YAZARLAR

Vakfı da kuruldu ama…

Sanatsal değerin “kadim medeniyetin değerlerine” bağlı olmak ya da olmamakla, dindar olup olmamakla hiçbir ilgisi yoktur; Schiller kadim Germen medeniyetinin değerlerine derin bir bağlılık gösteriyordu ve büyük Tolstoy da koyu bir dindardı. Ama yazarken ne Schiller ne de Tolstoy bunlara bağlılık gösterdi, sadece gerçeğe bağlı kaldılar.

Dün haberlerde yer aldı: Resmî Gazete’de yayımlanan Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilanına göre, Yeni Sanat Vakfı adında bir vakıf kuruldu. Yönetim kurulunda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, karikatürist, oyuncu ve film yapımcısı Hasan Kaçan, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ölen Erol Olçok’un kardeşi Cevat Olçok, kamu kurumlarından aldıkları pek çok ihalelerle dikkat çeken Gürsoy Grup Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Gürsoy ile Kalyon İnşaat’ın yönetim kurulu üyesi Mehmet Kalyoncu gibi isimler var. Vakfın amacı şu sözlerle tanımlanmış: “Kadim medeniyetimizin yapıtaşları ve değerleriyle beslenen evrensel bir kültür sanat anlayışından güç alarak, eğitim ve üretim odaklı yaklaşımı ile Türkiye’nin kültürel sanat ekonomisine katkı sağlamak ve vakıf senedinde yazılı diğer amaçları gerçekleştirmek”.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bildiğiniz gibi, her fırsatta “kültürel alanda iktidar olunamadığından” yakınmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre iktidarda kalan partisi olmalarına rağmen bu konuda eksikleri olduğunu ve gideremediklerini düşünüyorlar. Öte yandan, sanat ve kültür, eleştirel olmayı işaret ettiği için Türkiye’de demokratik muhalefet de bu alanı terk etmek istemiyor. Demokratik muhalefetin politik alanı sarsacak güce erişemediği mevcut koşullarda kültürel alan, doğal olarak, özel bir önem ve anlam kazanıyor. Erdoğan da bir bakıma bunun için meselenin peşini bırakmıyor. En son, geçen hafta, “Şahsen bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum” demişti Erdoğan. Belli ki vakıf Erdoğan’ı bu histen kurtarmak için çalışacak.

Esasen AKP’nin kültürel alanda yapıp ettiği hiçbir şeyde temel amaç “kadim medeniyetimizin yapıtaşları ve değerleriyle beslenen evrensel bir kültür sanat anlayışı”nı ihya etmek değil. Daha ziyade, temel amaç iktidarda kalmakmış gibi görünüyor, kültürel alana ilişkin bütün söylem ve politikaların temel amacı bunun ideolojik koşullarını yaratabilmeye dönük bir uğraşmış gibi nitelik kazanıyor. Erdoğan’ın şikâyeti, (“Hayırlı Cumalar…” dileyen Whatsapp mesajlarına, Hyundai’lerin, Kia’ların arka camlarına yazdırılan Kayı Boyu amblemlerine rağmen) bu koşulların hâlâ olgunlaştırılamamış olmasına ilişkindir. Zaten dillendirdiği “kültürel iktidar olamama” hâli de kültürel hayatın bu gündelik olan kısmına değil, sanatsal olanına ilişkindir; gündelik olanında sorun yok, on sekiz yıllık iktidarları süresince kültürün bu kısmında gayet de “başarılı” olduklarını gösteren (Whatsapp mesajları ve arka cam yazıları gibi) bir yığın örnek var.

Uzun iktidar döneminde AKP, toplumsal hayatın bütün alanlarında yaptığı şeyi deneyerek, sanatsal alandaki iktidarsızlığını kendini güç gereksinimi içinde hisseden bazı “sanatçılar”a birtakım imkânlar sunarak idare etmeye çalıştı, eksikliğini bu şekilde kapamaya çalıştı. Hasan Kaçan, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Yavuz Bingöl, Demet Akalın, Zerrin Özer vs. kariyerleri Erdoğan’ın kariyerine bağlı iktidar seçkinleri “ordu”sunun kültürel alandaki bu “özel kuvvetler”i olabildi sadece ve hiçbir ihtiyacı karşılayamadı.

