senato sorgusunda cız-bız edilmişti. Son olarak Britanya’da eski Rus casusunun sinir gazıyla canına kast edilmesi konusunda Beyaz Saray sessiz kalırken Tillerson Rusya’yı suçladı.

İran, Suriye ve Kuzey Kore ile ilgili temkinli yaklaşımları, rakiplerinin gözünde onu “Hiçbir konuda sonuç alamayan başarısız dışişleri bakanı” yapıyordu. İşte bu kesim, şimdi Pompeo için alkış tutuyor.

Bu arada CIA’in farklı coğrafyalarda kaçırdığı El Kaide zanlılarını tutmak için üçüncü ülkelerde kurduğu yasadışı ‘hayalet hapishaneler’ ve esirlere işkence programından sorumlu yetkililer arasındaki Gina Haspel’in CIA’in başına getirilmesiyle de Trump yönetimindeki orijinal renkler oturdu. Pompeo işkenceci casuslarına ‘vatanseverler’ diyerek arka çıkmıştı.

Aynı meşrepten olsalar da Pompeo’nun Trump’a ne kadar dayanacağı meçhul. 14 ayda A takımından 14 kişi kovuldu. İran, Irak, Suriye, Filistin ve Yemen başta olmak üzere pek çok uluslararası kritik meselede Trump’ın, kendisi gibi daha şahin birini diplomasinin başına getirmesi işini kolaylaştırabilir. Tabii bu Amerikan kurumlarının dengeleyici fonksiyonlarını tamamen yitirdiği anlamına gelmez. Askeri kanadın daha soğukkanlı olması nedeniyle Pentagon’un, sahayı daha iyi bilmesi nedeniyle CIA’in, bütçe kartını ve hesap sorma yetkisini elinde tutan Kongre’nin rolü önemli. Tek sorun Trump’ın sabun köpüğü gibi sönen, saman alevi gibi parlayan biri olması. Sözgelimi, Han Şeyhun’daki kimyasal faciadan sonra Suriye’yi cezalandırırken CIA’in raporlarını umursasaydı, Şairat Üssü’nü vurmayabilirdi.

***

Bu değişimden sonra Amerikan diplomasisi neye gebe, diye herkes Pompeo’nun görüşlerini tekrar gözden geçiriyor:

- İran terörün en büyük destekçisidir, nükleer anlaşma felakettir, çöpe atılmalıdır.

- Kuzey Kore’de en tehlikeli olan şey Kim Jong-un gibi birinin nükleer silahları elinde tutuyor olmasıdır. Kuzey Kore rejimi değiştirilmelidir.

- Rusya’nın Amerikan seçimlerine müdahalesi sonuçları etkilemedi.

Trump’a “Allah!” dedirttirecek yaklaşımlar.

Pompeo histerik bir İran karşıtı. Aynı zamanda tutkulu bir İsrail dostu. Ortadoğu’nun sorunlarına hep İsrail’in güvenliğini esas alan bir pencereden bakıyor.

Trump, 2016’da seçimi kazanınca Pompeo, İran’la nükleer anlaşmanın çöpe atılması beklentisini şu tweetle dillendirmişti: “Dünyanın en büyük terör destekçisi devleti ile yapılmış felaket anlaşmadan geri dönülmesini dört gözle bekliyorum.”

Ocak 2017’de CIA’in başına getirildikten sonra da yaptığı ilk iş El Kaide lideri Usame bin Ladin ile İran arasında bağların olduğunu iddia eden gizli belgeleri ifşa etmek oldu. Amacı nükleer anlaşmayı çöpe gönderecek psikolojik ortamı hazırlamaktı. Kongre üyesi olduğu dönemde de verdiği demeçlerde İran’la anlaşmaya muhalefet ederken temel kaygısı İsrail’di:

“Anlaşma İran’ı nükleer bomba elde etmekten men etmeyecek ve İsrail’i daha fazla riske sokacak...

Yaptırımlar kalkınca İran’ın ılımlı olacağı teorisi bir şakadır. İsrail’i yok etmek istiyorlar…

İranlıların İsrail’i haritadan silinecek sözünü geri çekme çağrısı anlaşmada şart olarak yer almalı…

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Amerikan halkının gerçek ortağıdır. Netanyahu'nun İran’ın nükleer silahlar elde etmesini önleme çabası son derece takdirliktir.”

Bu şekilde sergilediği İsrail ve İran hassasiyetiyle Pompeo, Trump’ın bir süreden beri geliştirmeye çalıştığı İran’ı durdurma stratejisi açısından enerjik bir savaşçı.

Haliyle Pompeo etkisini en hızlı Ortadoğu politikalarında gösterebilir. Pompeo bütün enerjisi ve tecrübesini seferber ederek bir süreden beri Körfez ülkelerini yeni strateji etrafında organize etmeye çalışan Trump’ın daha hızlı yol almasını sağlayabilir.

