YAZARLAR

Kelimelerini yitirmek

Kelimelerin, isimlerin gücü vardır. Kelimeler hem konuşanı hem de dinleyeni dönüştürürler.

Muhbir vatandaş işbaşında. Belediye otobüsünde yanındakiyle konuşan kadın yolcuyu otobüsten indikten sonra takip ediyor. Polisi arayıp cumhurbaşkanı ve devlet büyükleri aleyhine konuştuğunu söyleyerek her şeyden habersiz Kızılay’da alışverişini yapan kadını yakalatıyor.

Jean Piaget, “Çocuğun Gözüyle Dünya” isimli kitabında bize ortalama 6 yaşındaki çocukların düşünme edimiyle konuşma arasında kurduğu ilişkiden söz eder. Piaget, çocuk gerçekliğinin bu birinci düzeyinde, çocukların insanın ağzıyla düşündüğüne inandığını örnekler. “Nerenle düşünüyorsun?” sorusuna “ağzımla” yanıtını verirler. Kitabı ilk okuduğumda, çok erken konuşan bir çocuk olan kızım yaklaşık 2 buçuk yaşındaydı. Küçük çocukların düşünce ve sesi aktaran organlar, dil ve ağız –bazen de sözcükleri duydukları kulak- arasında kurdukları bu dolayımsız ilişki iletişim, söylem ve dil üzerine çalışan biri olarak bana büyüleyici gelmişti. Piaget’yi test etmek için kızıma bu soruyu yönelttiğimde hiç tereddüt etmeden “ağzımla” yanıtını vermişti. Piaget, bu düzeyde, çocuklar için düşüncenin sesle tıpatıp aynı olduğunu söyler. Çocuk, ağzını –bazen de kulaklarını- kapattığında düşüncenin de son bulduğuna inanır. İkinci ve üçüncü düzeylere geçildiğinde, 8 ve 11-12 yaşlara gelindiğinde, yetişkinlerin müdahalesine maruz kalan çocuk önce düşüncenin “kafayla” ya da “beyinle” gerçekleştiğini öğrenir; daha sonra ise onu maddilikten soyutlar. (i)

Konuşmak, Aristoteles’in zoon-politikon’unu diğer canlılardan ayıran temel özelliği. Bu yüzden “insan politik hayvandır” diyor; yani Eski Yunancada söz, kelam anlamına gelen logos’a, akıl yetisine sahip olan hayvan. Konuşan hayvan. Konuşma edimini Hobbes da insanın akıl yürütmesiyle ilişkilendiriyor. Hobbes’a göre rasyonel bir varlık olan, yani düşünme yetisini kullanan insan, bir savaş hali olan doğa durumundan çıkmak için siyasal toplumu kurmanın gereği üzerinde konuşma yoluyla uzlaşıya varıyor. Böylece oybirliğiyle siyasal toplumu oluşturuyor. Akıl yürüterek, düşünerek ve konuşarak. Siyaset teorisinde Aristoteles’ten başlayıp Arendt’e uğrayan ve nihayetinde bir yurttaşlık pratiği olarak politik konuşmayı merkezine alan müzakereci demokrasi tartışmalarına varan çizgide, konuşma, insanı insan yapan temel özellik olmanın ötesinde, politik olanı var kılmasının başat yolu olarak da görülüyor.

Kuşkusuz, Piaget’nin araştırmasında çocukların düşünce ve onu dile getiren araç, yani söz arasında kurduğu ilişki, bize literatürde düşünce ve ifade özgürlüğünün neden birlikte ele alındığına dair de bir ipucu veriyor. Uluslararası metinlerin, insan hakları sözleşmesinin ve anayasaların koruduğu düşünce özgürlüğü, ancak fikirlerin serbestçe ifade edilip dolaşıma sokulabilmesi mümkün olduğunda gerçek bir güvenceye kavuşabilir. Zira ifade bulmayan düşünce, alenileşmemiş, bir edim haline gelmemiş, başka bir deyişle “varlık” kazanmamıştır. Sözcükler ya da imgeler olmaksızın düşünmek, mümkün değildir. Hannah Arendt, insani dünyada söz ve eylem yoluyla boy gösterdiğimizden, benzersiz kişisel kimliklerimizi ve kim olduğumuzu bu şekilde ortaya koyduğumuzdan söz ederken, eylemi mümkün kılan bu alenileşme haline dikkat çeker. Konuşmanın eşlik etmediği eylem, ortada bir eyleyen kalmayacağı için ona göre artık bir eylem değildir. Eyleyen ancak aynı anda sözler sarf ediyorsa, insani olan anlamlı hale gelebilir (ii).

Birkaç gün önce yitirdiğimiz Ursula K. Le Guin, “bir dinleyiciye bir söz söylerken, konuşma bir edimdir” der. Konuşma, dinleyici ile konuşmacının birbirine katılmasıdır. Bir karşılıklılık halidir. “Ses dinamiktir. Konuşma dinamiktir- eylemdir.” Eylemek ise “güç almak, güce sahip olmak, güçlü olmaktır. … Sözcenin büyü olması bundandır. Kelimelerin gücü vardır. İsimlerin gücü vardır. Kelimeler olaylardır, bir şeyler yapar, bir şeyleri değiştirirler. Hem konuşanı hem de dinleyeni dönüştürürler. ”(iii)

Kelimelerimiz yasaklandığında, onları yitirdiğimizde ve suskunluğa mahkûm edildiğimizde başımıza gelen, düşünme gücümüzün, karşılıklılığımızın, eyleme halimizin ve “kim”liğimizin ortadan kaldırılmasıdır. Korku, elbette insani bir duygudur. Ancak kelimelerimizi yutmak, kalemimizden dökülen sözcükleri başımıza gelebileceklerin korkusuyla silmek, sürekli içine kapanan bir monoloğa razı gelmek anlamına gelir. Sözün alenileşmesinin engellenmesi karşısında sessiz kalmak, sadece sözünü değil, eylemini, bir aradalığını yitirmek anlamına gelir. “Hayır” dememizin bile yasaklanması, yalnızca meydanlarda değil, kürsülerde, dersliklerde, konferans salonlarında sesimize tahammül edilemiyor olması; her sözümüzün hakaret, suç, terör, hainlik yaftasıyla ve muhbir vatandaşların da desteğiyle susturulmak istenmesi bundan. Bir “kimse” olmaktan, düşünmekten, varlığımızla rahatsız etmekten ve eylemekten vaz geçelim diye. Susmak ise bu dünyada var olmamayı kabullenmektir. Sözcüklerimizin katledilişine razı geldiğimizde, başımıza gelen budur.

Ursula K. Leguin’in öznelerarasılık veya konuşarak iletişimi açıklamak üzere başvurduğu metaphor: Cinsel birleşme yaşayan amipler. Zihinde bir Dalga, Metis, 2016


(i)  Jean Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, Dost Kitabevi Yayınları, 2005, s. 38-39

(ii) Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, İletişim Yayınları, 1994, s. 240-247

(iii) Ursula K. Leguin, “Anlatmak Dinlemektir”, Zihinde Bir Dalga, Metis Yayınları, 2016, s. 181


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.