Karşılaması da imkânsızdı zaten. Çünkü bu liste sanatın değil, kültür endüstrisinin listesidir. Kültür endüstrisinin ise baskıcı rejimlerle her zaman uyuşabileceği, hatta o rejimlerin kendisi henüz ortada yokken toplumu buna hazır kitlelere dönüştürmede önemli rol oynayabileceği gerçeği, geçen yüzyılın deneyimleriyle -hem de acı çeke çeke- öğrenildi. Vakfın kuruluş amacının bildirildiği yerde “kültür sanat ekonomisine katkı sağlamak” ifadesinin yer alması da bu bakımdan hayli ilginç; ekonomiden filan söz edildiğine göre, acaba kültürün endüstri kısmıyla mı ilgilenecek bu vakıf, diye düşünüyor insan!

Sanatın kültür endüstrisinden farkı eleştirel olmasıdır. Bu yüzden, sanat üzerine düşünen zihin, sanatın bir yandan estetik açıdan üstün nitelikli olmasını talep ederken, öte yandan doğru bir etik tutum içinde olmasını da isteme hakkımızın olduğunu söyler. Aslında pek çok düşünür de üstün nitelikli bir sanat eserinin, doğal olarak, doğru bir etik tutum içinde olacağına inanır. Doğru etik tutumun da “kadim medeniyetin değerlerine” bağlı olmak ya da olmamakla, dindar olup olmamakla hiçbir ilgisi yoktur; Schiller kadim Germen medeniyetinin değerlerine derin bir bağlılık gösteriyordu ve büyük Tolstoy da koyu bir dindardı. Ama yazarken ne Schiller ne de Tolstoy bunlara bağlılık gösterdi, sadece gerçeğe bağlı kaldılar. Erdoğan’ın kültürel alanda kendini “mahsun hissetmesinin” sebebi, kendisine yanaşan kültür simalarının kendisine olan politik bağlılıklarının böyle bir etik kopuşa üstün gelişindendir; yazarken, çizerken, çekerken, söylerken Erdoğan’a ve onun gerçeğine bağlılık gösteriyor oluşlarındandır. Vakfın kurucuları da aynı bağlılık içinde hareket eden insanlardan oluştuğuna göre yeni bir şey beklemek aldatıcı iyimserlik olacaktır, her şey bugün nasılsa öyle ilerleyecek gibi.

Bu da sanatta herhangi bir eleştirel tutuma gereken cevabın derhal verilmeye devam edileceği anlamına geliyor olabilir. Demokrasiye uzak toplumlarda siyasal iktidarın ideolojik alana ilişkin pek çok işinin yanında bir de sanatta eleştirel olana ilişkin düşmanlığın toplumsal olarak üretilmesi ve yaygınlaştırılması işi olur. Bu anlamda eleştirelliğin temsil ettiği ne varsa, yaşam tarzı, bilgi, sanat zevki vs hepsi itibarsızlaştırılır. Ahlâkî sorumluluk ve siyasal bilinç, ideolojik bir proje olarak dışlanır. Türkiye'nin en büyük sorununun işsizlik olduğunu belirterek, "Alın teri için yola çıkan herkesin yanındayım" diyen sanatçı Türkan Şoray'ı hedef alan “AKP'li vekil Ahmet Hamdi Çamlı” diye bir tipin var olabilmesi böyle mümkün olabiliyor. Ve inanın, AKP nezdinde, Türkan Sultan’ın açıklamasında “ince bir duyarlılık” gören Naci Bostancı değil, Ahmet Hamdi Çamlı daha makbul bir şahsiyettir; feda edilmesi gerekse, büyük olasılıkla Sayın Bostancı feda edilir, Çamlı değil. Geçmişte hep böyle oldu çünkü.

Eleştirel olanı damgalayıp toplum önünde itibarsızlaştırmanın ve dışlamanın koşullarını hazırlayan siyasal ve sosyo-kültürel bütün oluşumlar varlığını korumaya devam ederken kültürel alanda nasıl iktidar olunabilir ki?