Bu operasyon, tam da Trump’ın Körfez’deki yeni projesi Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Beyaz Saray’da ağırlanacağı günlere denk geldi. Trump daha sonra Katar Emiri Şeyh Temim ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’i kabul edecek. Bu trafikte Körfez’in liderleri İran’ı Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de durduracak temel strateji etrafında koordine edilecek. İsrail’in dört gözle beklediği bir ortaklık. Pompeo’ya göre “Suudi Arabistan ve İsrail tüm Ortadoğu’da teröre karşı birlikte çalışan ortaklar.” Bu ortaklıktan Irak ve Lübnan’ın nasibini ne düşecek, Yemen ateşi nasıl harlanacak, Suriye’de Esad yönetimine karşı nasıl bir fasıl açılacak bilmiyoruz.

Pompeo bir kere İran’a karşı koymakta çok istekli. Irak’ta Amerikan güçlerinin hedef alınmasından İran’ın sorumlu tutulacağına dair Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye bir mektup göndermiş ama iade edilmişti. Pompeo bu olayı “Mektubu açmayı reddetti. Doğrusu kalbim kırılmadı” sözleriyle teyit etmişti.

Tillerson ise İran’ı çevreleme stratejiyle ilgili çok iştiyaklı değildi. Belki bu yüzden Trump, Körfez ve İsrail’le ilişkilerde damadı Jared Kushner’i devreye sokarak paralel diplomasi yürüttü. Diplomasiyi aile işine çeviren bu kısa devre bir bakıma Tillerson’ın tecrit edilmesiydi.

***

Dışişleri koltuğundaki değişimin, Suriye politikasına ve Kürtlerle ilişkilere nasıl yansıyacağını şimdiden kestirmek zor. Fakat Pompeo’nun bilinen tutum ve görüşleri Ankara açısından kaygı verici olabilir. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında attığı tweette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “İslami totaliter bir diktatör” olarak nitelemişti. Bu sözler temaslarda bir süre kulaklarda ‘çın’ etkisi yapacaktır. Pompeo’yla birlikte ABD, Suriye’de daha cesur adımlar atabilir. Tillerson’ın döneminde ABD Dışişleri, Suriye’de inisiyatifi daha da Rusya’ya kaptırdı. Rusya’nın Türkiye ve İran ile birlikte geliştirdiği Astana süreci, ABD’nin diplomatik olarak düşük profil sergilediği bir süreçte ilerledi.

Dışişleri’nin geri planda kalmasına karşın askeri alanda Pentagon, YPG liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sahadaki nüfuzunu genişletti. Tabii bu Obama döneminde başlayan bir süreçti ve daha da ilerledi.

Beri tarafta, Pompeo’nun CIA’in başına getirilmesinin ardından örgüt, Türkiye üzerinden yürüttüğü muhalifleri eğitip donatma işine son verdi. Fakat bu dönemde üzerinde çok durulmayan şey, Pentagon’un SDG ile ortaklığına CIA’in de eklenmiş olmasıydı. CIA, YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde merkezler edinip operasyonlara ve eğitim faaliyetlerine katılmaya başladı. Aralıkta açığa vurulan 30 bin kişilik sınır gücü kurma planında CIA de vardı. Ayrıca Pompeo’nun adamlarının Ürdün sınırındaki Dera ile Tanaf’ta muhaliflerle ilgilendiği ve Deyr el Zor’da operasyonel olduğu biliniyor.

İvedilikle yanıt aranan mesele, Menbic ve Afrin. Tillerson’ın imza attığı son işlerden birisi, Türkiye ile yapılan Menbic mutabakatıydı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu mutabakatı “YPG Menbic’den çekilecek, kenti Amerikan ve Türk askerleri kontrol edecek” diye duyurdu. Bunun uygulanıp uygulanamayacağı ayrı mesele. Ancak bu konuda Pompeo daha farklı bir yerde duruyor. Bir iddiaya göre Pompeo, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüştüğünde “Türkiye’nin Menbic’e saldırısı Amerikan ordusuna yapılmış sayılacaktır” diye uyarıda bulundu. ABD-Türkiye ilişkilerinin nereye varacağı zaten çok bilinmeyenli bir denklem haline gelmişti, Pombeo ile birlikte bu belirsizlikler daha da arttı.

***

Çok genel anlamda şu söylenebilir: Risk eşiği yüksek konularda temkinli birinin yerini daha şahin ve keskin birine bırakması, Amerikan yönetiminin özellikle Ortadoğu politikasındaki bazı bulanıklıkları giderebilir. Tabii bu berraklaşmada olumlu bir taraf yok. Çünkü yeni dönemin söylem ve vaatleri bölgeyi daha büyük çatışmalara sürükleyecek delilikler içeriyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.